sarı, altın sarısı saçları vardı.
arkaya tarardı.
briyantin sürer, limon kolonyasını adeta boca ederdi üzerine...
gök mavisi gömleğini, koyu lacivert kravatı ve lacivert takımını giyer,
boyalı ve cilalı ışıldayan siyah ayakkabılarla sokaktan geçerken,
mahallenin kadınları tülbentleriye yüzlerini kapatır,
hafifçe yönlerini döner ve göz altından süzdüklerini görürdüm...
çok sert mizaçlı
tiril tiril bir adamdı babam. uzun yol kaptanıydı...
dedi.
sonra durdu uzaklara baktı, sigarasını derin çekti,
öyle bir çekişi ve üfürmesi vardı ki
sanki birazdan söyleyeceği şey içindeki taşacak yangının habercisiydi...
çaybaşı camisinin kenarındaki duvar üstüne oturmuş,
yatsı namazını bekleyen ve
mahallenin
uzun diye anılan nurettin abisini dinliyordum.
namaz ehli bir adamdı ama
nedense cemaata fazla takılmazdı.
bana göre derin olan adamdı…
yusufum dedi, biliyor musun?
her kasım ayında etrafa dökülen yaprakların hazanı içimde olanı depreştirir.
70’in kasımıydı
babam yollarda. uzun yol şöförü işte.
fukara anamın kışın yakmak için aldığı bıçkı tozunu
kerpiç evin bodrumuna yığar,
bana da tozun içinden çıkan envai şekildeki küçük tahtaları oyun olurdu...
bıçkı tozu ne ki? abi dedim
tebessüm etti,
eskiden marangoz hanelerin bıçkısından dökülen tahtanın tozu satılır
ucuz olunca
durumu olmayan mahalleli satın alır, kışın yakardı dedi.
uzun abinin yüzüne birden bir mutluluk sardı sanki.
dağılmıştı hüznü...
anacığım dedi, soba kovasına 5 cm eninde yuvarlak bir sopayı tam ortasına diker
sonra bıçkı tozunu az az koyar, sonra zayıf bilekleri ile sıkıştırır ve bastırırdı...
anam 55 kiloydu be yusufum…
bir avuç kadındı işte…
ha! öyle bakma, tozu sıkıştırmak yakmak için çok önemlidir bilesin...
sonra ortadaki yuvarlak sopayı çeker, kovanın içindeki toz orta kısmı delik bir hal alırdı.
üstten ve ortadan yakar alevler boruya doğru kıvır kıvır uçardı...
akşamları sık kesilen elektrik nedeniyle
etrafına toplanır
soba ateşinin duvarlarda ettiği raksı seyrederdik.
en büyük zenginliğimiz
sobanın alt kısmına dökülen tozun korunda yumurta patates pişirmekti.
anacığım babamın yoldan geldiği hafta
özellikle kahvaltıda
sobada köz üzeri yumurta, patates hazır eder,
o ara bizi sıkı sıkı gürültü yapmayalım diye tembihler ki
sarı süleymanı uyanmasın…
birden çocuksu masumiyeti simasından silindi
sanki yeni uyanmış gibi baktı,
yüzüne yine benzer bir hüzün çöktü
ha nerde kalmıştım? dedi.
cevabımı beklemeden
o hazan günlerinde
evimizin yüksek duvarlarla çevrili küçük avlusunda
tahta parçacıklarıyla oynarken
küçücük dünyama taşan
bir acının, inlemenin, korkunun telaşın havası kuşatıverdi
babam yolda trafik kazası geçirmiş!
gelen haberciyle anamın evden hızlıca ayrıldığını hatırlıyorum
bir de ağlamaklı,
ablama;
“kızım ayşe çocuklar sana emanet!” deyişini...
öyle…
bak evlat,
ama baba mesleğinden de
veya kader de
yolu, yolculuğu bilirim...
gece uzun yola düşmüşsen, bir de bilinmedik yollardan da geçiyorsan eğer
hani bir boşluk olur içinde,
hep yarım kaldığını hissettiğin bir şeyler vardır,
ve gelecek olanın ne olduğunu bilemez ya insan.
yolda gevşersen aniden çıkacak olana hazırlıksız yakalanırsın ya!
“sınanma(yanların!)”
gelecek olanın üzerinde ahkam kesmeleri boş bir iddiadır...
zengin olunca infak edeceğim,
dağıtacağım hesapsız malımdan diyenin sözüne itibar edilmez.
o ana kadar on numara adam da olsa kişi,
yardım kuruluşunun topladığı parayı
fukaraya ulaştıran diye bilinen biri bile olsa,
olunca kendi cebinde olanı infak edeceğini göstermez
zengin haliyle ne yapacağı bilinmez ki.
“insan ancak sahip olduğu
şeyi terkedebilir yusufum!”
işte onu derim
çok iyi bekar bir genç adamın
çok iyi koca ve baba olacağını da bilemezsin.
çok mahir bir genç kızın, on parmağında on marifet olan işte
onun da evlenince iyi bir hanım veya anne olacağı da bilinmez ki...
o yeni haldir ve hayat insanı ve çevresini şaşırtmaya her zaman devam eder...
mesela çok iyi baba olmanın
iyi kayınpeder olacağına delil de değildir.
veya
çocuklarına merhamet timsali olan kadının
evin gelinine yani
bir başka ana kızına
kötü kayınvalide olması gibi,
bilemezsin işte...
insanın her yaş dönemiyle birlikte
hayat kendi yeniliğini getirir, dayatır ve içimizdeki boşluğu doldurur.
o yeni gelen yeni haldir ve ne yapacağınızı gözetler durur...
tam bir yerlere bağlayacak diyordum ki,
güzel sesiyle zekai hocam ezana başladı.
nurettin abi salavat getirdi, ezan duasını mırıldandı,
kamyoncu sefer abi acele acele camiye girdi...
mahallenin meczup ökkeşi
caminin kapısından başını uzatmış
komik simasıyla
bize ne durursunuz bakışı attı.
fâtıma ablanın bahçesinden sokağın sevimli köpeği çullu uzun uzun havladı.
sonra nurettin abi
“zaman namaz vaktidir.
namaz bizi bilir
biz namazı.
namazı bekletmeyelim, kılmak icap eder” dedi
yavaşça kalktı camiye doğru yürüdü.
abi dedim, sonrası
belli belirsiz tebessüm etti
namaz sonrası
belki dedi…
ey yolcu
uzun abi
sonra
dedi
öyle işte...
not; yazılarımın, dilediğiniz kısmı dahil, dilediğiniz şekilde dostlarınıza ikram etmeye açıktır.
Kibrin Mağlûbiyeti -1 | İlhan Akar
23.04.2024
Baş Döndüren Diplomasi AHMET GÜRBÜZ 24.04.2024
Seçimin İmkanları YUSUF YAVUZYILMAZ 21.04.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
SİYASET VE SERMAYE YUSUF YAVUZYILMAZ 13.04.2024