metrika yandex
  • $32.46
  • 34.71
  • GA18240
İtidal

Türkiye’nin Akdeniz ve Kuzey Afrika'ya İlgisi

SÜLEYMAN ARSLANTAŞ
30.12.2019

17 Aralık 2010 Tunus'ta Muhammed Buazizi’nin kendisini yakması ile başlayan ve adına ‘Yasemin Devrimi’ denilen, bilahire Ortadoğu Coğrafyasında ‘Arap Baharı’ adını alan olayların başladığı tarihtir. 

Adı geçen tarihten günümüze kadar Kuzey Afrika’yı da içerisine alan Ortadoğu Coğrafyasında bir türlü barış ve huzur sağlanamadı. Önce Libya, ardından Mısır, Yemen ve son durak olarak Suriye’de ‘Yasemin Devrimi’ ya da ‘Arap Baharı’ serüveni kronikleşti. Galiba yeterince Irak, Suriye, Mısır coğrafyası yoruldu ki yapılan katliamlar, yıkılan tarih, yok edilen medeniyet belirli bir noktaya gelmiş olmalı ki ibre Libya özelinde Kuzey Afrika'ya çevrildi. Ve tabii hedefteki ülkeler başta Libya, onu takiben Yasemin Devrimi ardından kısmen huzur içerisinde olan Tunus'a çevrildi. Dahası Cezayir, Çad, Nijer’de namlunun ucunda olan ülkeler.

Türkiye'nin iç politikadaki zikzakları, ekonomik, bürokratik ve siyasi eksiklikleri ya da halkın istemi ile örtüşmeyen yaklaşım ve uygulamaları bir tarafa bırakarak ifade etmek gerekirse, Türkiye dış politikada olağanüstü ve başarılı bir gayretin içerisinde. Hemen belirtelim ki; Türkiye'nin dış politikasını bir kısım ehil olmayan  büyükelçi atamaları ile değerlendirmeyiniz lütfen. Bir vatandaş olarak elbette Dışişleri mutfağında pişmemiş şahısların büyükelçi olarak atanmalarını kabulde güçlük çektiğimi belirtmeliyim. Bu vesileyle bir kez daha altını çizme gereğini duyduğum bu ülkenin kurumları ile ilgili kaygılarımı belirtmek isterim. Başta dışişleri olmak üzere bilhassa askeri hastanelerin son hali yürek burkuyor. Tamamen savaş ve barış eksenli inşaa edilmiş hastaneleri gördükçe Allah korusun çok ciddi bir savaşta hangi hastanelerle savaş gazi ve malüllerine hizmet verilecek? Rütbesiz doktorlar verilen emir ve talimatlara ne kadar riayet edecek, riayet etse bile savaş şartları da dikkate alınarak tıp eğitimi yanında savaş eğitimini de alan askeri doktorların yerini ne kadar dolduracaklar?  Ve tabii ki dışişleri de öyle. Siz istediğiniz kadar ‘Monşerler’ deyip  aşağılayın. Onlar dışişleri mutfağında pişmiş diplomatlardı. Sizin, benim İslami, geleneksel kabullerimizle örtüşmeseler de yine aidiyetimizin temel referansı olan Kur'an; işi ehline vermeyi emrediyor. Hâsılı devletler kurumları ile ayakta kalır. Ülkenin ve nesillerin geleceği için lütfen kurumlarımıza özen gösterelim. Bu konuyu kapatmadan önce emekli Büyükelçi Süha Umar’ın  Sn. Ahmet Davutoğlu'na ‘Kardeşim Davutoğlu’ diye başlayan mektubundan bir alıntı yapmak istiyorum: ‘... Balkanları dağ-bayır bildiğinizi söylüyorsunuz! Dağ-bayır bilmek çobanların avcıların işidir. Dışişleri bakanlarının tarih, sosyoloji, kültür vs bilmesi gerekir…’ (31 Ekim 2012)

Sözün özü eğer  şu an da dış politikada ciddi bir hareketlilik ve başarı varsa bu dışişleri, genelkurmay ve istihbarat mutfağının ürünü olduğunu düşünüyorum. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan ani bir kararla (tabi bize yansıdığı kadarıyla) Libya'nın komşusu Tunus'u ziyaret etti. Tunus'un yeni Cumhurbaşkanı olan aynı zamanda anayasa hukukçusu olan Kays Said ile başta Tunus'un komşusu Libya olmak üzere bölgesel sorunlarla ilgili önemli bir ziyaret gerçekleştirdi. Dışa yansıyan ekonomik, kültürel vs. yaklaşımları bir makyaj malzemesi olarak da görülebilirsiniz. Asıl konu Libya ve devamında Tunus, Cezayir alt tarafta Çad ve Nijer olsa gerek. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan geziye ilişkin olarak Kays Said ile olan görüşmelerini özetle şöyle değerlendirdi:’ Libya’daki bu olumsuz gelişmeler sadece Libya'da kalmıyor. Komşu ülkeler ki başta Tunus bundan rahatsız oluyor. Bunları da değerlendirme fırsatımız oldu.’ dedi. Erdoğan; Türkiye ile Libya arasındaki mutabakatın ardından muhtemel bir talep söz konusu olması halinde Libya’ya asker göndereceğini de belirtti. Bu ifadelerine tepki gösteren ya da itiraz edenlere karşı da:’ Libya'da bulunan, bunun 5 bini Sudan’dan, 2 bini Rusya'dan Wagner diye girenlerin oraya hangi sıfatla geldiler, orada ne işleri var? Hangi bağlantıları var? Türkiye böyle bir davet alırsa davete icabet eder. Aramızda en azından bir mutabakat metni var ama bunların hiçbir bağı yok. Hafter meşru değildir. Gayri meşru olarak Hafter durumdan vazife çıkarıyor.’ dedi. Nitekim Libya’dan beklenen davet geldi. Türkiye Meclisin açılmasının ardından Libya'ya asker gönderme kararı alacak.

Türkiye niçin Doğu Akdeniz başta olmak üzere Kuzey Afrika’ya ilgi ve trafiğini artırdı?

Elbette bu önemli sorunun cevaplanması için bahsi geçen bölgedeki olayları iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Hatırlayalım, 22 Haziran 2012'de Erhaç Hava Üssü'nden kalkan RF-4 fotokeşif uçağı Doğu Akdeniz’de düşürülmüştü. Türkiye o tarihten bu yana Doğu Akdeniz'i boş bırakmamaktadır. Doğu Akdeniz’de beş yıldan beri İsrail, Mısır, Yunanistan, Fransa, GKRY görünüşte Doğu Akdeniz'de bulunduğu ifade edilen doğalgaz ve petrol ile ilgili olarak bir birliktelik sergiliyorlar. Oysa Rusya’yı da işin içine katarsak adı geçen ülke ve yandaşlarının Doğu Akdeniz’e ilgileri enerji amaçlı olmaktan çok jeopolitik ve egemenlik merkezlidir. Zira Doğu Akdeniz'deki petrol ve doğalgazın çok abartılacak bir boyutta olmadığı ifade ediliyor. Doğalgaz rezervi dünyanın bir yıllık ihtiyacına, petrolün de 17 günlük ihtiyaca cevap verebileceği ifade ediliyor. Bu bağlamda Türkiye'nin de asıl amacı, kaygısı Doğu Akdeniz'deki petrol ve doğalgaz olmasa gerek. Türkiye’nin de asıl kaygısı jeopolitik ve egemenlik boyutludur. Unutmayalım ABD’nin Körfez Harekatı’nın en önemli amaçlarından birisi de ‘İsrail güvenliği’ idi. Bir diğer sorun da Soğuk Savaş sonrası İslam'ın ya da İslami aidiyetin kapitalizme ve Batı sistemlerine alternatif olmasını önlemekti. Arap Baharı ve Işid zaten bunun için icad edilmişti. Suriye'de Esad rejiminin alternatifi elbette İhvandı. Keza Mısır'da Mübarek rejiminin alternatifi de İhvandı. Şu anda Libya'da mevcut Ulusal Mutabakat Hükümeti meşru bir hükümet olmasına rağmen Hafter’e destek veren güçler aslında Libya’da kendilerine itaat etmeyeceğini düşündükleri oluşumlara karşı Hafter’i destekliyorlar. Unutmayalım Hafter askeri eğitim ve kariyerini Moskova'da tamamladı, hainlik diplomasını ise CİA’dan aldı. Sanırım Rusya’nın ve Amerika'nın Hafter’in katliam ve isyanına niçin sessiz kaldıkları daha iyi anlaşılıyor.

Türkiye'nin KKTC ve Libya ile yapmış olduğu anlaşma ve mutabakat günlük geçici bir mutabakat değil. Uzun erimli bölgesel sorunlar, Akdeniz havzasındaki egemenlik kavgalarına karşı ve en genelde Anadolu topraklarının, Türkiye'nin, toprak bütünlüğünün korunmasına yönelik atılan adımlardır. Unutmayalım Osmanlı’da Anadolu topraklarını Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar’dan korumuştu. Keza Tunus seyahatini de bu bağlamda değerlendirebiliriz. Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de bulundurduğu sondaj ve sismik araştırma gemilerinin de asıl amacı doğalgaz-petrol aramaktan çok stratejik olarak Doğu Akdeniz'de ve tüm Akdeniz'de kendisinin de varolduğunu göstermek ve Türkiye'nin dikkate alınmaması halinde Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika ülkelerinde başkalarına da huzur vermeyeceği gerçeğidir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın onların orada ne işleri varmış, hangi ortak aidiyetleri ile orada bulunuyorlar gibi ifadeleri de buna mebni  olsa gerek.

Türkiye bir taraftan tarihin kendisine yüklediği sorumluluklarla Doğu Akdeniz’e, Kuzey Afrika'ya sahiplenirken, diğer yandan Rusya’nın kaypak Suriye politikasına da adeta meydan okuyor. Nitekim İdlib’te son günlerde Esad güçleri ile birlikte Rusya'nın sivil halkı bombalaması ve yaklaşık 225 bin İdliblinin yerlerini terk  ile Türkiye’ye yönelmeleri karşısında, Türkiye aralarında istihbarat, güvenlik v.b. uzmanların da bulunduğu bir heyeti Diplomat Sedat Öner başkanlığında Rusya'ya göndermesi önemli adımdır.

Sonuç olarak şunu belirtelim ki sorunlar daha büyük. Bölgemiz adeta Balkan Savaşları sonrası yaşanan sancılı bir dönemi yaşar gibi. Bu nedenle iç müzayaka  ve münakaşaları bir tarafa bırakarak önce içeride barış ve beraberinde coğrafyamızda oluşturulmak istenen değişikliklere dikkat etme zamanıdır. Mısır, BAE, Suud-i Arabistan v.b. kendilerine yakışanı yapıyorlar. Onlar dün de ihanet içerisinde idiler, bugünde. Türkiye'ye düşen olgun, tarihin kendisine yüklediği sorumluluk bilinci ile ülkenin ve bölgenin geleceğine yönelik sağlıklı adımları atmasıdır.

30 Aralık 2019

Yorum Ekle
Yorumlar (3)
Osman Çelik | 01.01.2020 23:30
Teşekkür ediyorum.Güzel tespitlerde bulunmuşsun.Fakat Ülkemizin durumu malum,bukadar sorunların üstesinden gelebilirmi bilemem.Akıllı hareket etmek lazım derim.
Şaban Uyar | 31.12.2019 19:59
Yazısından dolayı Süleyman Beyi Tebrik Ederim Önemli bir Mesaj dı Kayde değer bir konuyu ele almıştır.Faydalandım kısacası çok memnun oldum Devamını beklerim Saygılarımla
Yıldız Dağlı | 30.12.2019 22:10
Bu değerli, gerekli, zamanlaması anlamlı yazı için teşekkür ederim. Ülkemizi kuşatan dış sorunların sarmalından kurtulabilmek için içeride de milletimizin gönlünü teskin edecek uzun vadeli adımların atılması gerekmez mi? Bazı mızraklar çuvala sığmıyor, evet belirttiğiniz gibi çoğu işler ehline verilmiyor, gruplaşmiş toplulukların halkın ortak mülkünü devletin malı deniz diyerek kapışıp durmalarını daha ne kadar seyretmeliyiz? Millet olarak da aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık çaresizliğini yaşıyoruz. Millet olarak susuyoruz fakat bu suskunluğumuz gerçeklerden habersizliğimizden değildir, bunu ayrıca belirtmek isterim. Tekrar teşekkürler...