metrika yandex
  • $32.63
  • 35.2
  • GA17640

Kesinliğe Dair…

ABDULAZİZ TANTİK
08.02.2021

İnsanı en çok etkileyen ve tetikleyen şey şüphe durumunun varlığıdır. Bir şeyin soruşturulması ve doğrulanması süreci tamamlanana kadar kişi, arayışı sürdürür. İtminan kişide ancak kesinlik algısına ulaşıldığı zaman ortaya çıkan bir olgudur. Şüphe ise birden fazla nedene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Şüphenin kaynağı zan, tahmin, yanıltma, yanılma veya sahip olma duygusu gibi bazı temel etmenlere bina edilebilir. Buraya bilgisizliği, algısızlığı ve anlama zaafını da ekleyebiliriz. Şüphe çok kesin gördüğün şeye dair akla takılan bir soru ile de şüpheye dönüşebilir. Yani şüpheyi birden fazla biçim ile giderme imkânı doğarken, onu doğru tanımlama çözümü de içinde taşıyor.

Yalan, dolan, yanılgı ve yanlışlara bina edilen şüphe, içerden kişinin itminanını ve kesinlik algısını çürütür. Kesinlik ise bu durumların açığa çıkarılması, doğrunun, gerçeğin ve niyetin açıklık kazandığı zeminde varlık kazanır. Kesinlik, şüphenin izole edilmesi ve meseleye vukufiyet kesbettiği oranda açığa çıkar.

Şüpheyi dar bir çerçevede ele alma imkânımız olduğu gibi daha geniş bir çerçeve içinde ele almayı da mümkündür. Şüphenin soyut bir karakteri olduğu gibi, olayın siyasi, sosyolojik ve hatta psikolojik zemini de bulunur. İtminan ise kişinin varlık, bilgi ve olaylar karşısında hep sağduyuyu muhafaza etmeye yönelik bir ilgisinin varlığı ile bilgi ve şuur üzerinden elde ettiği duygusal tatmin ve bilginin netliği ile orantılı oluşur.

Allah’ın varlığı, isim ve sıfatlarının neye tekabül ettiği meselesi, hep bir şüpheyi içinde barındırır. Bu hakikatin göreliliği ve insanın onu ihata edemeyeceğinin bilgisinin kesinliği ile sürekli insanı araştıran ve yatıştırmayan bir özelliğidir. Bu konuda sürekli bir arayış, belirli bir yöntem ve temel ilkelere dayalı olmazsa kişiyi absürt bir konuma iter. Onu güvensizlik içinde debelenip duran biri yapar ve nerede duracağı, ne yapacağı kestirilemeyen biri haline dönüştürür. Bir anı bir anını tutmayan kişinin etrafında oluşturacağı algı açıktır. Hakikatin kuşatılamazlığı ile birlikte bu durumu anlayan, idrak eden ve adım- adım hakikat arayışını sürdüren ve her elde ettiği hakikatten bir parçayı bir adım yukarı taşıyarak hakikate kendini daha yakın kılma arzusu onu itminana taşır. Her olay ve olgu ile birlikte düşünce zemini ile duygusal zeminde de bir itminana taşıyarak temel itminana kapı aralar.

Aldatma şüpheyi içerir. İnsan çocukluğundan itibaren bir aldatma prosedürü ile karşı karşıya kalmaktadır. Her adımda kendisini aldatan çevresindekiler, onu aldatmaya meyyal hale getirmektedir. Aldatma yaşamın bir parçası haline gelebilmektedir. Yalan bir dünya içinde kendi kesinliğini yaşayan kişi, aldatıldığı gerçeği ile karşı karşıya kalınca küçükten büyüğe bir travma ile psikolojik dengesini kaybeder. Bunu gören ve tecrübe eden kişiler, duygusal bir kapanma ile karşılık üreterek kendilerini korumaya alırlar. Bu durum ise aldatmayı daha güçlü kılarak yaşamı belirlemeye devam etmesine neden olur. O zaman safça aldatmalar, pembe yalanlar, zorunlu yanıltmalar vesaire gibi korumaya matuf aldatmaların zemin kazandığı bir toplumsallığı yaşamaya başlıyoruz. Buradan kesinlik algısının da ciddi bir eleştiriye açıklığını ortaya koyabiliriz. Yani aldatmanın başat unsur olduğu bir toplumda kesinlik algısı da zedelenmektedir. İtminan ise yatışmaz yapısı ile sürekli bir huzursuzluğu açığa çıkartır. Bu huzursuzluğu geri itmenin bir zemini olarak suskunluk devreye girer. Suskunluk, gerçeğin, doğrunun tam ifade edilmediği zeminde zorunluluk üzere kabule şayan hale gelir. Ama kendi içinde de bir çürümeyi taşır ve sosyal yapıyı ciddi bir şekilde zedeler.

Aldatma ve itminan küçük adımlar ile başlar. Bu küçük adımları atarak yol alındığında bir süreklilik kazanır. Bu yüzden itminan, atılan küçük adımlar ile sürekli doğru ve gerçeği açığa çıkartarak yapıldığında kesinliği inşa eder. İnşa edilmiş kesinlik ise süreç içinde itminanı sağlam bir düşünce ve duygu zeminine taşır. Bu yüzden atılacak her adım doğru ve gerçeği işaret etmek olmalıdır.

Bu konuda ferdin üzerine düşen sorumluluk, kendi karakterini inşa edecek sorumluluk ile birlikte dikkate alınmalıdır. Elbette ki her fert gibi o’da kültürel yapı üzerinden bir karakter alır. Ancak fert, kendi karakterini ve yaşam tarzını inşa ederken, kendi bağımsız iradesini devreye koymalı ve kendi sorumluluğunu üstlenerek kendi toplumsallığını inşa edecek bir vasata ulaşmayı hedef kılmalıdır. O zaman kendi itminanını üzerine bina edecek kesinliği adım- adım işleyerek kendi sosyal gerçekliğini inşa eder. Ve bu sosyal gerçeklik aynı zamanda başkaları için bir örneklik oluşturarak onların da bu sosyal gerçekliğe dâhil olmasına zemin oluşturur.

İtminanın sağlandığı kesinlik zeminini üç ilke üzerine kurabiliriz:

Bir, inanç ilkesidir. Ne yaparsa yapsın, neye yönelirse yönelsin, ne söylenirse söylensin, eğer ona inanırsa itminana giden yolu kurar. İnandığı şeyin inanmaya değer oluşu çok önemlidir. Dolayısıyla inandığı şeyin doğru ve gerçeğe dayalı oluşuna dair hem duygusal hem düşünsel bir zemine yaslanması esasa taalluk eder. Yani inandığı şeyi salt öyle gerektiği için veya aktarıldığı için değil, belirli bir sürece mebni kılarak inanılması gerektiği için inanan kişi, itminana doğru adım atar. Kesinliği ise inandığı inancın hem kendi vicdanında bir karşılığı oluşu ve hem de başka vicdanlarda ortak bir algıya dönüştüğünün tecrübesi güçlendirir. Tabi ki sahip olduğu inancı mantık ve tutarlılık ile savunabilmesi ve kendi hayatını olumlu bir şekilde düzeltirken başka hayatların da güzelleşmesine zemin oluşturduğunu görmesi ve tecrübeye mehaz olması itminanı ve kesinliği birlikte yükseltir. Bu inanç, bir akideye matuf olabileceği gibi herhangi bir gündelik olay, olgu ve durum ile de ilişkili olabilir. İnsan her şeyi bilemeyeceği için inançlarla iş görür. Hayatında inancın çok büyük yeri olduğunu kavrayan kişi, inançlarını hem eleştiriden geçirme, hem de onu doğrulama imkânlarını ciddiyetle ele alarak kendi duygu ve düşünce zemininde kesinliğini inşa ederek kendi itminanını sağlamaya çalışmalıdır.

İki, doğru olmasıdır… İster inanç, ister olay, ister olgu veya durum olsun, özel ve genelde meseleyi doğrulayacak kıstaslara sahip olmak ve her türlü şüpheden arî bir durumu içermesidir. Çünkü doğrulanan her olay, olgu ve durum sahici bir şekilde anlama, anlamlandırma ve yorumlama imkânı sunar. Doğruluğu tartışmalı bir şeyi yorumlamanın kendisi de şüphe doğurur. Şüphe ise itminanın tam karşıtıdır. İnancın doğru oluşu, güveni ve beraberinde tatmini getirir. Tatmin ve güven üzere olan bir şey ise kesinliği inşa eder. Bu meseleler adım- adım ilerleyerek kişide sağlam bir kişilik oluşturur. Sağlam bir kişilik ise doğruyu önceler ve doğru üzerine inancını kurar. Bu yüzden doğru bir boyutu ile inancın temelini kurarken diğer taraftan ise gerçeğin varlığını kesinler. Doğruyu hangi zeminde ele alırsak alalım, inancın kesinliğini, olay, durum ve olgunun gerçekliğini bize gösterir. Bu da bize doğrunun hayatımızda ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Doğru, daha ilk doğduğumuz andan itibaren süreklileşerek hayatımızda var olması gereken temel bir yapı taşıdır. Aileden başlayarak içinde var olduğumuz kültür bize doğruyu, doğruları işaret etmelidir. Doğrunun acı ve hüzün veren boyutuna rağmen, kişiyi yücelten bir karaktere taşıdığını da dikkate sunulmalıdır. O yüzden insan, kendi karakterini doğruluk üzerine bina ederek kendi itminanını oluşturma imtiyazı kazanır. Bunu gösteren kişi, doğruluğun öğretmeni olarak diğer kişiler içinde bir tanıklık inşa ederek doğruluğun sosyal bir gerçeklik zemini inşa etmesine katkı sunar. Bu zaten o kişide yeterli düzeyde bir tatmini ve bu tatmine dayalı olarak kendi kesinliğini ve itminanını sağlar.

Üç, gerçeği görebilmek… Gerçek, mevcudun kendi otantik yapısı içinde görünür oluşudur. Gerçek, her zaman kendini dayatır ve gösterir. Gerçeğin hep bir açığa çıkma huyu olduğu dillendirilir. Çünkü gerçek, yalanın iktidarını yerle bir eder. Gerçek açığa çıktıkça yalan kendini yokluğa tevdi eder. Gerçek, doğrunun temelini kurar ve inancın doğru üzerine bina edilmesine zemin oluşturur. Gerçek olmayan bir inancın ve doğrunun hayatta karşılığı olmayacağı için kişiliği de çürütür. Bu yüzden en temele gerçeği, onun üzerine doğruyu ve doğrunun üzerine de inancı temellendirerek kişi kendi kesinliğini inşa eder. Bu kesinlik ise itminanı oluşturarak kişinin otantik ahlaki yapısını güçlendirir.

Şüpheden kurtulmanın yolu, gerçeğe ulaşmaktır. Gerçek doğrulandığı zaman inanca dönüşür. İnanç ise kişinin ahlaki yetisini güçlendirir. Ahlaki yapısı sağlam kişi ise kendi kesinliğini inşa ederek başkaları için görünür kılar. Bu da ahlaki bir yapının toplumsal boyut kazanmasına zemin olur.

İşte asıl meseleye gelindi. Gerçek, doğru ve inanç hangi temel üzerine bina edilerek sağlam bir ahlaki yapı oluşturur?

Tecrübe…

Kişinin hayatında kesinliğe doğru atacağı her adımda tecrübesi ona yoldaşlık ettiği sürece gerçeğe ulaşma, gerçeği doğruya dönüştürme ve doğrunun inanca dönüşmesini sağlamaya imkân bulur. Tecrübe hem enfüsi hem afakî zeminde kişiyi itminana ve kesinliğe taşır. Bir inanç, doğru ve gerçek ancak tecrübe üzerinden duygusal bir karaktere taşınabilir. Duygusal tamlık olmadan düşünsel tamlığın bir karşılığı oluşmaz. Soyutun somut ile izdivacı ancak tecrübe ile buluşturulduğunda anlam açığa çıkar. Anlam, kişideki tecrübe sayesinde varlık kazanır. Bu tecrübe çok somut ameli bir durumu işaret edebileceği gibi, soyut zihni bir amele de kaynaklık edebilir. Yani tecrübe her iki boyutu ile önemli ve karakterin vazgeçilmez özelliğidir. Bu yüzden tecrübeye konu edilmeyen inanç, doğru ve gerçeğin istismara açık bir yapı arz edeceğini açık bir şekilde ifade etmeliyiz. Belki de şüphenin beslenme noktası da bu tecrübesizliğin kendisinde saklıdır.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş