Dünya tarihi adeta kanla ve göz yaşı ile yazılmış dense yeridir. Kültür, sanat ve medeniyet de şüphesiz tarihin önemli unsurları ancak ders kitaplarından başlayarak tarih denilince akla hep savaşlarla dolu sayfalar gelmektedir. Ne yazık ki medeniyetin bütün ilerlemesine ve bütün uluslararası kurum ve kuralların geliştirilmesine rağmen 21. Yüzyılda da savaşlarla ölmeye devam ediyoruz.
Bugün Çerkeslerin vatan savunması savaşını, modern Soçi şehrinin bulunduğu bölgede 21 Mayıs 1864 tarihinde yaşananson muharebe ile kaybetmelerinin 159. yıldönümü. Bu tarih Çerkes Soykırımı ve Sürgünü için sembolik tarih olarak dünya genelinde kabul görmüş durumdadır. Çerkesler 1763-1864 yılları arasında 101 yıl dünyanın en büyük ordularından birine karşı, saldırganla kıyaslanamayacak ölçüde kısıtlı imkanlarla, tüm dünyanın saygısını kazanan bir vatan savunması savaşı verdi. Bu savaş Rusya’nın Anadolu’ya gelişini de bir asır geciktirmiştir.
İşgalci Rus Çarlığı orduları, “Bize Kafkasya lazım, Kafkasyalılar değil” prensibi doğrultusunda, her türlü savaş kuralını da göz ardı eden soykırım uygulamaları niteliğinde çocuk, kadın, yaşlı ayırt etmeksizin sivil katliamlarla, yerleşim yerlerinin ve tarım alanlarının tahribi ile parça parça tüm Kafkasya’yı ve son aşamada da Çerkesya’yı ele geçirdiler. 1801’de Gürcistan’ın Rusya’ya ilhakı ile de Çerkesya’nın tamamen kuşatılması savunma savaşını büyük ölçüde zorlaştırmıştır.
Savaş süresince uygulanan soykırım politikaları ile kendi ülkelerinin bir çok bölgesinde azınlık durumuna düşürülen Çerkesler, 21 Mayıs 1864 sonrası tam bir etnik temizlik niteliği taşıyan Çerkes Sürgünü ile Osmanlı Coğrafyasına küçük gruplar halinde dağıtılmıştır. Bugün özellikle tarihi Çerkesyanın parçası olan Karadeniz kıyısı adeta tamamen Çerkesten “arındırılmış” durumdadır. Çerkesler Rusya Federasyonu içerisinde federe bölgeleri olan Adıgey, Karaçay Çerkes ve Kabardey Balkar Cumhuriyetlerinde de nüfus açısından dezavantajlı konumdadır.
Savaş ve sürgün sonrası Çerkesler hem anavatanlarında hem de diasporada dönem dönem yoğunlaşan asimilasyon politikalarına karşı da varlık mücadelesi vermektedir. Dil, kültür ve kimliğin ifadesi, korunması ve geliştirilmesi konusunda pozitif yükümlülüğü olan ülke yönetimleri ve yerel yönetimler bilakis engeller ve yasaklar koymaktadır.
Atalarını ve vatanlarını kaybeden Çerkes diasporası, her 21 Mayıs Anmasında ana sloganlardan biri olarak “İntikam değil Adalet” sloganlarını haykırmakta ve bu yöndeki afişleri taşımaktadır. Geçmişin muhasebesini sağlıklı bir şekilde yapıp adil bir barış çerçevesinde geleceğini kurgulamaya çalışmaktadır. Bunun da küresel güç mücadelelerinin ana odak noktalarından biri olan Kafkasya coğrafyasında, hiçbir gücün vekalet savaşına payanda olmamaya, “Kafkas Baharı” planlarına alet olmamaya azami gayret gösterilerek yapılması zorluğu ile de mücadele etmektedir.
Çerkes kimliğinin ve kültürünün geleceğe taşınmasının, Çerkesler için olduğu kadar içinde yaşadıkları ülkeler açısından ve bunun da ötesinde dünya kültürel mirası açısından da önemli olduğunu görmek gerekiyor. Bu bakış açısı geliştirilemez ve “Çerkesler Çerkesce konuşmak istiyorlarsa evlerinde konuşsunlar, anadillerini annelerinden öğretsinler, kültürlerini derneklerinde yaşatsınlar, mümkünse kamusal alana pek bulaşmasınlar” sığlığına hapsolunursa, bu kültürel zenginlikten zaman içerisinde hep beraber mahrum kalacağız. Etnik ve yerel kültürlerin korunması, hızla küreselleş(tiril)irken tektipleş(tiril)en dünyaya yönelik de bir itiraz mahiyetinde oluşu bakımından da değerlidir.
Çerkes Soykırımı ve Sürgününün bir insanlık suçu olarak hem Rusya Federasyonu hem de başta en büyük Çerkes nüfusuna sahip Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere dünya ülkeleri tarafından resmi olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Bu yönde atılacak bir adım ne Rusya’yı ne Türkiye’yi ne de ikili ilişkileri olumsuz etkilemez. Adil bir çözüm bilakis tüm tarafların yararına sonuçlar doğuracaktır.
