metrika yandex
  • $32.46
  • 34.71
  • GA18240

KISSANIN SONUNDA İSMAİL KURTULUYOR!

ESRA DURU
25.03.2024

 

Bu yazı, son 170 gündür İsrail’in kelimelere sığmaz, inanılmaz zulümleri altında her gün biraz daha ölürken Gazze’nin, insanlığımızdan kalanlara cömertçe ikram ettiği nihai derslere genel bir bakış denemesidir. Hikâyenin sonunu bilmiyormuşçasına seyredip duranlar için “spoiler” (tat kaçıran, havasını söndüren, merak unsurunu öldüren) içermektedir.

Eski ama bildik bir hikâyeden Gazze’ye

İbrahim, yanında bıdır bıdır konuşup tatlı tatlı yürüyerek gezen kıymetlisi İsmail’i, rüyasına kadar sızan geleneğin baskısından hareketle kurban etmesi gerektiğine karar verdi. Çünkü denir ki o zamana kadar kabileler, topluluklar evlatlarını; korktukları, şerrinden emin olmak istedikleri ilahlara kurban ediyorlardı. Belki de bu öyle yoğun bir bilinçaltı oluşturmuştu ki doğruyu atalarının dinine karşı çıkarak bulan, sahte ilahları yıkan İbrahim, bunu Allah’ın istediğini ve O’nun hoşuna gidecek bir eylem olduğunu sandı. Halbuki böyle bir kurbanı Allah istememişti. Nitekim Rabbi, İbrahim’i tam İsmail’i kurban edecekken durdurdu. Sonra, yüzyıllar sonra bize o anı şöyle aktardı: “Fakat ikisi Allah’ın emri (olarak gördükleri)ne kendilerini teslim edince ve onu yüzüstü yatırınca, kendisine seslendik: ‘Ey İbrahim, sen şimdiden o rüya(nın amacı)nı yerine getirmiş oldun!’ İşte iyilik yapanları Biz böyle ödüllendiririz: Çünkü bu, gerçekten apaçık bir sınama idi.” (37:103-106 Muhammed Esed tefsirli meal.)

Gazzelilerin bunca acı karşısında “Hasbünallahu ve ni’mel vekil!” dediklerini görüyoruz. Nasıl oldukları sorulduğunda hep “Elhamdulillah!” diyorlar. Bunun üstüne düşünürken yazar Nihan Kaya’nın İyi Toplum Yoktur kitabındaki “Teslimiyet” ve “Tanrı’nın Dış’tan İç’e taşınması” bahsini hatırladım. Kaya, teslimiyetin; ruhsal güçlenmenin ve tekamülün nesnesi olmasından hareketle insanın kendisinden başkası üzerinden gerçekleşemeyeceğine dikkat çekerek, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek istemesinin teslimiyet olarak tanımlanmasını doğru bulmadığını söylüyor.

Hz. Yunus kıssasına da bu açıdan bakan Kaya, insanın etrafındaki unsurları çirkin, düşman, saldırgan, tehdit edici şekillerde algılamasının iç dünyasıyla ilgili olduğunu, kendisini güvende hissedemeyen, tüm dünyanın ona karşı komplo kurduğunu düşünen şizofrenler gibi tanrı tasavvurunun da öfkeli ve tehditkâr bir Tanrı olarak tezahür ettiğini ifade ediyor. Kaya, “Tanrı’nın dış’tan iç’e taşınması, orada tanrıya dönüşmesi, önemli bir adımdır; masaldaki Çirkin’in yakışıklı ve çekici prense dönüşmesine benzer. Çirkin’in yakışıklı prense dönüşmesiyle birlikte etraftaki her şey de dostlaşır. Bakire genç kızlar, keçiler, günahsız çocuklar kurban ettiğimiz bir Tanrı imgesi, suçluluk duygusunun işaretidir. Tanrı’sı gökyüzünden inip kalbine yerleşmiş kimse -biz buradaki ‘tanrı’yı nasıl yorumlarsak yorumlayalım, bir dine inanalım ya da inanmayalım- gece vakti uykusundan depremle uyansa, hortumla, sellerle, felaketlerle karşılaşsa bile kendisini tehdit altında hissetmez. Zira ‘merkez’ de dış’tan iç’e taşınmıştır. Yunus’un balığın karnındayken ‘Allah’ım n’olur beni bu balığın karnından çıkar’ diye dua etmediğini, bunun yerine ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ anlamındaki ‘Hasbünallahi ve ni’mel vekil’ cümlesini zikrettiğini hatırlayabiliriz. Kurban kıssasını da İbrahim için önce Ay, sonra Güneş olmuş Tanrı’nın bu sefer de yukarıdaki yerinden, yani Dış’tan İç’e taşınmasının gerçekleştiği hikâye olarak okumak mümkün” diyor.

Üç kutsal kitapta da anlatılan kurban kıssasının sonunda İsmail ilahi müdahaleyle hep kurtuluyor. Rabbimiz, İsmail’i kurtarmak, bu çirkin geleneğe son vermek için gökten onun yerine bir kurban indirdiğini bildiriyor. Bizse gerçek bir teslimiyeti anlamak ve inşa etmek yerine; belki dünyadan umudumuzu kesmemek için, bir süre onunla avunup oyalanmak için ya da evlerimiz, ellerimiz cennet gibi koksun diye, bir sebeple işte, doğurduğumuz çocuklarımızı bir şeylere kurban vermeye devam ediyoruz. Kimin ne alıp ne sattığını bilememenin sıkıntısıyla kıvranan vicdanımızın acısını avutmaya, utancımızı, çocuklarımızın ölümündeki pasif rolümüzü “çocuk şehit1” diye bir kavramla örtmeye çalışıyoruz. Aslında çocuktan şehit olmaz, çocuklar ölünce zaten cennete gider biliyoruz. Kendini ilah zanneden bir zalimin, sahteliğini örtbas etmek isterken yaptığı kıyıma kaptırdığımız kavramlara belki bir de şehadet kavramı ekleniyor.

Rabbimiz, bize, Gazzeli çocukları bu sahte ilahın ayinine kurban vermememiz için feda edebileceğimiz şeyleri işaret ederken; biz, ellerimizi açıp O’ndan Gazze’yi kurtarmasını diliyoruz. Gazze zaten O’nun hükmüne teslim olmuş, onların kurtuluşundan bize hangi pay düşecek bilmiyoruz.

Yazarımızın başka yazı ve hikâyeleri için: https://yagmurluikindiyazilari.blogspot.com/

Esra Özer Duru, Ankara, 23.3.2024.

 

1 “Çocuk şehit” tanımıyla ilgili Meryem Suveyda’nın yazdığı başka bir yazı için: https://hertaraf.com/haber-cocuklarin-sehitlige-ihtiyaci-yoktur-meryem-suveyda-12646

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
AliCan | 25.03.2024 19:59
Çocuklar zaten masum. Dediginiz gibi ayrica onlara sehit demek gerekmiyor..