Bugünlerde Soner Yalçın'ın "Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı" isimli kitabını okuyorum. Kitap hakkında daha sonra ayrı bir yazı yazacağım ama Soner Yalçın iki de bir "Müslüman muhalifler hep Vahdeti Vücut düşüncesi etrafında buluşmuşlardır" deyip durduğu için ayrı bir yazı yazmaya karar verdim. Ayrıca Yalçın, neredeyse bütün Müslüman mutasavvıfları Vahdeti Vücut fikrine müntesip zannediyor ki bunun da yanlış olduğunu söyleme ihtiyacı hissettim.
Hemen belirteyim ki; Yalçın, içeriden biri olarak bakamadığı için hem İslam’ı hem de Vahdeti Vücudu nesnel bir biçimde anlayamamış gibi duruyor. O, Müslüman mutasavvıfların bir kısmının dile getirdiği Vahdeti Vücut düşüncesiyle batılı felsefecilerin sözünü ettiği "Panteizm"i karıştırmaktadır. Panteizm düşüncesini en sistematik biçimde dile getiren Spinoza'dır. Doğrusunu isterseniz panteizm, Yahudi Kabbalah'ının felsefi bir dille anlatılmasından ibarettir. Spinoza bir Yahudi’dir, daha da ötesi Sabatay Sevi ile aynı dönemde yaşamıştır. Kendisinden on yaş büyük olan Sevi’den ve fikirlerinden haberdardır ve belki de etkilenmiştir. Bu yüzden kendi “Yahudi Cemaati” ile arası açılmış ve tard edilmiştir. Konumuz bu olmadığı için üzerinde fazla durmayacağım. Ama şu bilgiyi vermekte fayda olduğunu düşünüyorum. Bir Yahudi olan Albert Einstein, geleneksel Yahudi tanrı anlayışını tenkit ederek Spinoza’nın Tanrısı’na inandığını söylüyor. Enteresan biçimde maddenin enerji, enerjinin madde olduğunu savunuyor. Bu kaziyenin Spinoza’nın âlem-tanrı birliği fikri ile irtibatını da siz kurun bizahmet.
İsterseniz önce müslüman mutasavvıf Muhyiddin Arabi tarafından dile getirilen ancak üvey oğlu ve talebesi olan Sadreddin Konevi tarafından hem adı konulan hem de felsefi bir dille ifade edilen Vahdeti Vücudun ne olduğuna kısaca bir bakalım.
Muhyiddin Arabi, yaşadığı dönemde Yunan feylesoflarının takipçileri, Yahudiler, Hristiyanlar ve putperestler ile karşı karşıyadır ve İslam’ın “Tevhid” düşüncesini onlara karşı savunmak istemektedir. Arabi'nin muhatap olduğu insanların bir kısmı hem tanrının ve hem de maddenin ezeli olduğunu söyleyen dualistlerdir. Bir kısmı, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlemesine yani “Teslis”e inanmaktadır. Bir kısmı da tanrıyı Yakup ile güreştirip onu yendiği için bizzât tanrının kendisine “tanrıyı yenen” anlamına gelen "Israel" adını verdiğini söyleyerek onu cismanileştiren Yahudilerdir. Haa.. bir de Mekkeli müşriklere benzeyen çok tanrılı Yunan mitolojisi ile Hint ve Çin putperestliği var.
Arabi, işte böyle bir ortamda İslam’ın “Tevid” görüşünü sadece ayet ve hadis okuyarak anlatamayacağını düşündüğü için yeni bir dil kullanmıştır. Bu dil daha sonra Konevi tarafından “Vahdeti Vücut” (Varlık Tektir) diye isimlendirilmiş ve felsefi anlamda sistematik hale getirilmiştir.
Vahdeti Vücut tamlamasında bizim gibilerin kafasını karıştıran ilk husus “Vücut” kelimesinin zihnimizdeki anlamıdır. Biz, kendi vücudumuzdan hareket ederek “Vücut” kelimesini “pek çok unsurdan meydana gelmiş (müteşekkil) bir varlık” olarak anlamlandırmaktayız. Dolayısıyla Vahdeti Vücut dediğimizde bizim gibi meseleye tam olarak vakıf olmayan insanların zihninde hemen Kabbalahcıların ve panteistlerin dediği şey canlanmaktadır. Bu da, tanrı ile âlemin bir bütün olduğu zannıdır. Bu zanna göre nasıl ki insan ruh ve bedenden müteşekkil bir varlık ise tanrı ile âlem de tıpkı böyledir. Hâlbuki Arabi ile Konevi, “Vücut” kelimesini “Varlık” anlamında kullanmaktadırlar. Yani diyorlar ki “Bir tek varlık vardır, o da tanrıdır.” Âlem ise yaratılmış olması münasebetiyle varlık kategorisine girmez, ona “Mümkün yada Mevcut” denir. Mevcut, yaratılmış olması münasebetiyle ortaya çıkmadan önce “yok” olduğu gibi süresi dolunca yine yok olacaktır. Bu yüzden o, “Varlık” sayılmaz. İşte bu İslam’ın “Tevhid” diye isimlendirdiği düşünce sistemidir. Kur'an-ı Kerim “Allah'ın yüzünden başka her şey yok olacaktır.” demektedir. Müslüman filozofların diliyle söyleyecek olursak kâinat, “mümkün varlıktır” yani geçici bir süreliğine aşikar olup sonra tekrar yok olacağı için ona varlık denemez. Çünkü “yok”un varlığından bahsedilemez.
