28 Şubat postmodern darbenin askeri kanadının karar duruşması yapıldı ve 21 sanığa müebbet hapis cezası verildi.
Ceza verildi ama sanıklar yaş durumları göz önüne alınarak tutuksuz yargılanmaları istenildi.
Ufak bir mahkumiyet kararından sonra bile sanıklar mahkeme salonlarından elleri kelepçeli olarak çıkarılırken, 28 Şubat gibi darbe olduğu mahkeme kararıyla kesinleşmiş bir davanın sanıklarının elini kolunu sallaya sallaya çıkması vicdanları sızlattı.
Bir yanda 18 ila 25 yıl arasında cezaevlerinde tutulan Sivas, İslami Hareket, Selam – Tevhid, Umut, Hizbut-Tahrir, Hizbullah, İBDA-C ve Vasat Davası gibi siyasi mahkumlarının feryadları, yeniden adil bir şekilde yargılanma talepleri (bizleri salıverin demiyorlar, yeniden yargılanma istiyorlar) ve kamuoyunun bu yönde beklentisi yargı ve siyasi otoriteden bir karşılık bulamadı.
Halkın oyları ile işbaşına gelmiş bir hükümeti devirmek, toplumsal kaos oluşturmak yüzünden “darbeci olduğu mahkeme kararıyla kesinleşen” BÇG mensuplarının elini kolunu sallayarak dışarıda gezmesini yazarlar, STK temsilcileri ve sürecin mağdurlarına sorduk.
Yazarlar, STK’lar, Hukukcular ve mağdurlar 28 Şubat BÇG davasının kararını Hertaraf Haber'e değerlendirdi.
Hertaraf olarak amacımız “Adalet” ilkesini hatırlatmak ve ayakta tutmaktır.
Katılımcılara aşağıdaki soruları sorduk;
1-) 28 Şubat Post-modern darbesi için neler söylersiniz?
2-) 28 Şubat 1997 darbesinin çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?
3-) Nasıl bir hukuk sistemidir ki darbecilere ‘iyi hal indirimi’ uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adalet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile ne mesaj verilmektedir? Kamu vicdanını tatmin etmeyen ve darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?
4-) 28 Şubat darbecilerinin “Seç beğen al” örgüt suçlamasıyla 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatmaları, yaşlı ve hasta hükümlülere insanî uygulamaların görmezden gelinmesi üzerine ne denilebilir?
5-) 16 yıllık Ak Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?
Gayret Bizdet Takdir Allah'tan..... Hertaraf.com
2. BÖLÜM
Selahaddin E. Çakırgil: "Eğer, suçlular en ağır şekilde cezalandırılmazsa, gelecekte yine hazırlanması muhtemel entrika odaklarının hazırlayıcıları için ümid verici olmaktadır."
Yazar Selahaddin Eş
28 Şubat 1997 Darbesi için söyleyecekleriniz?
Sorularınızın herbirisinin cevabı da, ayrı bir cevabın verilmesini gerektirmeyecek şekilde kendi içinde.. 28 Şubat Darbesi de, tıpkı öncekilerin ve sonrakilerin herbirisinin mahiyetine benzer şekilde , 1826’da şeklen kaldırılmış olan ‘Hastalıklı Yeniçeri Kafası’nın bir diğer hortlamasıdır. Ve trenin raydan çıkmasıdır. 28 Şubatçılar , bu darbenin 1923’den beri var olduğunu ve bin yıl devam edeceğini iddia ediyorlardı. Bu iddiaları yersiz değildi.. Ama aradan 15 yıl geçmeden, o zorbalığı sergileyen güç odaklarının yeller esiyor şimdi yerinde..
28 Şubat 1997 Darbesi’nin sadece askerî kanadının yargılanması doğru mudur?
Doğrudur.. Gerçi o darbenin arkasında TÜSİAD ve TÜRKİŞ gibi, bir takım işçi ve işveren örgütleri , Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) ve medya kuruluşları da vardı. Ama, o askerî kanat olmasaydı, diğer kurum veya kuruluşların, destek odaklarının bir darbeye kalkışmaları mümkün değildi. Bu bakımdan, asıl yargılanan kesimin askerler olması tabiîdir.
Darbecilerin muhakemeleri sonunda mahkeme tarafından ‘iyi hal indirimi’ uygulanması doğru bir uygulama mıdır?
Milletin hayatına ve iradesine ve devlete haksız ve yetkisiz olarak el koymaya kalkış an ve milletin silahlarının yine millete çevrilmesi suçlularına yapılan yargılamalarda verilen cezalara ‘iyi hal indirimi’ne gidilmesi komik olmanın ötesinde bir durumdur. Ayrıca, bu iyi hal indirim uygulamasının mahkemelerin etki altına alınmasında kapıyı araladığı da bir ayrı gerçek...
Kamu vicdanını tatmin etmeyen cezalar, darbe heveslilerine cesaret vermez mi?
Elbette hukukta yargılamaların ve cezalandırmaların hedefi sadece basit bir intikam alma duygusu değil, milletin iradesine ve devlet düzenine karşı sergilenen saldırı ve isyanın cezalandırılmasıdır. Eğer, suçlular en ağır şekilde cezalandırılmazsa, gelecekte yine hazırlanması muhtemel entrika odaklarının hazırlayıcıları için ümid verici olmaktadır.
Esasen, yargılamada mahkemelere tanınan takdir hakkının bu kadar yüksek indirimler yapılması mahkemelerin rüşvetle etkilenmesi yolunu da etkili şekilde açmakta olduğundan bu indirim, cezanın en üst haddinin 10’da birinden fazla olmamalıdır. Meselâ en üst sınır 30 yıl olan bir cezada, en fazla 3 yıl olması şeklinde düzenleme yapılmalıdır.
28 Şubat darbecilerinin zulmüyle 20 senedir cezaevlerinde halen de yatmakta olan mağdurların görmezlikten gelinmesi…
Darbe dönemlerinde özellikle siyasî ve ideolojik sebeplerle yargılanıp zindanlara atılanların tahliyeleri ve yeniden yargılanmaları yolu en üst ilgililere, mağdur ailelerince ve hattâ bu satırların sahibi tarafından da hatırlatılmıştır, ama henüz sonuç alınamadı.
