Günümüzde İslam, dini istismar edip menfaatleri için araçsallaştıranlar ile dine karşı çıkanlar arasına sıkışmış durumdadır. İkisi de tutarsız davranışlarıyla dine ve samimi dindarlara zarar veriyorlar. Şunu da açıkça vurgulamak gerekir ki, İslam'ın ihmal edilmemesi gereken sosyal bir boyutu vardır. Bu alanda yapılan davranışların samimi olup olmadığının tespiti çoğunlukla bir hayli zordur.
Konuları kişiselleştirmeden ve muhataba saygı çerçevesinde tartışmak gerekir. Elbette dini pratiklerle ilgili bir konunun bir tarafı inanç ve ibadet özgürlüğü ile diğer yanı ise dini araçsallaştırarak şova dönüştürme davranışı ile ilgilidir.
Öte yandan dini araçsallaştıranların varlığını (ki bu tarih boyunca var olmuştur ve olmaya devam edecektir.) gerekçe göstererek kişilerin inanç ve ibadet alanındaki pratikleri engellenemez.
Büyük İslam alimlerinden Gazali, İslam’ın en temel kaynağı olan Kur'an'ın bile istismar edilebileceğini söylüyor. " Başka bir grup da Kur'an'ı süratle okumalarıyla gururlanırlar. Kur'an'da oldukça süratle yürürler. Bazen bir gün bir gecede bir hatim indirirler. Bunlardan birinin dili Kur'an okur, fakat kalbi isteklerin derelerinde yuvarlanmaktadır; zira bu kimse Kur'an'ın manalarını düşünmez ki Kur'an'ın yasaklarıyla nefsine çeki düzen verip ibret alsın. Kur'an'ın emirleri yanında durup yasaklarına riayet etsin! Kur'an okumak bahsinde, okumaktan Kur'an'dan gaye olan daha nice şeylere uymaz. Öyleyse bu kimse aldanmıştır. Kur'an'ın indirilişinden gayenin Kur'an'dan gafil olmakla beraber kem küm etmektir zanneder." ( Gazali, İhya-i Ulumi'd-Din, Tercüme: Ali Arslan, Merve Yayınları, Cilt: 3,s: 866) Ama bütün bunlar Kur'an okumayı engelleme hakkını kimseye vermez.
Sonuç olarak dini ibadetlerde temel ölçüt samimiyettir. Kuşku yok ki, dinin istismarına, kimden gelirse gelsin, karşı çıkmak gerekir. Öte yandan Türkiye'de sol/sosyalist/modernleşmeci anlayışın din algısı da sorunludur. Her dini pratiği dinin araçsallaştırılması ve istismarı kapsamına sokarak dinin toplumsal boyutunu görmezden geliyorlar.
Siyasal anlamda sağ muhafazakar milliyetçilik, dini köküne kadar istismar ederek siyasal bir ranta dönüştürmüştür. Sol- sosyalist- seküler modernleşmeci siyaset ise dini inkar ederek ve sosyal boyutunu yok sayarak kamu hayatından tamamen, sosyal hayattan ise mümkün olduğu ölçüde uzak tutmayı hedeflemiştir.
Oysa bir konuda anlaşmak gerekir: Bir insanın davranışı Kur'an'daki bir değere dayanıyorsa eleştirilemez. Bu değeri çeşitli gerekçeler ileri sürerek istismar ediyorsa eleştirilir. Kimin ibadet ve değerlerinde samimi olduğu kiminse istismar ettiğini belirlemek bir hayli zordur. Öte yandan, İslam'ın kişisel boyutu olduğu gibi toplumsal boyutu da vardır.
Türkiye'de inanç alanındaki engelleri gerçekten samimi olarak kaldırmak isteyenler, bu değerlere karşı duran sol/laik/modernleşmeci elitlerce sürekli olarak dini istismar etmekle suçlandı.
Uzun yıllar boyu sadece sağ muhafazakarlık değil, CHP ve Türk solu da dinin istismarını istismar ederek siyaset yaptı. Geleneksel olarak CHP'nin önemsediği şey, dindarların davranışlarının Kur'an'a uymadığı değil, devletin onayladığı dini anlayışa aykırı olmasıydı. Dini görünürlüğü ortadan kaldırmak için dini vicdanla sınırlayan bir anlayışı temel aldı. Bu siyasetin dindarlarda karşılık bulması zordu, bulmadı da. Ancak çok daha ötesi, bu tutum, dindar kitleleri sağ ve muhafazakar milliyetçi partilerin araçsal dindarlığına mahkum etti.