Pek çok mutasavvıf “Allah vardı, O’nunla birlikte başka bir şey yoktu” (Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 1) hadisi okunduğunda “Hala öyle” demek suretiyle “mümkün varlık” olan alemin “Vacibul vücut” yanında esamesinin okunmayacağını (yani aslında varlık olmadığını) dile getirmişlerdir. Mutasavvıfların hiçlik makamına ulaşmak için çabalaması Tanrı yanında bir varlık iddia etmemek içindir.
Hem bizim gibilerin hem de Yalçın’ın zihnini bulandıran ikinci husus ise Sabataistlerin Mevlevilik, Bektaşilik ve Melamilik içine sızıp bilerek Kabbalah öğretisi ile Vahdeti Vücudu birbirine karıştırmalarıdır. Mesela, televizyon ve youtube kanallarında arzı endam eden Mesnevi şarihlerindenmiş gibi davranan, sürekli gülerek konuşan “Kara Saçlı Kadın”ın Mesnevi okuyarak anlattıkları, Mevlana’nın düşüncelerinden daha çok Kabbalah öğretisidir. Hâlbuki Mevlana, Mesnevi’de “Vahdeti Mevcut” fikrini tenkit ederek “Madem ki bütün mevcudat tanrıdır, O halde kim kime, peygamber gönderiyor?” diye sormaktadır. Aslında Yalçın’ın kitabının en önemli özelliği Sabataistlerin bu tarikatlara nasıl sirayet ettiklerini göstermesidir. Buna rağmen Yalçın, onların bu tarikatlarda meydana getirdikleri ifsattan hiç bahsetmemektedir.
Yahudi tasavvufu olarak bilinen Kabbalah öğretisine göre Âlem, tanrının dışa taşmasından ibarettir. Bilgisayar lisanı ile söyleyecek olursak Âlem, tanrının dosya uzantıları gibidir. Bazı filozofların “Âlem, tanrının gölgesinden ibarettir” ya da “aynadaki aksinden ibarettir” demeleri bundan dolayıdır.
Yukarıda dile getirdiğimiz gibi bazı Yahudiler, tanrıyı Âlem ile müşahhas hale getirmekte yani cisimleştirmektedirler. Panteizm ise (Spinoza’nın derli toplu olarak anlattığı gibi) âlemin bizzat tanrının kendisi olduğu fikrinden ibarettir.
Ne kadar izah edebildim bilmiyorum ama demek istediğim şu ki: Müslüman mutasavvıfların Vahdeti Vücut dedikleri nazariye ile Kabbalahcıların ve panteistlerin sözünü ettikleri nazariyeler birbirinden çok farklıdır. Diğerlerinin Âlemi tanrının bir cüzi ya da uzantısı olarak görmelerine karşılık Vahdeti Vücut nazariyesini dile getirenler, tanrının vacip (zorunlu) varlık olarak tek olduğunu, onun tarafından yaratılmış âlemin ise günü geldiğinde yok olacağını bu yüzden varlık kategorisinde sayılamayacağı görüşündedirler.
Ben de dâhil pek çok Müslüman, Vahdeti Vücut düşüncesini panteizm gibi bir şey zannettiğimizden aleyhinde bulunduk. Hâlbuki Vahdeti Vücut, nazariyesi İslam’ın “Tevhid” inancının başka bir yöntem ile dile getirilmesinden ibarettir. En doğrusunu Allah bilir.
Kapalıçarşı'da "para aklama" operasyonu
11.11.2025
MSB'ye ait kargo uçağı Gürcistan'da düştü
11.11.2025
İyi bir İNSAN: Aliya|Mehmet Doğan
19.10.2025
Challenge diyen bir Tarihçiye / Fuad Durgun
23.10.2025
Bir cami, bir imam ve cemaat OSMAN KAYAER 28.10.2025
Dindarların Trajedisi YUSUF YAVUZYILMAZ 25.10.2025
Sünnet Üzerine YUSUF YAVUZYILMAZ 19.10.2025
gazze mahkemesi ay’ı RESUL UZAR 21.10.2025