16 yıllık AK Parti iktidarının yargıda muktedir olmamasını nasıl okumalıyız?
16 yıllık ve hür seçimlerle gelen kesintisiz bir iktidarın, evet, daha çok şeyleri yapmasının gerekliliği söylenebilir. Ama, düzeltilmesi gereken sistemin de 95 yıllık olduğu ve direnme odaklarının içerden ve dışardan entrikalarının örgütlü olarak devam ettiği unutulmamalıdır. Ayrıca, Tayyib Erdoğan’ın sık sık, bürokratik oligarşiyi, henüz de tamamen aşamadıklarına dair açıklamalar yaptıkları da hatırlanmalıdır.Evet, bu 16 yılda bir çok şeylerin yapılamadığı söylense bile, yapılan çok büyük hizmetlerin olduğu gerçeği de görülmelidir, herhalde..
Avukat Arif Koçer: Bizlere yakışan, “herkes için adalet” diyebilmektir
Avukat Arif Koçer
Bütün darbeler toplum iradesine karşı bir sui kasttir ve kabul etmek mümkün değildir. İnsanı insan yapan şey, özgür iradesidir ve bu serbesti içinde kendi kendisini yönetebilmesi, bunu doğrudan veya seçtiği temsilciler aracılığı ile yapabilmesidir. Güce dayanarak bu iradeyi baskılamak, insana ve tabiatına karşı savaş açmaktır, insaniyeti mahvetmektir. Darbenin hiçbir çeşidini kabul etmek mümkün değildir. 28 şubat darbesi de –post modern- bir tür olarak bunlardan birisidir. Ancak şeffaf, denetlenebilir bir hizmet aygıtı olarak devlet yapısı yeni baştan düzenlenmezse, ne yazık ki, gücü tekeline alan odakların, her zaman bu uğursuz girişimleri yapabilme ihtimalleri devam edecektir. Fakat böyle bir devlet yapısı, birey olabilmeyi başarmış bilinçli, ilkeli, ahlaklı bir toplumun tüm erdemli insanlarının katkısıyla inşa edilebilirse, o odaklar bunu “akıllarına dahi getirmeye” cesaret edemeyeceklerdir.
Bu darbenin bütün ayakları yargılanmalı idi. Ancak ne yazık ki, siyasi davalarda, konjonktür ve denge hesapları yapılır. Bu davada da öyle yapılmış ve eksik kalmıştır. Bu darbeye suç olduğunu bilerek destek olan medya, akademisyen, sendika ve birçok odak yargılanmamıştır.
Siyaset hesap ve dengeler üzerinden devam eder. Hukukun ise tek hesabı ilkeler ve adalet olmalıdır. Adaletin merkeze oturmadığı bir yargı sistemi kendi kendini bitirmiş olur. Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması, denge anlayışının bir sonucudur. Hiçbir somut suç delili olmadan insanların sadece bir muhbirin iddiası ile kolayca tutuklanabildiği günün koşullarında, darbeci olduklarına karar verilen kişilerin tutuklanmaması başka nasıl izah edilebilir…
28 şubat darbe ise –ki öyledir- bu döneme ilişkin tüm yargılamaların –iade-i muhakeme ile yenilenmesi gerekir. Çünkü yargının baskı altında olduğu netleşmiş olup, bu durum yeni delil niteliğindedir. Bu sebeple, yargılamanın yenilenmesi ile suçsuzluğu açığa çıkacak tüm sanıkların tahliyesi ve itibarlarının iadesi gerekir. Yaşlı ve hasta hükümlüler de, tahliye edilebilir / edilmelidir. Ancak bu sadece 28 şubat mağduru sanıklar için değil, herhangi bir suçtan tutuklu tüm yaşlı ve hasta hükümlüler için uygulanmalıdır. Bizlere yakışan, “herkes için adalet” diyebilmektir.
Yargının bağımsız ve tarafsız olması, adaletin tesisi için en önemli ilkedir. Bunun için kuvvetler ayrılığı ilkesinin hayata geçirilmiş olması ve yürütmenin yargı üzerinde baskısı olmaması gerekir. Ancak, Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesi hiçbir zaman tam anlamıyla hayata geçirilmedi. Bunun sebebini devletin ideolojik yapısında aramak gerekir. Bu yapıya göre, yasama, yürütme ve yargı bu ideolojik devlet anlayışına hizmet için vardır. Bu eskiden de böyle idi, ne yazık ki şimdi de böyledir. Rengi yeşil veya kırmızı değil, rengi sadece vicdan olan bir yargı sistemi ve buna uygun bir kamu vicdanı inşa edilmelidir. Bu ise buna dönük güçlü bir toplum iradesi ile mümkündür. Ancak bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, anlayışındaki ilkesiz ve ahlaki çöküntü içindeki bir toplum bunu başaramaz. Adaleti ve hakları sadece kendi grubu için isteyen insanlar bunu inşa edemez. “Bir kavme olan kini, kendilerini adaletten ayıran bir topluluk” bunu yapamaz. Önce kavmi ve dini ne olursa olsun, herkesi hukukta eşit gören ve bunu içselleştirmiş bir toplum olmalıyız.
1997 de dindar muhalifler 28 şubat anlayışı ile ötekileştirilmiş ve zulme uğramıştı. Son dönemde tüm muhalifler ötekileştirilmekte ve baskıya maruz kalmakta, konuşmaya korkar hale gelmektedir. Bir mü’min vicdanı tüm 28 şubat tarzı uygulamalara karşı olmalıdır. Kimsenin öteki sayılmadığı, şeytanlaştırılmadığı, herkesin birinci sınıf onurlu vatandaş olarak kendini hissettiği, bir hukuki ve sosyolojik yapıya ulaşmak hepimizin tek amacı olmalıdır. Çünkü hukuk herkese lazımdır ve tek sığınağımızdır…
Ramazan Deveci: 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatan, yaşlı ve hasta hükümlülere en azından yeniden yargılanma hakkı verilmelidir.
Ramazan Deveci (Ekran Gazetesi)
28 Şubat Davası 21 yıl sonra karara bağlandı. Bu bağlamda, 28 Şubat 1997 darbesi için neler söylersiniz?
Bu ülkede darbeler özellikle demokrasi adına yapılır. Demokrasiyi put haline getirenler bir anlamda darbeler ile kendi putlarını yemektedirler. Darbeler en basit ifade ile halk iradesinin yok sayılması, halkın seçtiği iktidarların silah zoru ile iktidardan indirilmesidir. Ülkemizdeki darbelerin tamamı Amerika destekli darbelerdir. Şimdi bu genel girişten sonra 28 Şubat darbecilerin kendi ifadeleri ile ‘post modern’ darbesini değerlendirecek olursak, diğer darbelerde olduğu gibi halkın iradesine ve inançlarına karşı açılmış bir savaşla karşılaşırız.
28 Şubat darbesi ile bu halkın inanç değerleri ile açıktan savaşılmış İslami değerler toplumdan silinmeye çalışılmıştır. Seçilmiş hükümet, yargı, medya, patron ve asker baskısı ile iktidardan uzaklaştırılmıştır. Kamusal alan tabiri ile din evlere hapsedilmeye çalışılmış, ilahi değerlere açık bir savaş yürütülmüştür. Dindar insanlar büyük bir hukuksuzlukla, komplo teorileri ile terör örgütü üyesi yapılarak mahkemelerde cezalandırılmıştır. 28 Şubat’ın üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen hala cezaevlerinde yüzlerce insan haksız yere yatmaktadır.
28 Şubat 1997 darbesinin, çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?
28 Şubat darbesini ülkemizde yaşanan 27 Mayıs -12 Eylül darbelerinden farklı kılan şey Asker dışındaki diğer unsurların bu darbeye aktif olarak katılmalarıdır. Hatırlanacağı üzere 28 Şubat’ta asker yönetime el koyarak hükümete çekil dememiştir. Yargı, medya, sendika, patronlar kulübü TUSİAD ve siyasi aktörlerle ile birlikte hükümet üzerinde baskı kurularak çekilmesi sağlanmış, ve kurulan yeni hükümetle halkın değerlerine savaş açılmıştır. Dolayısı ile darbe suçlusu olarak sadece askerin yargılanması doğru olmaz diye düşünüyorum. Doğrudur darbenin en etkili gücünü asker temsil ediyordu ama diğerleri unsurlarda darbeye aktif şekilde katkı sunmakla bu suçun destekçisi ve işleyicisi oldular onlarında yargılanması gerekirdi diye düşünüyorum.
Nasıl bir hukuk sistemidir ki, darbecilere “İyi Hal İndirimi” uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adalet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile nasıl bir mesaj verilmektedir?
Darbecilerin topluma verdiği zarar düşünüldüğünde darbecilerin kılık kıyafetleri düzgün yada makam sahibiler diye iyi hal indirimi uygulanması doğru olmaz/olamaz. Çünkü onlar bu makamlarını suç aleti olarak kullandılar. Bu bir anlamda suç aletine iyi hal indirimi uygulamak gibi olur ki bu durum adaletin zedelenmesine yol açar. Müebbet hapis cezası verilen bir mahkumun tutuklanmaması gerçekten çok ilginç. Bu darbeciler suçlu değilse niye müebbet hapis cezası veriyorsun. Suçlu ise niye tutuklamıyorsun diye sormak istiyor insan.
Müebbet hapis cezası verip tutuklamamak gerçekten çok ilginç buradaki mesajı anlamakta zorlanıyorum. Bu ülke 27 Mayıs darbecilerini yargılayıp cezalandıra bilse idi, 12 Eylül yaşanmazdı. 12 Eylül darbecileri yargılanıp cezalandıra bilse idi 28 Şubat yaşanmazdı. 28 Şubat darbecilerin yargılanıyor olması çok önemli ancak darbeciler hak ettikleri cezayı almazlarsa, bu yeni darbecilere cesaret verecektir. Darbeye tevessül edecek olan yeni darbeciler bizi yargılasalar bile cezalandıramazlar diye düşüneceklerdir. Bu ülkede yeni darbelerin yaşanmaması için kesinlik 28 Şubat darbesine katkı sunan bütün unsurların suça katıldıkları kadar, en ağır şekilde cezalandırılmaları gerekir diye düşünüyorum.
Kamu vicdanını tatmin etmeyen, darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?
Kesinlikle verir, üçüncü soruyu cevaplandırırken de kısmen değindim. Bu ülke, darbecilerle hesaplaşamazsa darbelerden kurtulamaz. 15 Temmuz darbe girişimini de yaşadıktan sonra bu konunun önemi daha iyi anlaşılmalıdır. 1960 sonrası 10 yılda bir yaşadığımız darbeler bu ülkeye çok büyük zararlar vermiştir. En büyük zararı da 28 Şubat post-modern darbesi vermiş, ülkeyi ekonomik olarak batma noktasına getirirken, toplumsal kardeşliği zedelemiş, onbinlerce insanın mağdur olmasına haksız yere ceza almasına neden olmuştur. Ülkeyi 15 Temmuz başarısız darbe girişimine götüren süreçte bir anlamda 28 Şubat’ın bir ürünüdür. Onun için darbecilere şayet bir ayrımcılık yapılacaksa bu negatif olmalı darbeciler en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Ancak suçun tarifi iyi yapılmalı, gerçek suçlular doğru tespit edilmelidir. Adalet zedelenmemelidir. Kaldı ki 28 Şubat darbecileri her şeyi göz önünde yaptıkları için gerçek suçluları tespit etmek çok zor olmayacaktır.
28 Şubat darbecilerinin “Seç beğen al” örgüt suçlamasıyla 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatanlara, yaşlı ve hasta hükümlülere insanî uygulamaların görmezden gelinmesi üzerine ne denilebilir?
Türkiye’de en güvenilmeyen kurumların başında yargı geliyor. Bununda temel nedeni yargının her dönemde siyasallaşmasıdır, hukuka göre değil siyasi konjonktüre göre karar vermesidir diye düşünüyorum. Hepimiz aynı konuda, aynı konunlar da yargının farklı dönemlerde zıt kararlar verdiğine şahit olmuşuzdur. Burada Danıştay’ın, siyasi konjonktür değişince hiçbir yasa değişikliği olmadan başörtüsü konusunda birbirine zıt iki kararını örnek olarak verebilirim.
28 Şubat yargısı askeri brifinglerle yönlendirilen askeri vesayet altında karar veren bir yargıdır. Dolaysı ile bugün 28 Şubat darbecilerinin askeri kanadı yargılanırken, yargı kanadının da yargılanması gerekiyordu, ne yazık ki bu yargılama yapılmadı/yapılamadı, ama hiç olmazsa 28 Şubat yargısının kararları iptal edilmeli ve o günün siyasi davaları yeniden ele alınmalıdır. Bu sayede 28 Şubat yargısının haksız kararları ile 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatan, yaşlı ve hasta hükümlülere en azından yeniden yargılanma hakkı verilmelidir. Bunun için kaybedilecek bir tek saniye bile yoktur. Çünkü bu insanlar hiçbir suç işlemedikleri halde bir adam öldürme cezasını çekmiş bulunuyorlar. Gecikmiş adalet adalet değildir. Ama en azından bu insanların daha fazla mağdur olmaması için bu yapılmalıdır.
16 yıllık Ak Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?
İslamın esası tevhid ve adalettir. Adaletin olmadığı yerde tuz kokmuş demektir. Hz. Ali “devletin dini adalettir” der. Bir devleti Allah’ın rızasına uygun kılan değer adalettir. Adaleti esas almadıktan sonra o devletin dini ya da, seküler bir devlet olmasının önemi yoktur.
İster dini, ister seküler olsun devlet yönetiminde esas sorun güvenlik mi yoksa adalet esas alınacak meselesidir. Tarih boyunca devletlerin genel tercihi güvenlik olduğu için birçok adaletsiz uygulama meşru görüle bilmiştir. Osmanlı dönemimin kardeş katlinin gerekçesi de, beşikteki masum çocukların öldürülmesinin gerekçesi de güvenliktir.
Hz. Ali’nin devlet anlayışında adalet her şeyden önce gelmiş güvenlik merkezli değil adalet merkezli bir siyaset esas alınmıştır. Hz. Ali’nin yönetim anlayışında adaletten zerre miktarı şaşmamak esastır. Onun için Hz. Ali halife olunca Beyt’ül-malın imkânlarını tüm Müslümanlara eşit bir şekilde dağıtmış, Hz. Osman’ın yakınlarını gözeten siyasetini hiçbir zaman uygulanmamıştır. Hz. Ali ama ve muhtaç olan kardeşi Akil’e bile Beyt’ül maldan fazla para verilmesini kabul etmemiştir. Hz. Ali, Hz. Ömer’in ashabı derecelendiren ona göre maaş bağlayan sistemini de doğru bulmamış bedir ashabı gibi Allah’a yakın olanlar ödülünü Allah’tan alsınlar demiştir. Yönetim anlayışında maslahatı değil, güvenliği değil adaleti esas alan Hz. Ali; “Adalet imanın başıdır” diyerek, adalet sahibi olmadan gerçek anlamda Allah’ın razı olacağı bir Müslüman olunamayacağını, adaletin Müslüman için vazgeçilmez bir özellik olduğunu vurgulamaktadır.
Şimdi bu girişten sonra Ak parti’nin yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını kısaca değerlendirilelim.
Ak Partinin yargı karşısındaki durumunu iki döneme ayırmak gerekiyor. 2010 yılında yapılan yasa değişikliğine kadar olan süreçte Ak Parti bir anlamda yargının mağduru konumundadır. Bu süreçte ülke nüfusunun nerede ise yarısının oyunu almış bir partiye kapatma davası açılmış, daha önce uygulanmayan kurallarla Cumhurbaşkanı seçmesi engellenmiş bir iktidardır Ak Parti. Ancak 2010 yılındaki referandumdan sonra siyasi iktidarın yargı üzerinde etkisi artmıştır.
Ancak ne yazık ki yapılan yasa değişiklikleri ile iktidarın yargı üzerinde etkisi artarken, kamu vicdanında yargıya olan güveni artıracak, toplumda artık adalet hayatın her alanına hakim olacak güveni verilememiştir. Bugünde yargı en güvenilmeyen kurumların başında gelmekte, adalet toplumda sürekli tartışma konusu olmaya devam etmektedir.
Ak Parti iktidarı da Emevi, Abbasi, Osmanlı ve Cumhuriyet yönetimin daha önceki dönemlerinde olduğu gibi adaleti değil güvenliği esas alan bir yönetim ortaya koymaktadır. Halbuki bizim Ak parti iktidarından beklentimiz düşmanlarına bile “tamam adamlar şöyleler ama gerçekten adaleti titizlikle uyguluyor kimseye adaletsizlik yapılmaması için çalışıyorlar” dedirtebilmeleri idi. Ama bugün muhalifler doğru yada yanlış şöyle diyorlar “Cumhuriyet döneminde adalet hiç bu kadar tartışılmadı.” Bu sözün doğruluğu ve yanlışlığı ayrı bir konu ama söyleniyor olması bile önemli. Bu noktada iktidar sahipleri ellerini başına alıp düşünmeli toplumda adalete olan güveni arttıracak düzenlemeler yapmalıdır.
Bu anlamda konumuzla bağlantılı olarak 28 Şubat brifing yargısının ve FETÖ yargısının mağduru olarak uzun yıllarda cezaevlerinde haksız yere yatan insanların yeniden yargılanmaları bir an önce sağlanmalıdır diye düşünüyorum.
Son olarak böylesine önemli bir konuyu gündeme aldığınız için sizlere teşekkür ediyorum Rabbim yar ve yardımcınız olsun..
Mehmet Ali Tekin
28 Şubat 1997 darbesi için neler söylersiniz?
28 Şubat 1997 Darbesi, halkın iradesine ipotek koyma ve Halkın İradesini yok sayma darbesidir. Kendilerini ülkenin sahibi ve efendisi gören laik kemalist Jakobenler; halkın iktidarını Askeri Darbe ile yıkma hakkını her zaman kendilerinde bir hak olarak görüyorlardı. Bundan dolayı Halkın seçtiği Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Başbakanlığını hazmedemediler. Efendileri Siyonist İsrail ve ABD’nin Işık yakmasıyla Erbakan’ı, İrticayı Hortlatmakla suçlayarak , iktidardan uzaklaştırdılar. Ülkemizin ekonomik, siyasi ve sosyal çıkarlarını siyonist İsrail ve ABD’ye peşkeş çekmek için yapılmış bir darbedir. . Nitekim çok geçmeden 4 yıl içerisinde Ülkemizin gelmiş geçmiş en büyük ekonomik krizi olan 2001 Krizi patlak vermiştir. . Halkın birikimini bankaların içini 50 milyar dolar civarında boşaltarak; Bir gece içinde Anadolu Halkını % 40 Fakirleştirmişlerdir. Bu boşaltmanın Tesiriyle ülke ekonomisinin gelecek yıllarda 300 Milyar Zarar etmesine vesile olmuştur…
28 Şubat 1997 darbesinin, çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?
EKSİK BİR YAKLAŞIMDIR. Askerlerle BİRLİKTE HAREKET EDEN siviller de yargılanmalıdır. Medya, YÖK, Sendika, Sivil Toplum Örgütleri temsilcilerinden DARBEYE DESTEK VERENLER de BİR AN EVVEL YARGI ÖNÜNE ÇIKARILMALIDIR.
Nasıl bir hukuk sistemidir ki, darbecilere “İyi Hal İndirimi” uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adâlet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile nasıl bir mesaj verilmektedir?
Bu husus mahkemenin takdiridir. . Maalesef Mahkeme takdirini bu yönde kullanmıştır.. Tutuklanmamaları, Teammüllere aykırı olmakla birlikte, Mer’i hukuk çerçevesinde (Şu andaki kanunlara uygun olarak) tutuklama verilmemesi Hukukidir… Temyiz Mahkemesi YARGITAY KARARI ONAYLADIĞI ANDAN İTİBAREN tutuklanma gerçekleşecek VE DARBECİLER CEZALARINI ÇEKMEYE BAŞLAYACAKLARDIR…
Kamu vicdanını tatmin etmeyen, darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?
Kısmî olarak pozitif ayrımcılık uygulanmıştır.Darbeciler Yargıtay kararı sonrasında tutuklanıp , cezalarını çekeceklerdir.
Türkiye Tarihinde ilk olarak DARBECİLER CEZAYA ÇARPTIRILMIŞTIR… Buna Dikkatinizi çekerim…
28 Şubat darbecilerinin “Seç beğen al” örgüt suçlamasıyla 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatmaları, yaşlı ve hasta hükümlülere insanî uygulamaların görmezden gelinmesi üzerine ne denilebilir?
Şunu diyebiliriz: Müslüman Anadolu Halkının temsilcisi olan Ak Parti iktidarına rağmen Müslüman Kişilikler Yargıda hala ikinci sınıf vatandaş muaemelsine tabi tutulmaktadır.
İslami kişilik sahibi kimseler yargıda parya muamelesine tutulmaya devam etmektedir.
16 yıllık Ak Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?
Laik Kemalist Zihniyet, her alanda olduğu gibi Yargı alanında da 100 yıllık bir iktidar sahibidir.
AK Parti iktidarı bunu dikkate alarak, yavaş ve çekingen hareket ettiğini düşünüyorum…
Adalet, devletin olmazsa olmaz ayaklarından birisidir. . Ak Parti İktidarı en çok bu dalda iktidar olamadığı kanaatini taşıyorum, nir an önce çare bulunmalıdır.
Avukat Hüseyin Yılmaz: 28 şubat darbesi mağdurları cezaevinden çıkmadıkça, 28 şubat süreci bitmiş olmayacaktır.
Avukat Hüseyin Yılmaz (Hüda-Par Genel Başkan Yardımcısı)
28 Şubat Davası 21 yıl sonra karara bağlandı. Bu bağlamda, 28 Şubat 1997 darbesi için neler söylersiniz?
28 Şubat sürecinin doğru değerlendirmek için sistemi rejimi doğru tanımlamak lazım. Biz bunu eğer yapamazsak 28 Şubat sürecini 28 Şubat sürecinde Müslümanlara yaşatılan bu acıların tekrar etmesini önüne geçemeyiz.
Türkiye’de darbelerin, Kemalist sistemin kuruluşuna kadar giden bir arka planı vardır. 1924 anayasasıyla beraber “devletin dini İslam’dır” ibaresinin anayasadan çıkarılması sonrası, İslami yaşamın toplumsal hayattan silinmesi için İslam’a karşı top yekün bir mücadele başlatılmıştı.
Refah Yol Hükümeti’ni devirmek için girişilen bir darbe değildir. Müslümanların, İslami bir yaşam yani kendi inançlarına göre yaşamak istemesi talebi, laik kesimlerce dayatılan seküler yaşam için tehdit olarak algılanıp, engellenmiştir.
28 Şubat sürecinin hemen öncesine baktığımızda, 94 yılındaki yerel seçimlerde Refah Partisi seçimlerde büyük başarı göstermiş ve birçok şehrin belediyesini kazanmıştı. Bu yıllarda toplumda üniversitelerde, sokakta, işyerinde hemen her yerde İslami yaşamın emareleri görülmeye ve görünür olamaya başlanmıştı. Üniversitelerde, kamu kurumlarında başörtülü, tesettürlü insanların sayısında aynı şekilde bir artış gözlenmekteydi. Refah Partisi’nin hükümet kurmasıyla beraber 28 Şubat darbecileri hükümetin bazı icatlarını bahane ederek İslam’la ve İslami yaşamla mücadeleye başladılar.
28 Şubat 1997 darbesinin, çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, İslami yaşamın toplumda görünür olmasını, seküler yaşam tarzına yönelik bir tehdit ve tehlike gören laikçiler darbe yapmayı bir vazife olarak görüyor. Bunu görev sayanlar içerisinde birinci sırada TSK var. 28 şubat postmodern darbesini askerler tek başlarına gerçekleştirmemişti.
28 Şubat davasında, yargılanan askerlerden Savcı mütalaasında sadece 60 asker için ceza isterken mahkeme sadece 21 kişiye ceza verdi. 28 Şubat darbesini yapanlar sadece bunlarmış gibi. Bunun yargı ayağı, siyaset ayağı, sermaye ayağı, medya ayağı STK ayağı yokmuş gibi. Bugün Hükümetin yanında yer alan MHP dahi o dönemde 28 Şubatçıların yanında yer almıştır. 28 Şubatçılarla tam ve kâmil bir hesaplaşma olmadan yapılan yargılama, formalite bir yargılama olacaktır.
Şu an 28 Şubat darbecileri ile mücadele ettiğini, hesaplaştığını iddia bir hükümet var. Bu ne biçim mücadele diye sormak gerekmez mi? 21 askerle bu dosyayı kapatılacak, geride kalan 28 Şubat aktörlerinin tamamı aklanacak. Yargı yoluyla temize çıkarılmış olacak. Maalesef şu an bu olan bu dur. İcraata bakıldığında, hesaplaşma yok, birkaç kişiye ceza verilerek, hesap dışında tutulanları aklama yargılaması vardır.
Nasıl bir hukuk sistemidir ki, darbecilere “İyi Hal İndirimi” uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adâlet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile nasıl bir mesaj verilmektedir?
28 Şubat darbecilerinin mahkemelerinde yapmış oldukları savunmalara baktığımızda pişman olmadıkları görülmektedir. 28 şubat sürecini sahipleniyor ve diyorlar ki “ toplumda giderek artan bir islamlaşma süreci vardı, laiklik tehlike altındaydı. Biz görevimizi yaptık laik sistemi koruduk.” Bu yönde savunma yapanlar vardı.
Açıkça darbe yaptığını kabul eden kişilerin tutuksuz yargılanmaları, iyi hal indirimi uygulanması 28 Şubat mağdurlarına hakarettir. Üstelik müebbet hapis cezası alanların kararla beraber tutuklanmaları gerekirken, yaşları bahane edilerek tutuklanmamaları kamu vicdanını derinden yaralamıştır. Verilen karara ve ayrıcalıklı yargılamaya bakıldığında dosyada tutuksuz yargılama ile dava sürüncemede bırakılacak, böylece 28 Şubat darbecileri de 12 eylül darbecileri gibi cezalardan kurulmaları sağlanacak.
Kamu vicdanını tatmin etmeyen, darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?
Darbecilere topyekün hesap sorulmadan, yapılacak bir yargılama ile verilecek formalite cezalar darbeciler için caydırıcı olmayacak ve fırsatını buldukları anda yeni darbeler gerçekleştirme cesareti verecektir. Maalesef, 28 şubat darbecilerinden gerçek manada hesap sorulamamıştır. Bu formalite yargılama ve ayrıcalıklı muamele ile yaptıkları yanlarına kar kalmıştır.
28 Şubat darbecilerinin “Seç beğen al” örgüt suçlamasıyla 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatmaları, yaşlı ve hasta hükümlülere insanî uygulamaların görmezden gelinmesi üzerine ne denilebilir?
İslami dava mahkumlarına uydurma delillerle, basit şüphelerle ağırlaştırılmış hapis cezaları verilirken hiçbirisinin yaşına, hastalığına bakılmamıştı. Üstünlerin hukukunu uygulayan Yargı 28 şubat darbecilerine gösterdiği merhameti, 28 şubat darbecilerinin mağdur ettiklerine göstermekten imtina etmiştir. 85 yaşında olanından, Kanser hastası olanına kadar bir çok Müslüman cezaevlerinde ölüme terk edilmiş durumda. 20-25 yıldır cezaevinde unutulan 28 şubat darbesi mağdurları cezaevinden çıkmadıkça, 28 şubat süreci bitmiş olmayacaktır. Siyasi kaygılarla bu mağdurların mağduriyetinin giderilmemesi, vicdanları yaralamaya devam ediyor. Çözüm üretmemek, sessiz kalmak, darbeye ve darbecilere destektir.
16 yıllık Ak Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?
Muktedir olamama diye bir durum yok. Siyasi kaygılarla laik ve seküler kesimler ne der endişesiyle hareket edilmektedir. Müslümanların kanayan yarası olan 28 şubat mağdurlarının sorunları sadece konuşuluyor. Çözme makamında olanların bu sorunu çözme cesareti ve iradeleri yoktur. Yıllardır seçim malzemesi olarak bu konu kullanılmaktadır. İnşallah bu sefer öyle olmaz.
Köklü Değişim Dergisi Yayn Yaönetmeni Kurtuluş Sevinç: 28 Şubat bitmedi ve halen geçerliliğini sürdürmektedir.
Kurtuluş Sevinç
28 Şubat Davası 21 yıl sonra karara bağlandı. Bu bağlamda, 28 Şubat 1997 darbesi için neler söylersiniz?
28 Şubat Post Modern darbe girişimi bizzat darbecilerin deyimleriyle İslam'a, Müslümanlara, Müslümanların yaşam tarzına, fikirlerine ve inançlarına açılmış “topyekûn” bir savaştır.
28 Şubat bitmedi ve halen geçerliliğini sürdürmektedir.
Bugünün medyasının İslam’a olan düşmanlığı, 28 Şubat’ın medyasını aratmamaktadır. Son dönemde bazı hocalar küçük düşürülüp hakarete maruz bırakılmakta, 1400 yıldır değişmeyen İslami hükümler güncellenmeye çalışılmakta, İslami açıdan yapılan nasihat ve muhasebe suç sayılmakta ve iktidarı kutsamayan her ses susturulmaktadır.
Bu haliyle iktidar adeta 28 Şubat zihniyetine bürünmüş, onlardan olmuş ve onlar gibi hareket etmeye başlamıştır.
Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki 28 Şubat bir zihniyettir ve aynı zihniyet tüm organlarıyla hayattadır; İslâm’a ve Müslümanlara yapılan saldırı bugün halen devam etmektedir.
28 Şubat 1997 darbesinin, çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?
Bu ülke askerler tarafından kurulmuş ve her daim askerlerin gözetiminde kalmıştır. Sivil inisiyatif tüm amellerinde askerin kontrolünde olmuştur. Gizli ya da açık askerin izni ve emri olmadan ülkede kuş uçmamıştır. İstisnalar kaideyi bozmaz tüm sivil yapılar askeriyenin direktifleri ile hareket etmiştir. Dolayısıyla askerin çoğunlukta olması doğaldır. Ancak bu, askerle güçlenen ve ondan daha fazla İslâm’a ve Müslümanlara saldıran; sermaye sahiplerini, medya unsurlarını, yargı organlarını ve siyasi çevreleri temize çıkarmaz. Bilakis en az asker kadar suçludurlar ve Müslümanların gördüğü zulümde onların da elleri kirlidir. Ancak işin başındakilerin cezaları böyle olunca sanırım bu çevreler ekseriyetle ceza almayacaklar; yeni süreçte yeni efendiler edineceklerdir.