Yine Çerkes kimliğinin korunmasının yanı sıra Rusya-Türkiye ilişkilerine de olumlu katkı sağlayacak bir diğer husus çifte vatandaşlık ve anavatana dönüş hakkının tanınmasıdır. Nasıl ki Çerkes Sürgünü Osmanlı İmparatorluğu ve Rus Çarlığı arasındaki bir anlaşma ile hayata geçirilmişse, bugün de bunların ardılları olan Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu yine karşılıklı anlaşmalar yolu ile çözümler geliştirebilirler. Çerkes toplumu ve kurumları bu çalışmalara her türlü katkıyı verecektir.
Türkiye’de AB üyelik süreci ile yaşanan ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Çerkes Soykırımı ve Sürgünü’nün 150. Yıldönümü vesilesi ile Kafkas Dernekleri Federasyonu’na (KAFFED) göndermiş olduğu mesajda* da belirttiği “İnkar, red ve asimilasyon dönemi geri gelmemek üzere kapanmıştır.”anlayışı sürdürülebilirliği olan politikalara dönüşememiştir.
TRT onlarca farklı dilde yayın yaparken, ayrı bir kanalda Kürtçe yayın yapılırken, ülkenin en büyük ikinci etnik azınlığı olan Çerkeslerin uzun zamandır “TRT Çerkes” kanalı talebine duyarsız kalmaya devam etmektedir. Kültür Bakanlığı bünyesinde bir bakan yardımcısının “Kültürel Zenginliğin Korunması” ile ilgili görevlendirilmesi, bu alanda gerekli teşkilatın kurularak uzman personelin istihdam edilmesine yönelik talepler de henüz bir karşılık bulamamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk azınlıkların ve göçmen işçi ailelerinin yaşadığı ülkelere yönelik adalet taleplerini, ülkesindeki Çerkesler için de göz önünde bulundurması dahi bir çok sorunun çözümüne kapı açacaktır. Ayrıca böyle demokratik bir yaklaşım ile geliştirilecek politikalar ve düzenlemeler istikrarlı kurumlarla da garanti altına alındığında ülkemizde iç barış ve huzurda güçlendirilmiş olacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu’nda 18 Nisan 2012 tarihinde Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) Kanunu Tasarısı görüşmelerine İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) adına Komisyonun daveti ile katılmıştım. Kamuda görev yaptığım dönem de dahil olmak üzere söz konusu kurumun kuruluş fikrinin ortaya atılmasından itibaren de bir insan hakları savunucusu olarak süreci aktif olarak takip etmiştim. Bu kurumlara ilişkin çerçeveyi belirleyen BM Paris Prensiplerini hatırlatarak Çerkeslerin ve diğer eşitlik talebi olan etnik ve dini grupların STK larının toplantıda bulunmayışının eksiklik olduğunu, kurumun yapılandırılması sırasında da BM ilkelerine uygun şekilde temsiliyetlerinin sağlanması gerektiğini, bunun hükumetin adalet çalışmaları ile reformcu yaklaşımına ve politikalarına da daha uygun olacağını vurgulamıştım. Ne yazık ki ne benim ne diğer katılımcı sivil temsilcilerin uyarıları dikkate alınmadı; tasarı tüm eksikleri ile yasalaştırıldı. Bu konuşmamın faturası da ağır bir şekilde bana kesildi.
ABD de 1986’da Michael Griffith’in öldürülmesi ile başlayan protestolara damga vuran slogan “Adalet Yoksa Barış/Huzur da Yok” (No Justice No Peace) diyordu. Biz Çerkesler, 21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgünü Anmalarında “İntikam Değil Adalet” diyoruz. Her bir birey vicdani duyarlılık göstererek tüm adalet taleplerinin yanında yer alırsa daha güzel bir ülke ve dünya mümkün. Hep beraber herkes için adalet isteyelim; Çerkesler için de…
*https://cerkes.org.tr/cerkes-kardeslerimizin-aci-hatiralari-hic-kuskusuz-bizim-de-acimizdir
Vitalen Han Kahvaltı ve Cafe Açıldı
26.05.2023
Zafer Erdoğan'ın!
28.05.2023
Seçim ve Demokrasi | KÜRŞAD ATALAR
04.05.2023
Demokrasi’ye Mecbur muyuz? / Murat Kurtuldu
13.05.2023
SEÇİM VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ/SABİHA ÜNLÜ
13.05.2023
IRAK NOTLARI (VII) / Harun AYKAÇ
25.09.2020
SİYASET İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER YUSUF YAVUZYILMAZ 28.05.2023
Hibrit Bir Sosyolojiye Doğru… ABDULAZİZ TANTİK 31.05.2023
Fetih Ruhuyla Yola Devam AHMET SEMİH TORUN 27.05.2023
Seçimin ardından VEDAT KAHYALAR 29.05.2023
“Sabahın bir sahibi var” BEKİR BERAT ÖZİPEK 18.05.2023
SEÇİM; SEÇME VE SEÇEMEME BECERİSİ MUSAB AYDIN 25.05.2023
Kifayetsiz Olan Kelimeler Mi? ZEYNEP YÜCEL 07.05.2023
Uçsuz Bucaksız Bir Cehalet ATASOY MÜFTÜOĞLU 08.05.2023
SİYASET İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER YUSUF YAVUZYILMAZ 28.05.2023
ANNE ORHAN DOĞANGÜNEŞ 24.05.2023