metrika yandex
  • $32.46
  • 34.71
  • GA18240

Hanedanlığın Devlete, Tebaanın Vatandaşa Dönüşmesi: İktidara Mutlak Bağımlılık Hali-2

MEHMET YAŞAR SOYALAN
09.01.2024

 

  • Yeni Dünyanın Yen düzeninde Devlet ve Vatandaşlık

 

İnsanın “vatandaş”a evirilmesi ve devletin de vatandaşın şahsında bir beden olarak ortaya çıkması, yani yumurta- tavuk ilişkisinde olduğu gibi vatandaş ve devletin birbirini doğurması/üretmesi bu yeni dünyanın en belirleyici yanıdır. Devlet ile vatandaş bir bedende birleşince artık devlet bir biyo-akıl olarak tezahür etmeye başlar. Bu biyolojik aklın, biyoloji ötesi tasavvuru olmadığı için vaz ettiği ve ürettiği her şey biyolojik hal ile sınırlı kalmıştır. Ürettiği her şey insanın ve dünyanın/evrenin küçülmesine neden olmuştur. Çünkü somutlaştırmak/ maddeleştirmek olanı küçültmek anlamına gelir.  Oysa yaşanılan her bir durum ve olay; örneğin 6 Şubat 2023 depremleri, her maddi gerçekliğin bir aşkın tarafının olduğunu bir kez daha ortaya koydu ama. biyo-akıl bunu göremiyor.

Devletle vatandaşın devletin bedeni içerisinde bütünleşmesinin ve devletle bir olmasının kamuflajsız halini Nazi Almanya’sının ve CHP’nin Kemalist devletinde açık bir şekilde görebiliriz. Onuncu yıl marşındaki “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan; Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan” dizleri bu vatandaşlık halini ve devlet vatandaş birlikteliğini/ birliğini en veciz bir şekilde resmediyor olsa gerektir.

Dolayısıyla bu yeni dünyanın devletinde toplum veya topluluklar yoktur, devletlerin vatandaşları ve bu vatandaşlarından meydana gelen halkı/halkları vardır. Gelinen noktada bu halk veya halklar devletin sınırlarını aşarak dünya halkı/hakları hatta vatandaşları olma aşamasına gelip dayanmıştır. Ancak devlet ile halkı arasında üç yüz yıllık tecrübeye rağmen hala bir ünsiyet sorunu vardır ve bu sorunu aşmak, devlet ve “halk” arasında bir ünsiyetin, hatta bir aidiyetin oluşmasını sağlamak için yapay/ sanal düşmanlar icat edilmesi bir yol olarak hep kullanıla gelmiştir. Öyle ki bu yolla halk içinde çatışan sınıflar ve bu sınıflara ait STK’lar var edilerek vatandaşlara yeni dünyanın gerçekliğine uygun bir kimlik aşılanmaya çalışıla gelmiştir ancak bu pek mümkün olmamıştı. Çünkü değer inşa etmeden kimlik inşası mümkün olmaz. Sistemin doğası bir değer inşasına izin vermediği için ancak ötekinin karşıtı anlamında bir kimlik/ kemikleşme (aslında bir varlığına yabancılaşma) inşası mümkün olmaktadır.

Devlet, Aydınlanmacı anlayışın bir yansıması olarak milliyetçilik/ulusalcılık ve laiklik/ sekülerlik ayakları üzerinde var kılındığı için bu esaslar, vatandaşın herhangi bir kimlik ve değer inşasına izin vermezler, çünkü milliyetçilik ve laiklik vatandaşın ve devletin asli kimliği ve değeri olmak durumundadır. Çünkü başka bir değer ve kimlik devlet- vatandaş bedenleşmesini yok eder. Olsa olsa bu “asli iki unsur” bütün kimlikleri ve değerleri lağvederek onları kimliksizlikte ve değersizlikte eşitler. Ancak bu zoraki sınıflaşma/ karşıtlık/ düşmanlaştırma ve STK’lılaşma hali devletin devamı/ bekası için elzem olduğundan onlar da birbirlerinden beslenerek (yani birbirlerini tüketerek veya besleyerek) görünür olmaya devam ederler.

Tebaa ise; ait olduğu toplumun bir parçasıdır ve hanedan, yönetimde onun bir paydaşıdır; ilişkisi yönetilen olmak ile sınırlıdır, alt üst ilişkisi onun için izafi bir şeydir ve kendisinde bir karşılığı yoktur. Hanedan tanımlı coğrafyadaki çok sayıda topluluğu kendisinden önce de var olan ilke ve kurallar çerçevesinde yönetir; bu ilke ve kurallar iki tarafın da malumudur. Bu ilke ve kurallar çerçevesinde topluluklar iktidarın paydaşıdırlar, dolayısıyla bilindik anlamda devlet, dolayısıyla milliyetçilik/ulusçuluk ve laisizm onların, yani hem tebaanın hem de hanedanın yabancısı olduğu olgu ve isimlendirmelerdir.

Hanedanlığın devlete dönüşmesi, pek çok açıdan sömürge süreçleri ile alakalıdır ve, sömürge süreçlerinin de sebebi ve hazırlayıcısı olan Aydınlanma düşüncesinin varlık, insan ve toplum tasavvurunun bir sonucu olarak tezahür etmiştir. Bu dönüşümde en temel belirleyiciler; bu anlayışın bir sonucu olarak ortaya çıkan 1789 Fransız İhtilali ile ete kemiğe bürünen milliyetçilik/ ulusalcılık (millileşme/ uluslaşma) ve sekülerizm/ laisizmdir. Bu iki unsur hem iktidar aygıtını hem de toplum yapısının çözülmesini sağlayarak iktidar toplum ilişkisini yeniden inşa etmiştir. Bu yeni durum elbette iktidarın yönetme biçiminin, yönetim aygıtlarının/ araçlarının ve iktidarın üzerine oturduğu ilke ve kurallarının değişmesine ve yöneten- yönetilen ilişkisinin de yeni bir hale evirilmesine neden olmuştur.

Devletin ortaya çıkması ile birlikte yeni bir dönem başlamıştır ve hayata, insana, topluma, yönetim şekli ve anlayışına dair her şey yeniden üstelik mevcudu reddi miras yaparak inşa edilmiştir. İlk süreç bireyin kabullerini sarsmak, algılarını değiştirmek ve “insanı, insanın kurdu” haline getirmek, sonraki süreç ise toplumları/ toplulukları çözerek, ilişkilerini rakip olmanın ötesine taşıyarak, onların varlığını, kendilerinin yokluğu olarak algılanmasını sağlamaktır. Aynı zamanda her bir topluluğu diğerine karşı ihtiyaçsızlaştırarak, yani diğerine karşı kendisini müstağni kılarak diğerini ötekileştirip hiçleştirmek. Önce aynı ülke içindeki toplulukları birbirine karşı kutuplaştırmak ve kamplara ayırmak; zaten demokratik devletin temeli olarak kabul edilen siyasi partiler bunun için vardır. Sonrasında veya eş zamanlı olarak yeryüzündeki tüm toplulukları, dolayısıyla devletleri kutuplaştırarak belli kamplar içine sokmak. Yani ötekinin şahsında kendisini var kılmak…

  • Modern Devletin Temel İki Ayağı: Milliyetçilik ve Laiklik

Toplulukları çarpıştırarak yönetmek ve muktediri/ hanedanı hakem kılmak kadim bir gelenektir ama modern devlet, toplulukları çarpıştırmaktan çok onları asimile ederek, süreç çerisinde aynılaştırarak devletin kulu/ payandası haline getirmek ve her vatandaş için aynı seviyede yeni bir asabiye oluşturmak ister. Bu asabiyedeki temel unsurlar; devleti sadece kendisine has kılma duygusu ve aşkınlığı inkârdır. Aydınlanmacı iktidarın temel iki ayağı olarak milliyetçilik ve laiklik işte bu iki durumu gerçekleştirmek ve gerçekleştirdiğini de daim kılmak için vardır.

Modern iktidarlar, klasik yöneten- yönetilen ilişki biçimini değiştirmeden kendi arzu ettiği düzeni kuramaz, bunun için öncelikle kadim iktidar- tebaa ilişkisinin çözülmesi/ değişmesi ve bu tebaanın başka bir şeye dönüştürülerek kendi kimyasına uygun hale getirilmesi gerekir. Bunun için de kadim toplum ve aile yapısının çözülmesi, aidiyet duygusunun yok edilmesi olmazsa olmazlarıdır. Olmazsa, imha edilirler, soy kırıma tabi tutulurlar; Avusturalya ve Amerika kıtalarında olduğu gibi gerekirse gemilerle dışarıdan/ başka coğrafyalardan kimyalarına uygun tebaalar getirerek, insandan arındırdıkları, temizledikleri (!) coğrafyaları yeniden canlandırabilirler. Nesli ve ekini helak etmek onların çok aşina olduğu bir şeydir, zaten devleti de bu aşinalığın bir yansıması olarak ortaya çıkarmadılar mı?  

Toplumu çözmenin ilk aşaması milliyetçilik/ ulusalcılık anlayışının yaygınlaştırılmasıdır. Bu milliyetçilik kartı toplumları çözmede, birbirinin düşmanı haline getirmede çok işlevsel bir araçtır. İkinci aşaması; laiklik ve sekülerleşmedir. Milliyetçilik ve laiklik kadim toplulukları ve topluluklar arası ilişkiyi, yönetim geleneklerini temelden sarsarak, toplumu çözer ve kamplaştırır. Artık birey iktidar karşısında yalnızdır, onu iktidara karşı koruyacak bir ailesi ve aidiyet bağı ile bağlı olduğu bir toplumu da yoktur. Artık her bir birey devletin çocuğudur. Devlet onun için baba ve ailedir ve o artık devletinin/ iktidarın ajanı gibidir. “Ajan” da dillere ve kültüre yeni giren bir kavramdır ve klasik “casus”tan farklı bir şeydir.  Bu aşamada “tebaa” artık “vatandaşa” dönüşmüştür. Böylece “vatandaş”, hayatını siyasallığın/ siyasetin içinde var kılabildiği ve devletin üzerine bina edildiği bir tuğla mesabesine indirgenmiştir ve bu durum, insanlık tarihinin en pasif, edilgen ve korumasız haline karşılık gelir. “Vatadaş” bu “devletin” tuğlası ise milliyetçilik/ ulusalcılık devletin kılcal damarları gibidir. Bütün bir kan dolaşımı ve duyular bu kılcal damarlar üzerinden gerçekleşir. Laiklik ise onun iskeletidir. Aşkınlık devre dışı bırakıldığı için zaten geriye bir şey kalmıyor.

Aydınlanmacı düşüncenin küresel çapta bir cazibe merkezi haline gelmesi, Milliyetçi duyguların artması, laikliğin küresel çapta kabul görmesi ve sömürgeci Hegamonların da teşviki ile özellikle de sömürge artığı coğrafyalarda ulusal devletlerin pıtrak gibi çoğalmasına neden oldu. Böylece modern devlet, adı ister krallık/monarşi, isterse cumhuriyet olsun yeryüzünün tek yönetim biçimi haline geldi. Tüm yeryüzü insanı da kimlik ve değerlerinden soyutlanarak “vatandaş” haline geldi.

Devam Edecek

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Mustafa Demir | 12.01.2024 20:09
Sağlık ve selametle, arkadasim!