İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Gazze’de sergilediği sistematik ve kapsamlı şiddetin “soykırım” olduğu ne kadar aşikâr bir hakikat ise Türkiye’nin bu büyük suça ortaklık ettiği de o kadar aşikâr bir hakikat.
Vatandaşı olduğum ülkenin insanlığa karşı, kameralar önünde, yer yer canlı yayında 22 aydır işlenmekte olan bu dehşet verici suça ortak olduğunu görmek, bilmek ağrıma gidiyor.
Başlıkta, “nasıl” sorusu yer almıyor zira Türkiye’nin soykırıma nasıl ortak olduğu sorusunun cevabı, görmek isteyen gözler için apaçık ortada.
Birkaç isim etrafında toplaşmış, ancak bir avuç diye tabir edebileceğimiz Filistin Dostları, ısrarla sokaklarda, meydanlarda, kritik yer ve zamanlarda eylemler, basın açıklamaları yaparak tabloyu ortaya koyuyor, itiraz ediyorlar, en az 1.5 yıldır.
Yine de, halen fark edememiş olanlar için, “Nasıl oldu da Türkiye soykırım suçunun ortağı oldu” sorusunu özetle cevaplayalım. Peşi sıra, “neden” sorusuna kafa yoralım.
Türkiye’nin bu süreçte en büyük suçu ve günahı, limanlarını siyonist işgal ve soykırım ordusuna, sevkiyatlar için uğrak yeri halinde açık tutmasıydı. Yetmedi, İsrail’le doğrudan ticareti sürdürdü uzunca bir süre. Daha sonra yasakladığını ilan etti ise de 3. ülkeler üzerinden -hileli yollarla- ticarete devam edildi. Azerbaycan petrolü BTC hattı üzerinden İsrail’e yakıt, Gazze halkına yıkım, ölüm ve gözyaşı olmaya devam etti, ediyor halen. Adana İncirlik ve Malatya Kürecik Üsleri İsrail’e bilgi ve istihbarat hizmeti sağlamaya ara vermiş değil. Soykırıma katılmış çifte vatandaşlar bu ülkede yargılanma korkusu yaşamaksızın elini kolunu sallayarak dolaşabiliyorlar.
Türkiye haktan, hukuktan, İnsanlıktan ve Mazlum Filistin’den yana tavır alsa, Soykırımı belki de 1 yıl önce durdurabilecekti. Buna gücü yetmezse bile onurlu, örnek bir duruş sergileyebilecekti. Bu, takdire şayan, hiç de küçümsenemeyecek bir başarı hikâyesi olurdu.
Oysaki samimiyetten fersah fersah uzakta, tam manasıyla rezilce bir politika devreye sokuldu. Bu gerçekleri örtmek amacıyla yoğun bir propaganda kampanyası ile toplumun üzerine adeta tonlarca yalan-yanlış ve hamaset boca edildi.
İsrail’e karşı en üst perdeden itirazlar her vesileyle dile getirildi, lanetler edildi, söz ile karşı çıkıldı, kınamaları kınamalar, onları da şiddetli kınamalar takip etti durdu. Bir yalanı kırk kez tekrar ettiklerinde herkesin onu gerçek sanacağı gibi batıl bir stratejiye bel bağlandı.
Devleti temsile yetkili zatlar resmi hesaplardan twit atıp durdu. Uluslararası toplum (kimse artık o?) defalarca kez harekete geçmeye çağrıldı. İslam İşbirliği Teşkilatı çatısı altında 57 ülke toplaşıp kınama, daha şiddetli kınama derken “çok pis” kınama mesajları yayınlayarak, çay kahve içip dağıldı. Çapsızlık o denli görünürdü ki İslam Kınama Teşkilatı olarak karikatürleştiler. Oysaki içlerinde pek çok ülkenin kendi “ümmetinin lideri” bulunuyordu. Tek tek etkisiz eleman olmaları anlaşılabilirdi de hepsinin bir araya gelip sıfırla çarpılmayı nasıl başardıkları anlaşılamadı!
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” denir. Bütün o laflar boş laf olarak kaldı. İşlerin iç yüzü hiç de konuşulduğu gibi değildi.
İsrail, Türkiye’de bu denli yoğun bir İsrail karşıtlığı varken, tedarik edebileceği kadar desteği pekâlâ tedarik etti. İsrail açısından bu şartlarda daha iyisi olmazdı! (“Cumhurbaşkanı Erdoğan daha ne yapsın!” diyenler haklıydılar, olaya diğer açıdan baktığında!)
Petrol sevk ettik, ticareti açık gizli devam ettirdik, limanları-hava sahasını ve İncirlik ve Kürecik üstlerini hizmetlerine açık tuttuk, daha ne olsun!?
Bana kalırsa iktidarı en çok zorlayan husus, emperyalizm ve siyonizme bu olağanüstü vahşet içinde böylesi yüksek bir devlet desteğini topluma kabul ettirmek, amiyane tabirle yutturmaktı. Bunu da büyük oranda başardı. (Yiğidi öldür, hakkını teslim et, demişler!)
Arka cepteki tüm imkânlar (“basın” ve tam teşekküllü devlet gücü) yeterli değildi. Milli İrade Platformu çatısı altında yıllardır, tam da bu kriz günleri için “besleyip büyüttükleri” sözde sivil toplum kuruluşları (sivilimsi devlet kuruluşları) arka bahçede hazırda bekliyordu. Gerçeklerin ters yüz edilmesine ses çıkarmadılar.
Çoğu da görmek istemedi. Malum, kimse görmek istemeyen kadar kör değildir.
