metrika yandex
  • $32.45
  • 34.8
  • GA18240

SÜNNETULLAH

ENES TARIM
22.02.2021

“Her şey akıp gider. Aynı nehre iki defa giremezsiniz…”
Heraklitos (M.Ö. 475)

Çok eski dönemlerden beri kâinatın ve toplumların belirli yasalarının olduğu hususu düşünürlerin dikkatini çeken ve üzerinde müstakil eserler yazdıkları bir konu.

Platon MÖ 347 de hâlihazırda var olan toplumların bir çeşit organizma olduğunu savunarak bunları ideal devletin çürüyen kopyaları olarak nitelendirmiş ve toplumların çöküşlerinin nedenini dinden uzaklaşma ve ahlaki çürüme olarak yorumlamıştı. 

İbni Haldun’da Mukaddime ’sinde devletin ihtiyarlama çağı geldiğinde, sınırları küçülmeye başlar; devletin merkezi ise, Tanrı büsbütün yıkılışını takdir ettiği zamana kadar korunur diyordu.

Montaigne’in de devlete sosyal ve siyasal anlamda yaşayan bir canlı yaklaşımı gösteriyor; “Bedenlerimizin hastalıkları ve nitelikleri hükümetlerde de görülmektedir. Krallıklar ve cumhuriyetler bizim gibi doğmakta, gelişmekte, parlamakta ve yaşlanıp ölmektedir” diyordu.

Birçok düşünüre göre tarih sabit yasalara göre işliyordu.

Ortak genel vurgu ”tarihte bazı istisnalar dışında tüm medeniyetlerin kendi elleri ile iradelerinden kaynaklanan iç nedenlerle yok olmuş olduklarıydı.

İşte gerek bireysel gerekse toplumsal olarak tüm kainatın, canlı cansız tüm varlıkların yaşam ve ölümlerinin tekrarlanan belirli yasalar çerçevesinde gerçekleştiği düşüncesi Kuran da sünnetullah kelimesi ile hayat bulmaktaydı. 

Sünnet her ne kadar Hz. Peygamber’e nispet edilse de; Kuranda insanoğlunun tabi olduğu ve boyun eğmek zorunda kaldığı Allah’ın değişmeyen yasalarını tanımlamak için kullanılmakta.

Yani Allah'ın hayatın başlangıcından bugüne var olan ve olmaya da devam edecek olan değişmez kanunları…

***

Aslında sünnet ve Allah kelimeleri cahiliyede de biliniyor ve kullanılıyor olsa da sünnetullah Kuran’a has bir tabir ve gerek bireysel gerekse toplumsal tüm olayların belirli değişmez kanunlara göre meydana geldiğini vurgulamak için kullanılmakta.  (1)

Kuran tüm yaşantının belirli bir düzen çerçevesinde sosyal kanunlarla yönetildiğini ve bunun da Allah’ın iradesine bağlı olduğunu söyler. Ve geçmiş milletlerin başından geçen olaylardan bahisle O’nun yasalarına uygun yaşayan medeniyetlerin varlığını sürdürdüğünü, çiğneyenlerin ise yok olup gittiğini anlatır. (2)

Kitabın yaklaşık üçte birini oluşturan kıssalarda toplumların yükselme ve ilerleme sebeplerinin yani milletlerin çöküp yok olmalarının en önemli sebebinin Allah'ın değişmez yasaları olduğunu vurgular.

Tabiatın yeşermesi, doğada meydana gelen olaylar, yağmur, kar ve deprem beraberinde milletlerin yükselmeleri, geri kalmaları ve çökmeleri gibi evrende olup biten her şey tesadüf eseri değil evrensel bir kanun çerçevesinde meydana gelmektedir. Güneş ay ve dünyanın yörüngelerinde dönmesi, uzaydaki muntazam düzen, bitki ve ağaçların yeşerip sararmaları, çürüme ve ölmeleri…

Göklerin ve yerin yaratılışı, denizlerde gemilerin akıp gidişi, ölü toprağın yağmurla canlanıp bitkilerin yeşermesi, her şeyin insanın hizmetine verilişi…

Tüm bunlara dikkat çekilerek her şeyin tabi olduğu kanunların olduğu vurgulanır.

Evrende hiçbir şey sebepsiz olmadığı gibi, toplumda meydana gelen değişiklikler de tesadüfî değildir. Her yıl kışın ardından mutlaka bahar geliyorsa ve bu değişmeyen bir kanunsa; aynı şekilde toplumların yükselmesi ya da çöküp tarih sahnesinden silinmesi de öyledir.

O halde bu belirleyici yasalar karşısında tarihin işleyişinde insan ve toplumun iradesi söz konusu mudur?

Şeriati şöyle der: “Evet Kuran, toplumsal olayların değişmez yasalara bağlı olduğunu ifade etmektedir ancak o, insanın sorumluluğunu da ihmal etmez…”

Medeniyetlerin nimetleri elde etmesinin yolu doğru bir akide, güzel ameller ve yüksek ahlak sahibi olmasıdır. Nimetlerin kaybedilişi ise; hak ve adaletten uzaklaşma, özgürlükleri kısıtlama, hakkı inkâr, yolsuzluk ve kötü ahlakın sonucudur:

“…Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah ta o toplumun gidişatını değiştirmez. Ve Allah bir toplumu cezalandırmayı murat ettiği zaman onu engellemek mümkün olmaz; ondan başka sığınacak bir merci de bulamazlar.” (Rad,11)

Yani değişimi gerçekleştiren bizzat toplumun kendisidir. Kötüye gidişte de iyiye gidişte de bu böyledir. Toplumların, medeniyetlerin, kültürlerin değişmesi insan kalitesine bağlıdır. Eğer bir değişim meydana gerçekleşmişse, bu kesinlikle daha önce toplumun kendi içerisinde bir farklılık gerçekleştirdiğinin işaretidir ve o toplumu oluşturan bireylerin kendi iradeleriyle yaptıklarının bir sonucudur.

O halde depreme dayanıklı binalar yapmayan, fay hatlarının geçtikleri yerleri tespit etmeden inşaat yapan ve buna izin veren yöneticiler, su yatakları üzerine yerleşim yerleri yapılmasına göz yuman idareciler bu yıkımlardan ve ölümlerden sorumlu değil de ilahi yasalar mı sorumludur?

Ülkemizde meydana gelen depremlerde binlerce insan yaşamını yitirirken; Japonya gibi ülkelerde gerçekleşen daha büyük depremlerde hiç zayiat olmamasının nedeni şüphesiz kendi hata ve ihmallerimiz kaynaklıdır. Kuran tüm bunların nedenini bizzat o toplumların kendi nefislerine yaptıkları zulüm ve haksızlıklar yüzünden olduğunu belirtir. (3)

***

Bir toplumun, varlığını sürdürebilmesi için mutlaka Allah'a inanması gerekir mi?

Toplumların helak olmalarının nedeni küfürde olmaları mıdır?

Aslında toplumların ve devletlerin çöküşlerinin nedeni küfür değil zulümdür.

Bir toplum gayrı İslami de olsa, yöneticileri halka zulmetmiyorsa, adaleti gözetiyorsa ilahi yasa gereği varlığını sürdürecektir. Nitekim Kuran'da toplumların aralarında adaletle hükmettikleri takdirde yok olmayacakları bildirilmektedir:

“Halkı uslu kimseler olsaydı, Rabbin o şehirleri zulümle/haksız yere helâk edecek değildi.” (Hud, 117)

Zulüm ve haksızlığın yaygınlık kazandığı, işkencenin yaygınlaştığı, insanların suçsuz yere hapsedilip mağdur edildiği, insan hak ve hürriyetlerinin ihlal edildiği bir toplum dinine, mezhebine, inancına bakılmaksızın; anayasasında İslam da yazsa, yöneticisi halife ya da imam da olsa güçsüz hale gelmesi ve tarih sahnesinden yok olup gitmesi ilahi yasa gereğidir.

Zalimleri desteklemek ve onlara taraftar görünmek te onların kötülüklerini onaylamak anlamına geldiğinden ilahi cezayı gerektiren davranışlardandır:

“Sakın zulmedenlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka koruyucularınız da yoktur. Sonra size yardım edilmez.” (Hud, 113)

Onlara yakın olmak, destekleyerek iktidarlarını sürdürmek, zulümlerini tasdik etmek gerek bu dünyada gerekse ahirette ilâhî cezayı gerektiren nedenlerdendir:

“Onlar geride nice şeyler bıraktılar; bahçeler, çeşmeler. Ekinler, güzel makamlar. Ve zevki sefa sürdükleri nice nimetler. İşte böyle oldu ve biz onları başka bir topluma miras verdik. Onlara gök ve yer ağlamadı ve ne de kendilerine bir fırsat verildi.” (Duhan, 25-29)

Genel bir azaptan kurtulmak için zulüm işlemekten kaçınmak ve o zalimlere yardımcı olmamak yeterli olmayıp aynı zamanda onların zulmüne de engel olmak gerekmekir. Onlar yani zalim idareciler ve onların yardımcıları dünyada da ahirette de birlikte cezalandırılacak, cehennem azabını birlikte çekeceklerdir. (4)

O halde bir toplumda fesat yaygınlaşır yöneticiler lükse ve israfa dalar halkın yararı doğrultusunda gayret göstermez ve toplumdaki akil insanlar da bu zulme müdahale etmezlerse o toplumun yok olması kaçınılmazdır:

“Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan men etmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı…” (Hud, 116)

***

Toplumlarda fesadın yaygınlaşması daha çok o ülkenin servet sahibi şımarık zenginleri vasıtasıyla da gerçekleşmektedir:

“Biz bir ülkeyi/medeniyeti yok etmeyi istediğimiz zaman, onun servet ve nimetle şımarmış elebaşlarına emirler yöneltiriz/onları yöneticiler yaparız da onlar orada bozgunculuk yaparlar. Böylece o ülke/ medeniyet aleyhine hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz.” (İsra, 16)

Ayette ülkeler/medeniyetler yok edilirken servetle şımarmış elebaşlarına emirler verilmesinin Allah'a nispet edilmesi, bunun sünnetullahla ilgili yasalar çerçevesinde meydana gelmesinden dolayıdır. Kuran'dan ilham alan İbni Haldun Mukaddime ‘sinde şımarık zenginlerin, toplumları nasıl güçsüz hale getirip medeniyetleri çöküşe sürüklediklerini özetle şöyle anlatır:

“Servetin artmasıyla birtakım alışkanlıklar da artar ve gittikçe gelirlerin karşılamayacağı boyutta masraflar olmaya başlar. Böyle bir ortamda fakirler ezilirken zenginler de servetlerini eğlencelerde tüketirler. Daha sonra gelen nesiller, daha da zevke düşkün olurlar, bütün gelirlerini bu yolda harcarlar. Bolluk içinde yaşamak, zevklere dalmak, insan karakterini bozacak her çeşit kötülük ve iradesizliğe neden olur. Bunun bir sonucu olarak medeniyetin devam etmesinin bağlı bulunduğu iyi meziyetler yok olurken, medeniyetin çökmesine neden olan kötü huylar yaygınlık kazanır. Bundan sonra o medeniyette çöküş işaretleri görülmeye başlar, yapısı sarsılır ve nihâyetinde önlenmesi imkânsız yıkılma ve yok olma safhası ortaya çıkar. Bu, Yüce Allah'ın medeniyetler için koyduğu gerileme ve çökme yasasının gereğidir…” (5) 

***

Tarih, tesadüfen yaşanan bir zaman dilimi değil; insanoğlunun kendi iradesiyle yürüyeceği yolu seçtiği ve sonuçlarına katlanmak zorunda olduğu bir pratik uygulama sahasıdır.  

İnsanlık Allah’tan yüz çevirdiği, Onun emir ve yasaklarına uymaktan geri kaldığı ve öğütlerinden müstağni durduğu her asırda hep kendi acı sonunu hazırlamaktadır:

“Azabımızı hissettikleri zaman onlar, derhal oradan kaçmak için hayvanlarını mahmuzluyorlardı. Kaçmayın. İçinde bulunduğunuz refaha ve yurtlarınıza dönün, çünkü sorguya çekileceksiniz! Eyvah bize, dediler, gerçekten biz (nefislerimize) zulmedenlermişiz. Bu mırıldanmaları sürüp giderken biz onları, biçilmiş ekin gibi yaptık, sönüp gittiler…” (Enbiya, 12-15)

Selam ve dua ile…

 

Notlar :

(1) (3/137, 17/77, 33/38, 33/62, 35/43, 40/85, 48/23)

(2) (35/41-43-44) (36/33-44; 67/3-4)

(3) (Rum, 9)

(4) (Hud, 98; Mümin, 46)

(5) (İbn Haldun, Mukaddime)

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş