metrika yandex
  • $38.3
  • 41.73
  • GA25250

Haberler / Yazı Dizisi

Düşünce Üzerine - 5 / Abdulaziz TANTİK

17.12.2022

Herhangi bir düşüncenin nesnel bir eleştiriye tabi tutulabilmesinin şartı; içermediği bir olgunun, olayın, durumun ve düşünme biçiminin varlığıdır. Bu varlık üzerinden düşünce eleştiriye tabi tutulur ve onun zaaflarını veya eksik boyutunu tartışma zeminine taşıyabilir hale gelinir. Bir düşünceyi güçlü kılan şey geride bıraktığı şey değil, içerdiği şeyin çokluğudur. Bu yüzden dışarıda bırakmadan bir düşünceyi inşa etmenin zorluğu da aşikârdır.

Düşünceler, geride bıraktıkları için tanımlar yapar, iyi, kötü, çirkin, güzel, doğru ve yanlış gibi… Daha çok olumsuz nitelemelere haiz tanımlar üzerinden bazı şeylerin dışarıda kaldığı görüşü ağırlık kazanır. Mesele de bu noktada açığa çıkar: bir şeyin iyi ve kötü, çirkin ve güzel, doğru ve yanlış oluşunun ilkelerini belirleme kıstasıdır. Bu kıstaslar düşüncelerin temel özelliklerini ortaya çıkarır ve böylece bir başka düşünce ile arasındaki farkı da belirlemiş olur.

Bir düşüncenin kapsayıcı bir bakış üzerinden hareket etmesi demek, olgular üzerinden bir değerlendirme yapıldığında, bu olgunun nötr oluşunu kabulü ve buna göre olguya yönelimin şiddeti üzerinden bir değerlendirme yapabilme gücü ve basiretini kuşandığı gerçeğidir.

Böyle bir düşünceye sahip olabilmenin imkânını oluşturan şey, o düşüncenin dinamik bir karaktere sahip oluşuna bağlıdır. Dinamik yapı, sürekli bir hareketliliğin ve her olguya yaklaşımda farklı bir açının varlığını kabulü esasına dayanır.

Bu, varlığın anbean yaratılışının gerçekleştiği düşüncesine sahip olmayı ve bu yaratılışta insan varlığının etkisinin gözlemlenebilmesine dayalı yaklaşımı da esas kılar. Varlık, sürekli yaratılırken bu noktada yaşamın nirengi noktası olan insanın varlığı ve bu yaratılış sürecine isteği üzerinden yaptığı katkı, olgunun oluşumunda birinci derecede amil olarak tanımlanır. Aslında insan, olgunun oluşumunda birinci derecede etkendir. İnsan, ya isteği üzerinden harekete geçer ve olguyu belirler, ya da Allah insanı imtihana tabi kılar ve olgu belirlenmiş olur. Bu belirlenime insanın tepkisi olgunun karakteristik yapısını belirler. Veya insanların birlikte ortaya koyduğu bir durum üzerinden olgu belirlenir hale gelir. Her halükarda olgu, insana içkin bir düzlem üzerinden betimlenir. Ve böylece insanın değişimi olgunun değişimini de içermektedir. Bu yüzden olgu insanla ilişkilendirilerek anlamlandırılabilir.

Bir düşüncede kapsayıcılık özelliğinin ortaya çıkması demek, o düşüncenin insana dair hallerinin kuşatılması anlamını taşımalıdır. Merkeze insanı aldığımızda ve insanı kuşatacak bir bakış açısı yakaladığımızda düşüncenin kuşatıcı bir özelliğe sahip olmasını sağlama konusunda bir ileri adım atabileceğimizi gösterir.

İnsana dair yaptığımız tanımlamalar, betimlemeler, yaklaşımlar, insanın bütünlüğünü hesaba katarak değerlendirilmeye alınmalıdır. Bu noktada parça bütün ilişkisi ve parçalarının toplamının bütünlük açısından bir eksikliği taşıdığı temel gerçeğini de dikkate almalıyız. Yani meselenin özü; parça, bir hakikati taşımaktadır. Ama bu hakikat, doğal olarak tanımlanmış bir hakikati içermektedir. Bütün, bir hakikati taşımaktadır. Ama bütün, hakikatin parçayı da kuşatan tamlığını işaret eder. Bu yüzden bir kuşatıcılık, ancak bir bütünlük bakışı üzerinden sağlanabilir. Zaten bir düşüncenin kapsayıcılığı, bu bütünlüğü eksiksiz bir şekilde temsil edebildiğinde sağlanmış olur.