Geriye, direnişin ve hakikatin yanında minik bir azınlık kaldı ki, onları da ötekileştirme ve iftiralarla etkisizleştirmeye çabalıyorlar. Olmuyorsa, yargı sopası ile hizaya getirmeye çalışıyorlar.
Hakikati inkâra şartlanmış olanlar uzun yazı okumaz, bilenler zaten biliyor diye ayrıntılılara girmiyorum lakin şu an itibariyle ikisi hapiste, biri ev hapsinde yaklaşık 170 Filistin dostu yargılanıyor, haksız ve hukuksuz olarak. Filistin Davaları adlı bir hesap altında arkadaşlarımız bu yargı süreçlerinin çetelesini tutmaya çalışıyorlar.
Aydın, patronuna, kendini fonlayanlara veya vatandaşı olduğu devlete değil hakka ve hakikate karşı sorumlu olan insandır. Hatırlamak ve hatırlatmakta fayda var.
Toplumunu bir tür ruh hastalığı ile paralel ve vahşi bir gerçekliğe hapsetmiş acınası, ucube bir ülke İsrail. Diken üstünde maraz yuvası, 7 Ekim’den bu yana Yahudiler için en güvensiz belde. Soykırım suçunu işlerken İsrail’in arkasında en başta Amerika vardı. Almanya, İngiltere, Fransa gibi batılı ülkeler, Arap kralları, krallıkları desteklerini esirgemedi. Türkiye de bu listeye dâhil olarak gelecek kuşaklara bir büyük suçu ve günahı miras bıraktı.
Ne acı ve ne acayip! Allah bu iktidarı iddialarından vurdu! Adeta alnından vurulmuşa çevirdi. Sen, 10 yıllardır “Kudüs, Filistin, Gazze” diye diye siyaset yap, milletten oy topla, hikâyenin sonunda, Gazze’nin haritadan silinmesi, Filistin diye bir devletin imhasında, uzaydan bile görünen bir soykırımda İsrail’e destek ol!
“Soykırımı Durdurmak İçin 10 Adım” başlığıyla bir yazı kaleme almıştım, sokaklarda aylardır verilen mücadelenin fatihası niyetine.
Türkiye’nin gücünün iç kamuoyuna dönük olarak şişirildiğinin, esasında çok sınırlı olduğunun elbette ben de farkındayım.
Türkiye, limanlarını siyonizme kapatsa, İsrail’e petrol sevk etmese, büyük bir iş yapmış olurdu bu süreçte. Bu kadarı elinden gelirdi ve başına da bir felaket gelmezdi. Benim inancım bu yönde.
Filistin’in paramparça hale gelmesini, Gazze’nin haritadan silinmesini, dahası soykırımı, bu devlet kendi meselesi olarak görmedi. Bu, gayet net görülüyor değil mi? Bir hadiseyi “kendi meselesi” olarak gördü mü, pekâlâ Kıbrıs, Irak, Suriye gibi sınır ötesine bir gece ansızın inebiliyor! Mehmetçik Gazze’ye demeye getirmiyorum. Böyle “romantizm”ler bizden uzak olsun.
Türkiye 7 Ekim sonrası İsrail’e olan desteğini kesmeyerek ne elde etti peki?
İsrail, bir Lübnan’a, bir Suriye’ye, bir Yemen’e, bir İran’a saldırarak yakın coğrafyamızda kan emici vampir gibi ilerleyişini sürdürüyor. Hakikat sonrası bir Nazi Almanyası adeta. Sırada Mısır ve Ürdün olduğu konuşuluyor.
Türkiye, emperyalizmin “Ortadoğu”daki bu “yüzen gezen” karakoluna destek sağlarken, İsrail’in güvenliğine “kurulmuş”ken ne elde ettiğini düşünüyor acaba?
Güvenlik, meşruiyet, huzur ve komşuluk hakkı edinmediği kesin! (Bu ne berbat bir ticarettir Allah’ım! Sen bizi zalimlere ortalık etmekten de meyletmekten de beri eyle! İzzet ve şerefi doğru yerde arayacak ilim ve hikmeti bize nasip eyle! Amin.)
Başlıktaki soruya dönecek olursak… Türkiye’nin Gazze soykırımına ortak olmadığı, buna icbar edildiği yönünde bir itiraz gelebilir. Bu da şu soruyu akla getiriyor:
Yoksa Türkiye emperyalizmden, siyonizmden yakasını kurtarıp yeteri kadar özgür ve bağımsız olmadı mı?
Çok değil, yeteri kadar, asgari düzeyde!
Gazze’de 2 milyondan fazla insanın soykırıma maruz kalmasına destek olmayı reddedecek kadar?
Psikiyatri Neden Kadınlara İhanet Ediyor?
23.08.2025
Harabe Binalar ve Virane Bağlar OSMAN KAYAER 11.09.2025
Yeni Bir Dünyaya Uyanmak… ABDULAZİZ TANTİK 11.09.2025
Aile Huzuru FEYZULLAH AKDAĞ 14.09.2025
Kaybetmek Yok Hep Kazan-Kazan FEYZULLAH AKDAĞ 09.09.2025
Tartışma ve Eleştiri Ahlakı YUSUF YAVUZYILMAZ 13.09.2025
Musa'nın Haykırışı KADİR ÇİÇEK 20.08.2025
Türk'üm Demek Ayıp Mı? YUSUF YAVUZYILMAZ 19.08.2025
Çokluğun İflası KADİR ÇİÇEK 26.08.2025
ÇARE ARAMALIYIZ! ORHAN GÖKTAŞ 28.08.2025