Cumhuriyet modernleşmesinin izlediği yöntem ve ulaşmak istediği hedef, büyük ölçüde dindarları dışlayan ve merkezden uzak tutmaya çalışan bir özelliğe sahiptir. "Cumhuriyetin iki ana sütunu bulunmaktadır: Sekülarizm ve ulusçuluk. ( N. Göle, Seküler ve Dinsel -Aşınan Sınırlar) Atatürk açısından ulus; Türk ve Batılı olmalıdır. Ona göre, uygarlık Batı uygarlığıdır. Zaten uygarlığa ulaşmak isteyen halklar da Batı'ya yönelmelidir. (B.Caporal, Kemalizm' de ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını III) Kemalist rejimde Türk milleti, her şeyden üstündür. Sadece Müslüman olmak değil, insan olmak da Türk olmaktan sonradır. ( M. E. Bozkurt, Atatürk İhtilali) Devletin yurttaşlarda aradığı tek nitelik " Türk" ( T. Alp, Türkleştirme ) olmaktır. Ulus, o kadar önemli bir olgudur ki dindarlar, meseleye milliyetçi ( ulusçu) gözle bakamamaktadırlar. Onların zihni, bu yüce duyguyu anlayacak kadar gelişmemiştir. Onlar, ümmetçi, yani baskıcı ve buyrukçudur. ( C. Tanyol, Laiklik ve İrtica) Türklük, Müslümanlıktan daha üstün olduğuna göre , onun artık İslam gibi bir derdi de yoktur. O, yaşamak dinine tapacak ve mahrum edildiği dünya nimetlerinden en iyi şekilde faydalanacaktır. (Ş. Aykut, Kemalizm) ( M. Metin Adıgüzel, Muhafazakarlığın Görünürlük Arzusu, Eski Yeni Yayınları, s: 131) Özellikle tek parti döneminde en sert şekilde uygulanan seküler –laiklik ve Türkçülük siyaseti, dindarları siyasal merkezin dışına itmiştir. Bu itilmişliğin yarattığı kırgınlık ve öfke, Türkiye dindar muhafazakarlığının zihinsel haritasını oluşturmuştur.
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren " Kentten dışlanan din de kırsala sığınacaktır. Dini eğitim, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde aşiret kalkanı altında devam ettirilmeye çalışılırken; Batı bölgelerinde ise milliyetçilik- muhafazakarlığın gölgesine girmiştir. "( M. M. Adıgüzel, Muhafazakarlığın Görünürlük Arzusu, Eski Yeni y, s: 134) Bu zorunlu durum İslam’ın özgün kimliğinin kaybolmasına ve milliyetçilik ve muhafazakarlık içinde erimesine yol açmıştır. Sonraki dönemlerde İslamcılık, milliyetçilik ve muhafazakarlıktan arınmaya çalışsa bile, bu tam anlamıyla gerçekleşememiştir. Türkiye İslamcılığının milliyetçi tepkilerinin temelinde doğup büyüdüğü geçmişin etkisi vardır. Özellikle kriz zamanlarında İslamcıların milliyetçilik ve muhafazakarlığa sığınmasının nedeni budur. Bu özellik Kürt sorunu gündeme geldiğinde daha da belirgin hale gelmektedir.
Din üzerine yapılan baskı, siyasal anlamda dindarları milliyetçi ve muhafazakar kesimlerle işbirliğine zorlamıştır. Milliyetçilik ve muhafazakarlık ile ittifaka giren İslamcılığın sınırları belirsiz hale gelmiş, bu durum sorunlu bir siyasal söylemin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Daha sonraki dönemlerde İslamcılığın siyasal alanda milliyetçi muhafazakarlıktan ayrılma çabaları, gelinen noktada yine milliyetçi muhafazakarlıkla işbirliğine yönelmiştir.
Dini siyasetin sağcılık içinde yer alması bir taraftan sağcılığı meşrulaştırırken, öte yandan solun dini faşizmle özdeşleşti em eşinin önünü açmıştır. Ancak bu yönelimde solun ateist ve reddedici konumu belirleyici olmuştur. Solun bu inkarcı tutumu, hiç hak etmedikleri ve istismar ettikleri halde dindarları sağ- milliyetçi- muhafazakar partilerin oy deposu haline getirmiştir. Bu noktada bir İslam sosyalizmi arayışına giren Nurettin Topçu'nun entelektüel sesi duyulmamış, onun yerine neredeyse değişmeyen tek özelliği CHP karşıtlığı olan ve sağ partilere destek veren şair Necip Fazıl'ın mukaddesatçı İslâm anlayışı egemen olmuştur.