Nasıl bir hukuk sistemidir ki, darbecilere “İyi Hal İndirimi” uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adâlet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile nasıl bir mesaj verilmektedir?
Adalet sistemimiz geçmişteki adalet sistemi ile aynı sistemdir. Hukukun doğru ve yanlış algıları, dost ve düşman algıları değişmemiştir. Dolayısıyla sonuçları açısından değişen bir şey olmaması şaşılacak bir durum değildir. Nitekim yürürlükte olan hukuk sistemi her zaman olduğu gibi; laik, demokrat, cumhuriyet sistemine entegre olanlar ve olmayıp bunlara direnenler şeklindeki bir vakıa üzerine işlemektedir. Darbeciler ile onların yerine gelenler arasında sadece sistemi uygulama açısından üslup farkı vardır, yoksa uygulanan sistem aynı sistem; sistemin savunduğu ve tehdit gördüğü şeyler de aynı şeylerdir. Dolayısıyla bu kararla verilmek istenen mesajdan daha çok, vakıanın Müslümanların lehine değişmediğini anlamak daha doğru olur. Nitekim bu, Müslümanların hukuku değil bilakis onlara dayatılan hukuktur, doğal olarak kimlerin lehine işleyeceği gayet açıktır ve bunda şaşılacak bir durum kesinlikle yoktur.
Kamu vicdanını tatmin etmeyen, darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?
15 Temmuz ile birlikte bir cadı kazanı oluşturuldu ve iktidar tarafından bu kazana her kim atılırsa atılsın halk destek verdi. En azından halk, iktidarın doğru olduğu vehmi ile sessiz kaldı. Bu süreçte iktidar “FETÖ” yaftasıyla karşı görüşleri bastırdı ya da bertaraf etti. Askeriye de kurmay ve yüksek rütbeli mensupları açısından bu anlamda çok zayıfladı. Hatta sonuçları ileride gerçekleşecek olan askeriyenin mayasına dair müdahalelerde de bulunuldu. Askeri okulların vakıası ve üzerlerindeki çalışmalar bunun göstergesidir. Dolayısıyla darbe gerçekleştirmek hem bu anlamda hem de 15 Temmuz sonrası halkta gerçekleşen refleks açısından yakın ve orta vadede söz konusu görünmemektedir. Ancak bu durum askeriyedeki genç subayların zihniyetinin değiştiği anlamına gelmez. Fakat yukarıda değindiğim gibi darbeye uygun zaman değil ve bu süreç uzun soluklu olacak gibi görünüyor.
28 Şubat darbecilerinin “Seç beğen al” örgüt suçlamasıyla 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatmaları, yaşlı ve hasta hükümlülere insanî uygulamaların görmezden gelinmesi üzerine ne denilebilir?
28 Şubat mağduru mahpus Müslümanlardan niceleri soğuk zindanlarda yaşlanmış, sağlıklarını ve hatta canlarını kaybetmiştir! Onlardan bazıları bugün halen yaşlı ve hasta olduğu halde cezaevlerinde tutulmaktadır. İktidar ve yargısı, Kemalist darbecilere gösterdiği merhameti, darbe mağduru mazlum Müslümanlardan esirgemektedir.
28 Şubat davasında verilen bu mahkûmiyet kararı, o dönemde suç işlendiğinin açık bir ispatıdır. Yani Müslümanları uydurma deliller ile zindanlara gönderenlerin suçlu oldukları mahkeme kararıyla sabit kılınmıştır. Asıl suçlular tespit edildiğine göre cezaevindeki mazlum Müslümanların daha fazla zindan havası solumadan derhal serbest bırakılması gerekmektedir.
16 yıllık AK Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?
Kamuoyu yakinen bilmektedir ki iktidar, OHAL kapsamında istediği KHK'yı çıkartmakta ve istediği düzenlemeyi jet hızıyla yürürlüğe koymaktadır. Hal böyle iken yargıda muktedir “olamama” durumu söz konusu değildir.
28 Şubat davaları bağlamında yukarda zikrettiğimiz hususlar ile bugün de hala devam eden sair İslâmi davalardaki hukuk garabetleri, Türkiye Cumhuriyeti cari hukuk sisteminin üzerine oturduğu zeminden kaynaklanmaktadır. Zira bu zemin her daim İslamî hassasiyetleri olan Müslümanları düşman olarak görmüştür; bu anlayış, bu sistemin adeta kuruluş felsefesidir.
Dolayısıyla Müslümanlar, mevcut hukuk sisteminin kendi lehlerine değişmesini beklemekten ve bu uğurda değerlerinden taviz vermeye kadar varan bir mücadele biçiminden vazgeçmeliler. Mevcut sistemin İslam ve Müslümanlar aleyhine kurulu bir düzen olduğunu idrak ederek İslam’ın referanslarından hareketle Allah ve Rasulü’nün vazettiği şekilde şer’i hükümlerden sapmadan İslamlarına dönmeliler ve kendi sistemlerini kurmalılar.
Gazeteci Tayyar Tercan: Darbeyle hesaplaşmanın ilk şartı darbecilerin içeri attığı insanları kurtarmaktan geçer.
Tayyar Tercan
28 Şubat Davası 21 yıl sonra karara bağlandı. Bu bağlamda, 28 Şubat 1997 darbesi için neler söylersiniz?
Bu toprakların ruhuna düşman olan kesimlerin Anadolu insanını mankurtlaştırmak için vurduğu bir darbeydi 28 Şubat darbesi. Anadolu insanını kontrol etmek isteyen, köleleştirmek isteyen güçlerin peyder pey yaptıkları darbelerden bir darbe.
28 Şubat 1997 darbesinin, çoğunlukla asker ayağının yargılanması doğru bir yaklaşım mıdır?
Darbe sadece askerle olmaz. Askerin hareketi en son noktadır. Darbeyi yapan-yaptıranlar bir zihniyetin temsilcisiydi ve bu zihniyet basından yargıya, STKlardan akademik çevreye ve en önemli ayaklardan biri olan sermaye sahiplerine kadar bir çok alanda faaliyet gösterdi ve darbe ortamını hazırladılar, darbeyi desteklediler ve nihayetinde de alkışladılar. Yargılamalar darbenin suç ortaklarını da kapsamalı ve kim olursa olsun bu işe dahil olan herkes cezasını çekmeli.
Nasıl bir hukuk sistemidir ki, darbecilere “İyi Hal İndirimi” uygulanmaktadır. Bu yaklaşımla adâlet tesis edilebilir mi? Müebbet hapis verilen sanıkların tutuklanmaması ile nasıl bir mesaj verilmektedir?
Herhangi bir şahsın başka bir şahsa karşı işlediği suçta bile iyi hal indirimi absürt iken, bu ülkenin bu gününe ve geleceğine kastetmiş, yüz binlerce insanın hayatıyla oynamış, öğrencilerin geleceğini elinden almış, inançlı insanları işinden etmiş, işkencelerle zindanlara tıkmış ve ülkenin milyarlarını hiç etmiş bir fiili işleyenlere “iyi hal “ indirimi kelimenin tam anlamıyla bugünkü hukukun durumunu gösteriyor. Böyle bir şeyin izahı bile yapılamaz. Kabul edilebilir bir şey değildir. Hala darbe mağduru yüzlerce insan zindanda yıllardır esaret altındayken üstelik…
Kamu vicdanını tatmin etmeyen, darbecilere pozitif ayrımcılık uygulayan hukuk anlayışı yeni darbecilere cesaret vermez mi?
Darbelerle hesaplaşmazsak yeni darbeler gerçekleşir dememizin üzerinden kaç darbe teşebbüsü oldu bilmiyorum. Ve 15 Temmuz… 28 Şubat ile gerçekten hesaplaşılsaydı 15 Temmuz olmazdı bize göre. Buna teşebbüs edecek olanlar işin ucunda hesap vereceğini görseler, inansalar öyle kolayca girişemezler. Ama maalesef her defasında aynı durum.. 15 Temmuz işgalcileri karara sevinmiştir muhtemelen..
28 Şubat darbecilerinin “Seç beğen al” örgüt suçlamasıyla 20 yılı aşkın bir zamandır cezaevlerinde yatmaları, yaşlı ve hasta hükümlülere insanî uygulamaların görmezden gelinmesi üzerine ne denilebilir?
Bu çelişki güç ve iktidar sahiplerini bitiriyor farkında değiller. 28 Şubat darbecilerini yargılarken, darbecilerin içeri attığı insanların neredeyse 25 yıldır zindanda oluşu, darbe gibi fecaat arzeden bir suçu işleyenlerin, tankları yürütenlerin silahla milleti hizaya çekmeye çalışanların, milletin milyarlarını heba edenlerin, insanların hayatlarıyla oynayanların “müebbet hapis cezası alıp serbest kalmaları”, buna mukabil elinde silah olmayan ve sadece o dönemin işkenceci polisleri tarafından hazırlanmış fezlekelerle dönemin fetöcü-darbeci savcılarının hazırladıkları iddianamelerle yargılanıp, brifingli yargıçların verdikleri müebbet hapis cezalarıyla zindanda bir ömür geçiren insanların hala işkence görüyor oluşu vicdanları yaralayan ve iktidarın boynunda bir vebaldir. Çelişkilerle, pazarlıkla, karşılık bekleyerek adalet tesis edilmez. Zalimle hesaplaşma yapılmaz. Darbeyle hesaplaşmanın ilk şartı darbecilerin içeri attığı insanları kurtarmaktan geçer.
16 yıllık Ak Parti iktidarının yargı sorunlarının giderilmesi hususunda muktedir ol(a)mamasını nasıl okumalıyız?
Okuyamıyoruz… Her yönden ülkemizi kuşatmaya çalışan şer cephesine karşı sadece yargı değil genel olarak bir çok kurumda muktedir olamamanın izahını yapamıyor oluşumuz, asıl olarak Ak Partinin çözmesi gereken bir sorun. Hiçbir şey kolay değil tabii ki. Yüz yıllık cendereden kurtulmak kolay değil, devletin her kurumuna sızmış zihniyeti bozuk unsurlardan kurtulmak kolay değil. Fakat şu şartlarda özellikle bazı adımların tereddütlü atılması ve gerçekten meseleye pazarlıksız yaklaşanlar ile menfaat kaygısıyla, yağmacı bir anlayışla bakanları ayıramamanın sonucu gibi görünüyor. Çok şey denilebilir. Dememiz gerekir. Şunu söylesek yeterli olur sanırım. Bu durum düzeltilmez ise kaygılanacağımız tek şey kendi hayatlarımız olmaz. Bu ülkenin geleceğinin yanında gözünü Anadoluya dikmiş ümitle bekleyen bütün ümmet coğrafyasının ümitlerini kırmak gibi bir cinayete sebep olunur.
2. BÖLÜM İÇİN TIKLAYINIZ:
http://www.hertaraf.com/haber-bitmeyen-darbe-28-subat--karar-durusmasi-degerlendirmesi-1-1599
3. BÖLÜM İÇİN TIKLAYINIZ:
http://www.hertaraf.com/haber-bitmeynen-darbe-28-subat--karar-durusmasi-degerlendirmesi-3-1601
Abdulaziz Tantik ile Derkenar…
15.04.2024
Norveç:Filistin'i Tanımaya Hazırız
13.04.2024
Derviş Argun ile Derkenar..
20.03.2024
SİYASET VE SERMAYE YUSUF YAVUZYILMAZ 13.04.2024
Ölüm ve Bayram AHMET SEMİH TORUN 13.04.2024
Bir Şehide Şahitliğim MUSAB AYDIN 15.04.2024
Biz Şeriatçilar CAVİT OKUR 15.04.2024
DİYARBEKİR ANNELERİ FERMAN KARAÇAM 22.03.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
EBU HAMİD EL- GAZALİ- 2 HASAN KANAT 19.03.2024