Hollanda’da hükümet düşmüş. Başbakanlığın gedikli memuru Mark Rutte de siyaseti bırakma kararı almış. Bu bahane ile gelin size Rutte ile anımı anlatayım ve biraz da Paris’te Nahel’i öldüren polisi…
2013 yılı başı, Hollanda’dayım. Filistin dostu bir grup üniversitede panel düzenliyor. Arkadaşlarla gittik, üç beş yoldaşla tanıştık orada. Epey radikal, Hollanda’da nadir bulunan cinsten solculardı. Kısa süre sonra de-facto başkent Lahey’de bir yürüyüş yapacaklarmış. Üç arkadaş bu fırsatı da kaçırmadık elbette. Eylemin başlangıç noktası başbakanlık ofisinin de bulunduğu bir kompleksin önüydü. Gittiğimizde ekip hazırlıklarını yapıyordu.
Filistin bayrakları dağıtılıyor, dövizler yazılıyor. Ben diyeyim yirmi, siz deyin yirmi beş kişi… Eyleme başlayacaktık ki Rutte meşhur bisikletinden yanımızda indi, bize el salladı, sıcak bir laf da attı ve ofisine yöneldi. Evet, tam tahmin ettiğiniz gibi: Ne koruma, ne de polis vardı etrafta!
Az sonra yürüyüşe başladık. Yalnızca bir bisikletli polis bizi takip ediyordu. Kaldırımdan, neredeyse slogansız yürüyor, arada slogan attırmaya çalışıyorduk olmayan Hollandacamızla.
Genişçe bir parkın içinden geçerken ekipten birileri “hadi” dedi “beraber fotoğraf çekinelim!”
Sakin sakin bizi takip eden bisikletli polis işte o zaman gösterdi Hollanda devletinin ceberut yüzünü. “Hayır,” dedi “kesinlikle duramazsınız!” Gayet net, kendinden emin… Parkta, çimenlerin üzerinde fotoğraf çekmemize izin vermiyordu: “İzni yürüyüş yapmak için aldınız, duramazsınız!”
Daha ilginç olanı, yirmi kişilik grubun o tek polise itaat etmesiydi. Çektirmedi fotoğrafı bisikletli. İtaat edeceğimizi biliyordu ki tek başına otoritesini bu üst sınırlarda uygulamaya cüret edebilmişti. Yoksa akıl alır bir izahı yoktu bu durumun. Tek başına, özel bir teçhizatı bulunmayan birisinin yirmi kişiye hükmetmesi derin bir itaatten başka ne ile açıklanabilirdi?
Bir an için yol tıkanacak olsa, bir rahatsızlık oluşturulsa, tehlikeli bir durum olsa… Belki o zaman bu itaatin yalnızca devlete değil aynı zamanda bir başka üst değere, belki bir hakikate de gönderme yaptığına dâir hüsn-ü zanda bulunabilirdik. Şimdi ise düzen ve onun koruyucusuna olan itaatten fazlası yoktu. Bu itaat koşulsuz değildir elbet. Güzel bir karın tokluğu olmasa mesela? Belki bir de birkaç senede bir, ülkenin kaderine etki etme potansiyeli neredeyse sıfır bir oy verme işlemi… Hükümet aylarca kurulamasa da düzene zarar gelmeyeceği garantisiyle hem de…
Bir devlet, bisikletli polisi ile solcunun yürüyüşüne bu şekilde hükmedebiliyorsa; başbakan, ofisine neden bisikletle gitmesindi ki?
Aynı polis kimin tam olarak itaat altına alınamadığını da biliyor. Paris’te “dur” ihtarına uymayan Nahel’i öldürürken tereddüt etmiyor.
Genelde rengine bakıyor. Renk karardıkça açlık artıyor, itaat azalıyor. Ya da bir başka deyişle; toklukla özgürlüğü koşutlayan genel yargının aksine toklukla itaat, açlıkla özgürlük artıyor.
15.07.2023 Yeni Pencere
Ali Kaçar ile Derkenar..
01.05.2024
Kibrin Mağlûbiyeti -2 | İlhan Akar
30.04.2024
Suriyeli Mültecilerin Sorunları ORHAN GÖKTAŞ 02.05.2024
Başkası İçin Yaşamak Doç. Dr. MEHMET SAĞLAM 28.04.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
Ölüm ve Bayram AHMET SEMİH TORUN 13.04.2024
müslüman ‘Allah diri’dir! valla! MUSTAFA AKMEŞE 19.04.2024