Öte yandan kentten dışlanan din, aslı kaynaklarından uzaklaşmış niteliksiz tarikat ve cemaatlerin elinde iyice yozlaşmıştır. Cumhuriyet elitleri bu yozlaşmış din anlayışı üzerine eleştirilerini inşa etmişlerdir. 1935 yılına kadar dini eğitim tamamen ortadan kaldırılmışken, özellikle II. Dünya Savaşı sonrası konjonktürde bu konuda radikal sayılabilecek bir dönüşüm yaşanmıştır. Bu salt komünizm korkusuyla açıklanamaz. Dinin bıraktığı boşluğun doldurulamaması, Cumhuriyet ideolojisinin güçlü bir ahlakı anlam dünyasının olmaması bu adımı zorunlu kılmıştır. Bu amaçla 1949 yılında öğretime başlayan İlahiyat Fakültesi, dini asli kaynaklarına döndürmek amacıyla değil, medreselerin gerici din yorumuna karşı, rejimle ve laiklikle uyumlu bir din yorumu oluşturmak, dinin gücünden yararlanmak amacıyla açılmıştır. İlahiyatçılar sisteme uyumlu bir din yorumunu oluşturacak, bu amaca uygun ilahiyatçılar akademik olarak yükselecektir. Böylece Türk merkezli aydın bir din yorumu inşa edilecektir. Türkçe ibadet, Türkçe ezan tartışmalar da bu projeye uygun tartışmalardır.
Cumhuriyet elitlerinin resmi din anlayışı, dini hurafe ile eşitlerken onun sosyal yönünden faydalanmak istemişlerdir. Seküler laikler toplumun inşası için dinin yerine Kemalizm'in çağdaşlık ve medeniyet idealini koymuşlardır. Esasen seküler laikler ve dindar muhafazakarlar arasındaki gerilimin kaynakların da biri budur.
Kuşku yok ki, Cumhuriyet modernleşmesi de dine ihtiyaç duymuştur. Ancak bu din siyasetin ve toplumsal alanı belirleyen ilkeleri budanmış, vicdan işi olarak tanımlanmıştır bir dini anlayıştır. Bu dinin Tanrısı da deist bir Tanrı anlayışıdır. Evet bir Tanrı vardır, ancak o evreni yaratıp kurallarını koyduktan sonra ona daha karışmamaktadır. Teklif edilen fıkıhsız bir din anlayışıdır. Türkiye modernleşmesinin din algısı büyük ölçüde Batı tecrübesinden alınmıştır.
Öte yandan dini hayatın dışına atan ve ilerlemeyi dini geride bırakarak yapılması gerektiğini savunan modern düşünce, Türkiye modernleşmesinde pozitivizm, Darwinizm, ilerleme üzerinden etkili olmuştur. Dini devletin tekeline sokan anlayış, eninde sonunda devletin ideolojisine uygun bir fıkıh oluşturmak zorunda kalır. Bunu yapmak üzere oluşturulan kurum da 1924 yılında kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı'dır.
Cumhuriyet modernleşmesinin iki temel problem alanı din ve Kürtler olmuştur. Ama sorun Kürtler resmi ideolojiye nasıl el eklenecek ve din devlet ilişkileri nasıl düzenlenecektir. Laiklik ve Türk milliyetçiliği bu amaçla oluşturulmuştur. Ana sorun dindarları şekülerleştirip laikleştirmek, Kürtleri de Türk ana gövdesine eklememektir.
Laiklik, din ve devlet işlerinin ayrılması ve din hizmetlerinin sivil toplum tarafından yürütülmesi iken Cumhuriyet modernleşmesi bunu asla göze alamamıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı dini kontrol etmek ve resmi bir din oluşturmak üzere kurulmuştur.
Çok partili döneme geçiş sürecinde dindarlar farklı bir siyasal pratik izlerler. Genellikle sağ-muhafazakar milliyetçi partilere yakın dururlar. Dindarları sağ, muhafazakar ve milliyetçi siyasete yönelten CHP'nin din karşısındaki pozitivist, inkarcı ve yukarıdan bakan elitist tavrıdır. Kemal Kılıçdaroğlu'nun helalleşme projesi bu anlamda son derece önemliydi. Bu projenin önündeki en büyük engel katı laikçi Tek Parti Dönemini savunan, Türkiye sosyolojisini anlayamayan, seküler ulusalcı seçmen kitlesidir. Muhafazakar, milliyetçi ve İslamcı aydınların, yazarların ve siyasetçilerin temel eleştiri alanı Tek Parti Dönemi CHP karşıtlığıdır.
Bu karşıtlığın kökeninde cumhuriyet modernleşmesinin bilim ideolojisi yatmaktadır. "Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi ideolojisi, pozitivist bilim ideolojisidir. Zorlamaya dayalı hızlı bir değişim, halkın değerler dizisinin altüst olmasına sebep olmuştur. Türkiye'de doğan her insan, önce aile ile birlikte klasik geleneğe, sonra okul ile birlikte pozitivist ideolojiye gönüllü bir geçiş yapmak zorunda bırakılmıştır. Zihinler, birbiriyle uyuşmayan iki yorum dünyası arasına sıkışmış ve ağır bir fikri, kültürel çıkmaza saplanmıştır. "( M. Metin Adıgüzel, Muhafazakarlığın Görünürlük Arzusu, Eski Yeni y, s: 131)
İslamcı siyasetin politik macerası 1969 yılında Erbakan'ın siyaset sahnesine çıkmasıyla başlar. 1972 yılında kurulan MSP, kendini sağ ve sol siyasetten ayıran bir söylem üzerinden siyaset yaptı. Bu dönemde partiyi büyük ölçüde, Cumhuriyet modernleşmesinin merkezden uzak tuttuğu, taşralı dindarlar destekliyordu.
Zaman içinde Dindarların milliyetçilik ile işbirliği yeni bir milliyetçilik türü üretmiştir. Kuşkusuz bu, seküler ulusalcı Atatürk milliyetçiliğinden çok farlı bir düşünceye karşılık gelir. Böylece Türkiye'de iki farklı milliyetçilik türü ortaya çıktı. İlki, muhafazakar milliyetçilik, ikincisi seküler ulusalcılıktır. Tabi ki, bu ayırımın temelinde din yer almaktadır.
Tek Parti Dönemi'nde din üzerine olan baskı, dindarları CHP karşısındaki partilere yöneltmiştir. Bu tercihte gelenin niteliği değil, karşı olunanın gitmesi öncelenmiştir. Bu da dindarların politik eğilimini belirlemiştir. Bu eğilimin değişmez önceliği CHP karşıtlığı olmuştur.
Tek Parti Dönemi, hukuk( İstiklal mahkemeleri) demokrasi( kuvvetler birliği) yönetim modeli( Tek Parti, Parti devleti), din devlet ilişkilerini düzenleyen laiklik ( yer yer ateizme varan ve dine müdahale eden anlayışı / devlet ezanın nasıl okunacağına müdahale edemez) modeli ile günümüz demokratik hukuk devleti için referans oluşturamaz
Vefatının 4. Yılında Mehmed Alagaş ..
12.03.2025
Pursaklar’da Ramazan | Osman Kayaer
19.03.2025
Mehmet Ali Başaran ile Derkenar..
17.03.2025
Ramallah Yönetimi İsrail’e Çalışıyor
13.03.2025
Orhan Göktaş ile Derkenar..
04.03.2025
dindar babalar ve oğulları! MUSTAFA AKMEŞE 14.03.2025
Osmanlı ve Milliyetçilik YUSUF YAVUZYILMAZ 17.03.2025
Darbe yok Macera var MEHMET ALİ BAŞARAN 19.03.2025
İlgili Anne Baba: Serap ve Rıza FEYZULLAH AKDAĞ 18.03.2025
DİNDARIN TRAJEDİSİ YUSUF YAVUZYILMAZ 01.03.2025
Can Avar -2- FEYZULLAH AKDAĞ 03.03.2025
Can Avar -1- FEYZULLAH AKDAĞ 25.02.2025
SURİYE GEZİSİ ARDINDAN! SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 21.02.2025