Kuşku yok ki, her şairi yaşadığı tarihsellik içinde ele almak gerekiyor. Çünkü insan tarihseldir, yani yaşadığı zamanın çocuğudur. Bundan dolayı insanı yaşadığı tarihsellikten soyut kayarak ele alamayız. Ancak yaşadıkları tarihsel durum ile düşünürlerin görüşleri arasında mutlak bir zorunluluktur ilişkisi de kurulamaz.
Zaman zaman sorulur: Mehmet Akif, Said Nursi, Necip Fazıl ve Nurettin Topçu bugün yaşasalardı aynı şeyleri mi söylerdi? Kuşkusuz hayır. Temel düşünceleri büyük ölçüde aynı kalırdı ancak söylemleri ve yöntemleri değişirdi. Örneğin Mehmet Akif ve Necip Fazıl, Türkiye'de dinin üzerine baskının üst düzeyde olduğu dönemlerde yaşamıştır. Yaşadıkları dönem Türkiye modernleşmesinin pozitivist, ilerlemeci ve laik etkisinin sürdüğü baskı ve yokluk yıllarıdır. Bundan dolayı eserlerindeki öfke anlaşılabilir nedenlere dayanmaktadır.
Aynı dönemlerde yaşayan Nurettin Topçu ve Said Nursi ise daha farklı bir yöntem izledi. Demek ki, benzer tarihsellikleri yaşayan insanlar farklı tavırlar geliştirebiliyorlar. Alim, aydın ve filozofların düşüncelerini oluştururken bir taraftan karşılaştıkları olaylardan, diğer taraftan kendi bireysel özelliklerin etkisinden tümüyle sıyrılamazlar. Bu yüzden alim, aydın ve filozofun düşüncelerinin doğru analiz edilebilmesi için, hangi tarihsel ve toplumsal koşullar içinden seslendiğini belirlemek kaçınılmazdır.
Said Nursi, Mehmet Akif, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ve Said Halim Paşa Meşruiyet ve Cumhuriyet dönemin en yetkin ve derinlikli İslam alimlerdir. Bu durum bütün görüşlerinin isabetli olduğunu göstermez. Çünkü insan yaratılışı gereği konumu, bilgisi ve birikimi ne olursa olsun hataya açıktır. Hz. Peygamber hariç, ( Dini konularla sınırlı olarak ismet sıfatı vardır. Dünyevi konularda yanılabileceğini hurma ağaçlarının aşılanması ve çok sayıda olayla bize göstermiştir ) tüm İslam alimleri bu kategoridedir. Mehmet Akif ve Said Halim paşanın üzerine inceleme yapmış ve kitap yazmış biri olarak şunu söyleyebilirim: Bu isimler son derece namuslu, dürüst ve entelektüel müslümanlardır. Bunun yanında tüm düşüncelerinde isabet ettiklerini söylemek de mümkün değildir. Ancak eleştiri yaparken indirgemeci yaklaşımdan uzak durmak gerekir. Ne yazık ki, bazı insanlarda Abdülhamid'i eleştiren herkesi aşağılamak, mason olduğunu iddia etmek ve tekfir etmek gibi garip bir hal vardır. İnsanları değerlendirmenin ölçütü Abdülhamid karşısında aldığı tavır değil, hak, hakikat ve adalettir. Alimleri salt II. Abdülhamid karşısında takındıkları tavrı tek değerlendirme ölçütü olarak almak ve bunun üzerinden mahkum etmek ahlaki ve bilimsel bir yaklaşım değildir. Toptan kabul veya ret anlayışı bizi sağlıklı bir noktaya götürmez.
Cumhuriyet döneminin en önemli alimlerinden biri olan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın bazı İslami cemaatlerde sevilmediği bilinmektedir. Bunun nedeni Elmalılı'nın Abdülhamid'in hal fetvasını vermiş olmasıdır. Şurası açık ki, Abdülhamid dönemi İslamcı düşünürlerin çoğunluğu Abdülhamid’in isdibdat yönetimine karşı idi.
İslam'ın savaşacağı, mücadele edeceği, ötekileştireceği kimseler kafirler değil, zalimlerdir. Bundan dolayı Müslümanların mücadele edeceği ötekiler zalimlerdir. Zalimler kendilerini dindar olarak tanımlasalar bile. Nitekim Hz. Hüseyin'i şehit edenler Halifenin emriyle bunu yapanlardır. Özetin özeti kendilerini dindar olarak tanımlayanlarda zulüm yapabilirler. Bu durumda onlara karşı da muhalif olmak gerekir. Unutulmamalıdır ki, II. Abdülhamid yönetimini eleştirenler arasında İskilipli Atıf Hoca, Musa Kazım, Filibeli Ahmed Hilmi, Said Nursi, Mehmet Akif Ersoy bulunuyordu. Bu alimlerin tavırlarının arkasında yatan asıl neden özgürlük konusunda olan duyarlılıkları ve İslami tavırlarıdır.
Kaldı ki, o dönemde II. Abdülhamid’i eleştiren düşünürlerden bir bölümü, İttihat ve Terakki yönetiminin yol açtığı felaketlerden dolayı görüşlerinden dönmüşlerdir. Başlangıçta II. Abdülhamid’i sert bir şekilde eleştiren Rıza Tevfik Bölükbaşı, Abdülhamid devrildikten sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin beceriksiz yönetimine karşı, eski eleştirilerini geri almıştır.
Rıza Tevfik Bölükbaşı “Divan” adlı şiirinde pişmanlığını söyle dile getirmiştir.
“Felaket bağını gezdim serseri,
Feryad ü zarımı duyan kalmamış,
Aradım o şahin, yiğit erleri,
Yattıkları yerden nişan kalmamış
Kapılar kapanmış, bacalar tütmez,
Kimsecik o çölde bir koyun gütmez,
Ağaçlar kurumuş, bülbüller ötmez,
Baykuşlarda bile figan kalmamış,
Gülleri soldurmuş elem yaşları,
Karalar bürümüş yaslı başları;
Köyleri kuşatmış mezartaşları,
Sesime ses verir bir can kalmamış.
Taliin o yaman, kanlı elleri
Eşinden ayırmış hep güzelleri
Şehitlerle dolmuş gurbet elleri
Kan ağlamadık bir cihan kalmamış
Hanedan kişiler hep yoksul olmuş
Düşman kapısında bağlı kul olmuş
O nazlı gelinler şimdi dul olmuş
Cemiyyet dağılmış, canan kalmamış
Hiç anılmaz olmuş atalar adı
Beşikte bırakmış ana evladı
Kırılmış yetimin kolu kanadı
Zulüm pençesinden aman kalmamış
Düşmanın sitemi yürekler ezer
İnsan bu kahr ile canından bezer
Gülşende yabancı köpekler gezer
Erler meydanında insan kalmamış
Bende bu ye’s ile rahat uyku yok
Halbuki kimsede tasa kaygu yok
Korku yok, umut yok saygı duygu yok
Kimsede hasılı vicdan kalmamış.
Sırr-ı Hak aşikar her bahanede
Gül biter mi artık bu viranede
Şu harab olası matemhanede
Bizden özge garib mihman kalmamış.
Hey Rıza, ne acep sevdaya düştün
Aslı faslı yok bir davaya düştün
Vatan uğrunda bin belaya düştün
Her yer mezar olmuş vatan kalmamış”
Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın ifadeleri alim, aydın ve yazarların düşüncelerinin zamanla değiştiğine güzel bir örnektir. Bir anlamda bu değişim normal karşılanmalıdır. Her yeni dönem, yeni imkanlar ve sorunlar ortaya çıkarır. Aydınların bazı düşüncelerinin dönüşmesi de normal karşılanmalıdır.
Rıza Tevfik’in aksine Mehmet Akif Ersoy, Safahat’ta dile getirdiği Abdülhamid karşıtlığından hiç vazgeçmedi. Oysa Mehmet Akif, kişisel olarak merhametli birisidir. Tevfik Fikret’le girdiği tartışmalarda söylediği bazı eleştirel cümleleri daha sonra kitaplarından çıkarmasına karşın, II: Abdülhamid’e yaptığı eleştirilerin hiçbirini eserlerinden çıkarmamıştır.
Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif’in Abdülhamid Karşıtlığını şu ifadelerle açıklıyor: “Akif, üç padişahtan Reşad’a kızıyor, Hamid’den iğreniyor, Vahdeddin’e hem kızıyor, hem de iğreniyor.”( Mithat Cemal Kuntay, Mehmed Akif, İstanbul 1939)
“Akif’in gerek aileden, okuldan aldığı eğitim ve telkinlerle, gerekse dönemin fikir hareketlerinin etkisiyle oluşan idealist Müslüman kişiliğinin bir sonucu olarak Abdülhamid’e muhalefet etmiştir. Ancak bu muhalefetini herhangi bir siyasal ihtirasa veya çıkara endekslememiştir. II. Abdülhamid’in saltanatının son yıllarına denk gelen gençlik yıllarında ilk kez şiirler yazan ve politikayla ilgilenen Akif, baytarlık mesleğini icra etmek amacıyla çıktığı yurt gezilerinde halkın yoksulluğuna ve çaresizliğine tanık olmuş ve bu durumun sorumlusu olarak gördüğü II. Abdülhamid’e karşı muhalefet edenlere sempati duymuştur. II. Abdülhamid’in istibdat anlayışıyla muhalif aydınlar üzerindeki baskısı, basına getirdiği sıkı sansür, sarayda kapalı bir hayat yaşayarak halktan ve halkın sorunlarından uzaklaşması, gösterişe kaçan uygulamalarından dolayı padişahı eleştiren şiirler yazmıştır. İstibdat olarak gördüğü Abdülhamid’in baskıcı yönetim anlayışına karşı Meşrutiyet i savunan Akif, zalim ve zorba idarecilere karşı çıkmayı cihat olarak görmüş ve muhalefetini tamamen İslami esaslara dayandırmıştır. Abdülhamid aleyhinde yazdığı şiirleri ancak Meşrutiyet in ilanından sonra, basın üzerindeki yasaklamaların kalkmasıyla, yayınlayabilmiştir. Akif, döneminin birçok aydını gibi her iktidara methiyeler düzmemiş, her dönemi kendi düşünce dünyası içerisinde değerlendirerek tutarlı bir duruş sergilemiştir”( İbrahim Halil Ozan, II. Abdülhamid Döneminde İslamcı Muhalefet Ve Mehmet Akif Ersoy, Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,4-5, 2016)
Ebu Ubeyde: Nasrallah'ın yasını tutuyoruz
28.09.2024
HİZBULLAH'IN FİLİSTİN SINAVI | HAZIM KORAL
28.09.2024
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024