Dini istismar etmekten kurtarmanın yolu, istismar edilen değerin doğrusunu öğrenmek ve öğretmekten geçer. Dini eğitim önüne engel koyarak ya da engelleyerek din istismarını önlemek mümkün değildir. Türkiye'de modernleşmeci elitler ise bunu değil, dini yasaklama ve toplumsal hayattan uzaklaştırma yolunu denediler.
En küçük bir eleştiri yapmayan, içinde bulunduğu parti, grup, sendika ve sivil toplum örgütlerinin hatalarını görmeyen, gördüğü hataları davaya zarar verir veya menfaatlerine ters düşer gerekçesiyle öteleyen, menfaatlerini her şeyin önüne koyan, kendine dönük en küçük eleştiriyi kabullenmeyen, eleştiri yapan insanları tekfir eden, her yeni arayıştan şeytandan kaçar gibi kaçan, tarihini kutsallaştıran, yücelten ve hatadan arındıran, inandığı otoriteleri insanüstü yanılmaz konuma yükselterek yücelten, var olanı niteliğine bakmaksızın savunan ve yeni arayışlardan kaçan muhafazakar bir toplum, değil dünyayı kurtarmak, kendisini kurtarmaktan bile acizdir. "Bilinmeli ki, eylemiyle tutarsız bin söylemle dine edilmeyen hizmet, söylemiyle tutarlı tek bir eylemle mümkün olabilir ve olmaktadır. "(Teşhisi doğru yapalım, Metin Karabaşoğlu, https://serbestiyet.com/yaz.../teshisi-dogru-yapalim-172448/)
Dindarların en önemli sorunlarından biri eylem ile söylem arasındaki mesafedir. "Dindarların şunu farketmeleri şart: Eylemleriyle tutarlı olmayan söylemleri tekrarlamakla dine hizmet ediyor değiller. Bilakis “Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (Saff, 3) ayetindeki uyarıyla ve “Din samimiyettir” hadisindeki dersle çelişen bu tutarsız söylemler, insanları en fazla ‘tebliğ yorgunu’ yapıyor."(Teşhisi doğru yapalım, Metin Karabaşoğlu, https://serbestiyet.com/yaz.../teshisi-dogru-yapalim-172448/)
Dindarların davranışlarındaki tutarsızlıklar ve çelişkiler kitlelerin dinden uzaklaşmasına yol açmaktadır "Gözümüz önündeki manzarada din adaletin, hürriyetin, hakkaniyetin değil; haksızlığın, baskıcılığın, kayırmanın sebebi, âleti, gerekçesi gözüktüğü için dinden uzaklaşma ve hatta dine karşı mesafelenme dalgası bu ülkede güç ve ivme kazanıyor." (Teşhisi doğru yapalım, Metin Karabaşoğlu, https://serbestiyet.com/yaz.../teshisi-dogru-yapalim-172448/)
Dindarlar çok kapsamlı bir özeleştiri yapmalıdır. Ne yazık ki, özeleştiri Türkiye toplumunun önemli bir kesiminde yok. Türkiye halkı, eş, dost, akraba kayırmacılığına neden bu kadar yatkın? Hak, adalet ile menfaat, çıkar arasında kaldığında neden genellikle menfaat ve çıkarlarını tercih ediyor? Bu durum Türkiye toplumunun din ve ahlak anlayışının bir hayli sorunlu olduğunu gösteriyor. Daha açıkçası din olarak algıladığı şeyle, Peygamberin tebliğ ettiği din arasında büyük bir fark var. Böyle bir toplumda sadece siyasiler yolsuzluk yapmakla adam kayırmakla suçlanabilir mi? Toplumun önemli bir bölümü gerçekten adam kayırma, yolsuzluk ve rüşvete karşı mı, yoksa bunlardan kendisine pay alamadığın mı? Öte yandan adaleti bu kadar önemsemeyen toplumun adil siyasileri olur mu? Nasılsanız, öyle yönetiliyorsunuz.
Kendi içinde adil ve demokratik işleyişi olmayan, lider sultasına dayalı, özgürlüğe, çoğulculuk ve istişareye kapalı cemaat, parti, sivil toplum örgütü yapılarla hukuk devleti, adalet ve çoğulculuğu gerçekleştirmek zordur. Türkiye'de siyasal aidiyet, olaylara bakışı derinden etkiliyor. Bizden olanlar ve olmayanlar ayırımı adaletin önüne geçiyor. Bu anlayış bütün ideolojik yaklaşımlarda baskın bir eğilimdir.
İslam ahlakının yer bulamadığı, zorbalığın, rüşvetin, yolsuzluğun bu kadar kolay yapıldığı ve yeterince önemsemediği, dahası onaylandığı bir toplumda, adil ve özgür bir modelin nasıl olacağı konusu bir hayli zordur.
Müslümanların yaşadıkları çağa ilişkin, Kur'an ve Sünnetten hareketle sahih bir cevap üretemedikleri eleştirisi doğrudur. İslamcılık, tam da bu soruya bir cevap arayışı olarak ortaya çıkmıştır. Cevap üretip üretememek konusunda ne kadar yol alındığı ayrı bir tartışma. Sorun İslami endişesi olan aydınların arayışı ile ilgilidir. Asıl soru, sonuç ne olursa olsun müslüman bir insanın İslami bir düzen arayışı meşru mudur, değil midir sorusudur. Bu soru sonuçta ki başarıdan bağımsız bir arayıştır.
Öyle görülüyor ki, sorun Müslümanların tarihsel ve imanı yükümlülüğü ile ilgilidir. İzzetbegoviç üstadın tabiriyle bu arayışın adı İslam'dır.
Öte yandan söz konusu Batı'ya cevap üretmekse eğer, bu konuda sadece İslamcılar değil, sosyalistler, liberaller, milliyetçiler, Kemalistler de cevap üretemedi. Ayrıca Batı’nın ideal bir yer olduğu yargısı da doğru değildir. Çağın sorunlarını aşacak bir söylemle yükümlüdür müslümanlar. Yoksa çağ, sömürgeci, kapitalist, yıkıcı bir çağ. Buna uygun, onaylayan bir din olamaz zaten. İslamcılık, Batıya karşı sahih bir arayıştır. Ayrıca İslamcılık ütopik bir arayış değildir. Çünkü tarihin bir döneminde uygulanmıştır. Tarihin bir döneminde uygulanmıştır bir projenin tekrar uygulanması mümkündür.
Sonuç ne olursa olsun müslümanlar, inançlarını yaşamak ve onun temel değerlerinden hareketle bir toplum düzeni oluşturma çabaları üzerlerindeki en büyük sorumluluktur. İslamcıların başarısız olmaları arayışın meşruluğunu ortadan kaldırmaz.
İslamcılık ile İslam elbette eşitlenemez. İslam bir din İslamcılık dinin temel işlerinden hareketle yaşanılan çağa ilişkin bir toplum tasarımıdır. İslam değişmez İslamcılık içtihat alanına aittir ve değişebilir. İslamcılık İslamı yaşanılan çağa egemen kılmak isteyen, sömürü karşıtı, adil bir toplum tasarımıdır. İslamcılık, beşeri zihnin ürünüdür ve eleştiriye açıktır.
Fanatik ideolojik zihin olayları taraftar mantığı içinde değerlendirir. Kendi siyasal görüşüne ait yanlışları görmezden gelirken, muhalif olduğu siyasal görüşe ait olayları sürekli eleştirir. Bu anlamda taraftarlık bütün siyasal kimliklerde baskın bir özelliktir. Bu yüzden tikel eleştiriler yerine genel eleştiriler yapmak daha sağlıklıdır. Çünkü bütün siyasal kimlikler, ideolojik farklıklarına karşın ortak davranış kodlarına sahiptir.
Dindar zihnin İslam kardeşliğinden; milliyetçi, muhafazakar, devletçi dönüşümü üzerine düşünmek gerekir. "Davalar acılar içinde doğar, refah içinde ölür" diyor Aliya İzzetbegoviç. Dindarların siyasal serüveni ve ürettiği sonuçlar üzerinde derin bir özeleştiri yapılmalıdır.
Büyük Direnişci Cevher Dudayev
22.04.2025
Mustafa Ökkeş Evren ile Derkenar..
20.04.2025
Ankara'da 525 torbacı yakalandı
17.04.2025
İmamoğlu gösterilerinde 172 kişi tutuklandı
26.03.2025
Güven ve Adalet Toplumu |HAMZA ER
28.03.2025
UMRAN SORUYOR: DÜNYA NEREYE GİDİYOR?
29.03.2025
Sorular YUSUF YAVUZYILMAZ 19.04.2025
Bir Umreden Arda Kalan AHMET GÜRBÜZ 18.04.2025
Çağdaş Sorunlar ve Entelektüel… ABDULAZİZ TANTİK 18.04.2025
Şah Kalender Veli ORHAN GÖKTAŞ 19.04.2025