Bütünlük, bu noktada parçayı içinde tutan, onu tanımlayan ve onun bütünlükle ilişkisini dikkate alarak o parçanın sürecini dikkate alarak yaklaşım geliştiren bir dinamiğe dayalı olmaktır. Bu noktada süreci dikkate alan bakış, hem bütünlüğü hem de kuşatıcı bir zemini inşa konusunda bir adım ileride sayılır. Tabii ki bütün bu söylenenlerin tam bir doğrulukla yapılabilmesi zor bir duruşu işaret eder. Düşünceler arasındaki tartışmalar ve farklar da bu süreç ile birlikte parça ve bütün tanımları ve ilişki nitelemeleri ile de alakalıdır.

Düşüncenin dinamik yapısını oluşturan esneklik ve sürekli değişim ile sabit duran temel ekseni arasındaki doğru bağı kurma arayışı bize düşüncenin kapsayıcı bir boyuta taşınabilmesinin zeminini işaret eder. Bunu doğru anlamının yolu ise kavramın anlam katmanlarının çokluğu ve bu çokluğu sağlayan esnekliğin varlığı üzerinden insan hallerinin değişim süratidir.

Bu noktada kapsayıcılık aynı zamanda soyutlanma kabiliyeti en üstte olan şeye tekabül eder. Soyutlanmanın zirvesi ise zaten hakikati temsil etme liyakati olan şeydir. Düşünce, soyutlanarak değişime uğramayan veya direnen ilkeler elde eder ve bu ilkeler üzerinden bütün parça ilişkisini kurarak süreci daha sağlıklı bir şekilde kurmayı deneyecektir. Her soyutlanma aslında bir genişleme imkânını da sunar. Ve genişlemeyi sağlayacak bir bakışa sahip olmayan düşünceler, kuşatıcı olma özellikleri zarara uğrayacaktır.

Derinlik meselesi tam bu noktada düşüncenin genişlemesinin nirengi noktasını belirlediğinde anlamlı hale gelmektedir. Derinlik, hem kuşatıcılığı hem de genişlemeyi sağladığı gibi soyutlamanın da koruyucu özelliği haline gelir. Derinlik, düşünceyi, kavramı, sözü ve dolayısıyla olguyu sığlaştırarak daraltma üzerinden değil, derinleştirerek olgunun, düşüncenin, kavramın ve sözün hem zamanını hem mekânını uzatarak, genişleterek daha geniş bir zeminde tanımlama ve betimleme özelliğidir. Sınırlı bir zeminde hareket ederek değil, sonsuzluğu içerecek düzeyde harekete geçerek olgunun hakikatinin ortaya konmasına zemin hazırlar.

İman ve Tefekkür

Derinlik, kuşatıcı olmanın temelini oluşturduğu gibi kuşatıcılık da derinliği zorunlu bir işleve dönüştürmekle yükümlüdür. Bu temel döngüsellik, düşüncenin mevut olanı değil zihinsel olabilecek ve hayal yetimizle de ilişkili durumları da içerecek bir düzlemi inşa konusunda şartları olgunlaştırdığı görülmelidir.

Bir kavramın içinde bulunduğu sistem tarafından bir anlam ile taltif edildiği aşikârdır. Her hangi bir kavram, sosyoloji de farklı, psikoloji de farklı, siyaset arenasında farklı, teoloji de farklı veya metafizik alanda farklı anlamlar alır. Bir kavram aynı şekilde bu sefer duygusal zeminde de farklı tanımlar alır: nefret duygusunda farklı, sevgi duygusunda farklı, kızgınlık zemininde farklı, sevinçli bir zeminde farklı, kötümser bakışta farklı, iyimser bakışta farklı anlamlara taşınabiliyor. Bu durum bize parçanın hakikatini anlamak için şartlarını doğru bir şekilde tespiti zorunlu kılar. Böylece parça sağlıklı bir şekilde ortaya konduğunda bütünsel hakikat ile bağı da doğru kurulur ve aslında bütün bu süreçlerde oluşması gereken ‘itminan’ın varlığını sağlar.

Derinliği sağlayacak olan şey; varlığın çokluğu ve yoğunluğu yanında çeşitliliği taşımasıdır. Ayrıca insan, hem derinlik bağlamında güçlü bir zemine sahip hem de kuşatıcılık bağlamında güçlü bir zemine sahiptir. Örneğin, insan için mikro kozmos, kozmos içinde makro kozmos tanımı kullanılabilmektedir. Bu da hem insanın hem kozmosun kopmaz bir bağ ile birlikte bir hayatı paylaştıkları açıktır. Bu açıklık, insanın sonsuzluğun içinde yüzdüğünü göstermektedir.

Düşünce, bu sonsuzluğun içinde yüzen insanın hallerini kuşatacak ve onun yaşamı boyunca karşı karşıya kalacağı düşünsel veya duygusal değişimlerini betimleyerek ona göre hayatın kodlarını belirleyerek insanın neliğini, nasıllığını ve varlığını idame edecek koşulları hesaba kattığında kuşatıcı bir hüviyet kazanacaktır. Bu hüviyet ona derinlik kazandırır. Bu derinlik insana itminanın kapısını aralar. Mesele ise insanın itminan sahibi bir varlık olmasıdır. Çünkü insan itminana erdiğinde eylemlerinin kapsayıcı ve derinlikli bir yapıyı inşa edecek bir düzeyi oluşturacağı da gözlenmiş olur.

İslam Düşüncesi Gazali ile birlikte aslında bu kapsayıcı bir özelliğe sahip olmanın imkânlarını elde etti. Yani hem kelam ilmini, usulünü, hem felsefeyi hem tasavvufu ve hem de fıkhı ve usulünü aynı çatı altında toparlayarak onlara bir üst bakış üzerinden yeni bir tanımlama yaptı. Ve kendisinden sonraki yüzyılları belirleyen kişi olarak tarihe geçti… Benzer bir girişimi episteme alanında Molla Sadra gerçekleştirdi. Farklı bilme yöntemlerini bir birinin karşıtı değil birbirini tamamlayan unsurlara dönüştürerek önemli bir hamle yapılmasına zemin kazandırdı. Modern dönemde ise Muhammed İkbal; büyük şair, tecrübe kavramı üzerinden öznenin hem sufi deneyimini, akli deneyimini hem de bilimsel deneyimini, dikkate alarak bütünlüğü sağlayacak bir tanımlamaya yöneldi. Ama maalesef İkbal’in yapmak istediği şey bir türlü anlaşılamadı.

Bugün de gerçek anlamda bir bütünlüğün sağlanabilmesi için gerekli olan zemin; mevcut bilme yöntemleri ile birlikte her türlü insana dair düşünceyi ideolojik angajmanlarından kurtararak bütün disiplinlerin parça olarak ortaya koyduğu temel gerçekliği dikkate alarak insanın bütünlüğünü sağlayacak olan o bütünsel bakışı yeniden inşa edebiliriz/etmeliyiz. Düne göre bugün daha çok imkâna sahibiz.

Mesele, bugün hakikat arayışımızı sınırlı tutmadan bütünlüğü dikkate alarak, farklılığın çatışma zemini değil bilakis, birlikte anlamlı bir yaşamın imkânı olduğu gerçeğini dikkate sunmalıyız. İşte o zaman, değerlerin varlığı üzerinde bir mutabakat oluşur. Değerler üzerinden ortaklaşa bir ahlaki yapıyı kurma imkânı elde edilir. Farklılığımız, düşünsel, sosyolojik, etnik veya inançsal düzeyde olsa da birlikte var olarak yaşamak anlamlı bir düzeyi işaret eder olur. Birbirlerimizin temel gerçeklik zeminlerine dikkat kesilerek kuşatıcı bir bakışla birbirimizle ilişki kurduğumuzda barışı temel bir eksene dönüştürür ve böylece birbirimizi tamamlama erdemine sahip olabiliriz. Meselenin künhü de bu olsa gerek!

İnsan, bir imtihana tabi tutuluyor, bu imtihanda da yaptığı şeylerden dolayı hesaba çekilmelidir. Bir tek noktada insana müdahale yapılabilir: o da ancak olumlu anlamda ona imtihanda başarılı olma imkânı sunmakla ilişkilidir. Bunu yaparken de onun otantik özerkliğini yok etmemeyi de içerme zorunluluğunu unutmamalıyız.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş