Haksöz Haber’de 23 Ekim 2021’de yayımlanan bir haberde Hz. Hüseyin (r.a.) Türbesi’nin Şii vaizi Murtaza Kazvini Şiilere hitaben; takiyyeyi bırakıp açıktan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e lanet etmeleri çağrısında bulunduğu ifade ediliyor. Devamında da Irak’ta artık Şiilerin hakim olduğuna değinerek Irak Şiilerine takiyye zamanının geçtiğini, gerçek inançlarını açığa vurmaları gerektiğini söylediği kaydediliyor.
Aslında Şii vaizin ortaya koyduğu bu tavır yeni değil. Asırlardan beri aynı şenaati işlemektedirler. Hatta öyle ki Osmanlı döneminde bile 29 Ocak 1590’da İstanbul’a padişahın huzuruna gelen 600 kişilik İran heyetiyle yapılan görüşme ve anlaşma sonrası 21 Mart 1590’da imzalanan mutabakat metninin bir maddesi, Peygamber’in (a.s.) sahabileri, içtihad sahibi imamlar ve Hz. Aişe annemiz hakkında “Şetm u la’n ve kazf u ta’n” (küfür etme, lanet okuma, zina suçlaması ve kınama) olunmaması hükme bağlanmıştı. Keza aynı madde 17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması’nda da yer aldı. Teyiden 17 Ekim 1736’da varılan bir anlaşmada da tekrar edildi.
Şiiliğin ilk temelleri 7. Yüzyılda Küfe’de atılmıştır. İran Şialığı İrak sonrasına rastlar.İran”nın şiileşmesi Safevi döneminde olmuştur. Ancak İran, neredeyse 16.yüzyılın başından bu yana ve özellikle de Safevi-Osmanlı dönemlerinde Irak’ta Osmanlı’ya karşı üstünlük sağlamak için Irak’ı çatışma üssü olarak görmüştür. Hatta gerek Yavuz Sultan Selim ve gerekse oğlu Kanuni sürekli Irak üzerinde İran’la mücadele halinde olmuşlardır. Kanuni’nin 46 yıllık padişahlık süresinin 13 yılı Irak’ta, İran ile mücadele ile geçmiştir. Burada bir not düşmek zaruridir. Irak’taki Şiilik mercileri hiçbir zaman İran’daki Şiilik havzaları kadar mezhepçi olmamışlardır. Irak’taki Arap Şiasında tepkisellikten ziyade Hz. Ali öznesinde Ehl_i Beyt muhabbeti hep önde olmuştur. İran Şiasında ise Hz. Hüseyin öznesinde Ehl-i Beyt muhabbeti öne çıkmıştır. Bugün İran kökenli Kazvini’yi Hz. Hüseyin (r.a.) Türbesinin vaizliğine getiren Sistani ve zihniyeti ile Irak’taki Arap kökenli Şii mercilerle de yeterince örtüşmemektedir. Nitekim Irak’lı Şii mercilerin önderleri İngilizlerin Osmanlı Devleti’ni işgal girişimlerine karşı o tarihlerde cihad fetvası yayınlamışlardır. (Bkz. Irak’ta Şii Merciliğin Siyasi Rolü, Ziya Abbas, Önsöz Yay. Sh. 381) Irak’ta Saddam sonrası Şia egemenliğindeki şahsiyetlerin söylem ve eylemlerinde bile farkı, farkedebiliyorsunuz.
Allah aşkına Şeyh Hüseyin Fadlallah (Allah rahmet etsin) ile Ali Hamaney’i ya da Ayetullah Cenneti’yi ya da Sistani’yi aynı kefeye koyabilir misiniz? Keza şu anki Irak siyasetinde Mukteda Sadr ile diğerlerini bir tutabilir misiniz? Ya da Lübnan’da Hizbullah’ın ilk kurucu genel sekreteri olan Şeyh Tüfeyli ile bunları mukayese edebilir misiniz? Elbette hayır. Muhabbetlerine şahit olduğum Şeyh said Şaban(sünni) ile Şeyh Fadlallah’ın(şii) aralarında mezhebi ittifak değil tevhidi ittifak vardı. Gönül isterdi ki ne Şiilik ne de Sünnilik ortak paydası yerine İslami Tevhid ortak paydasında bir olalım.
İran Şiası Humeyni’nin: ‘Ne Şiilik ne Sünnilik ancak İslam’ söylemine rağmen mezhepçiliği hep ön planda tutmaya çalışıyor. Mevcut İran yönetiminin ilgi duyduğu başta Irak olmak üzere Suriye, Lübnan, Yemen Bahreyn, Pakistan/Pencap ve benzeri birçok yerlerde ‘Tevhid’ merkezli bir mücadele vermiyor. Ortaya konulan mücadele ve ilgilerinin iki öznesi var: mezhep ve etnik aidiyet. Elbette bu yaklaşım tarihte eşine az rastlanır olan İran İslam İnkılabı ve getirdikleri ile bağdaşmaz.
Tabii ki İran’ın ve Şii mercilerin Türkiye’ye de yakin ilgilerinin olduğu bilinmektedir. Birçok kereler şahit olduğum üzere ilgilendikleri insanların İslami, tevhidi bir çizgiye gelmelerine vesile olmaktan ziyade ve hatta bir gayr-i müslimin İslam’a gelmesine öncelik vermek yerine bir Sünni’nin Şia olmasına öncelik vermektedirler. İsterseniz çevrenize bakınız, sonradan Şii olanların tamamı seküler insanlar değil, kendilerini Sünni kabul edenlerden oluşmakta. Bunanla da Sünniler Sünni, Şiiler Şii kalsın da demiyorum. Kastım hepimiz Allah’ın Kitabı, Resulü’nün (a.s.) Sünneti ve Ehl-i Beyt muhabbetinde bir olalım, beraber olalım. Aksi halde Kur’an’ın şu ikazına muhatap oluruz: “Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her grup kendi katındaki (dini anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.” (Rum Suresi: 32)
Kur’an’ın mükerrer ikazlarına rağmen mezhebi motif ve söylemlerin öne çıktığı ve hatta mezhebin din olarak algılandığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Kur’an ne derse desin bazıları bunu hesaba katmamakta ısrarcı. Kur’an Hz. Aişe validemize ilişkin ortaya atılan ‘İFK’ olayına Nur Suresi 11. Ayetten 21. ayete kadar Hz. Aişe validemizin masumiyetini-suçsuzluğunu, olayı ortaya atanların iftiracı olduğunu belirtmesine rağmen daha halen ona/validemize iftiraya devam edenler var. İşte onlardan birisinin yazdığı söylenen ‘Alisiz Sünnilik’ kitabından birkaç alıntı yapalım:
- Eğer taassubu bir kenara bırakarak gerçeklerin peşinde olursak, Aişe’nin günahlardan masum olduğunu söyleyebilir miyiz? (s. 269)
- Resulullah (s.a.a.) bir gün eliyle Aişe’nin evini göstererek şöyle buyurmuştur: “Fitne işte buradadır, fitne işte buradadır; şeytanın boynuzu buradan zuhur edecektir.” (s. 290)
- Ömer b. Hattab”da Kur’an ve sünnetin dayanılamayacak bir şey olduğuna inanmış olacak ki, hilafeti döneminde, “Su bulamazsak nasıl namaz kılalım?” diye soran birine “Eğer su bulamazsan, namazı boş verin” (s. 225)
- Halk arasında Hz. Ali, Ömer ve Osman’ın öldürüldükleri biliniyor; ancak Hz. Muhammed’in katledildiği bilinmediği gibi; insanlar Ebubekir’in de en yakın arkadaşları tarafından bir siyasi cinayete kurban gittiğini bilmiyor. (357)
- Ömer’le Ebubekir, başlangıçta henüz Hz. Muhammed’i öldürmeden önce halifelik konusunda anlaşarak adım atmışlardı. (s. 362) (Bkz. Alisiz Sünnilik, Mehmet Ünal, İkaz Yay. Ankara, Ekim 2012)
Evet bu ve benzeri birçok ifadeleri gerek sözlü gerekse basılı olarak işittim, gördüm,okudum. Tüm bu olup-bitenlere rağmen yine de çağrımı tekrarlıyorum. Geliniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılalım, cahili adet ve davranışları terk edelim. Ait olduğumuz mezhepleri din olarak görmekten vazgeçelim. Zira mezhepler sadece dinin yorumudur. Yüce Allah bizleri mezhebimizden değil, Kitap ve onun sahih yorumcusu, yaşayıcısı Hz. Resul’ün (a.s.) Sünnetinden hesaba çekecek. Ve her kim ve mevkii ne olursa olsun mezhebine ve etnik kimliğine çağırıyorsa, bu çağrıya hep birlikte hayır diyelim. (30 Ekim 2021)
Ali Kaçar ile Derkenar..
01.05.2024
Kibrin Mağlûbiyeti -2 | İlhan Akar
30.04.2024
Ali Kaçar ile Derkenar..
01.05.2024
Suriyeli Mültecilerin Sorunları ORHAN GÖKTAŞ 02.05.2024
‘din’darlık meze olunca! MUSTAFA AKMEŞE 03.05.2024
İslam ve Ütopya YUSUF YAVUZYILMAZ 05.05.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
Ölüm ve Bayram AHMET SEMİH TORUN 13.04.2024
müslüman ‘Allah diri’dir! valla! MUSTAFA AKMEŞE 19.04.2024
SİYASET VE SERMAYE YUSUF YAVUZYILMAZ 13.04.2024
Baş Döndüren Diplomasi AHMET GÜRBÜZ 24.04.2024