Parça bütünden küçüktür. Bu hüküm “parça - bütün” ilişkisi olan her varlık için söz konusudur. Ya da kendisini bütüne nispet eden, bütünle ilişkilendiren her parça için söz konusudur. Küçük olan parçanın kendisini bütünden ayrı değerlendirmesi, bütünü yok sayarak durması - hareket etmesi, bütünden bir parça olduğunu unutup kendisini bütün vehmetmesi akılla izahı mümkün olmayan bir durumdur.
Her parça ya da parçalardan birkaçı, “parça-bütün” ilişkisini unutup kendisini bütün olarak konumlandırmaya kalkarsa ‘bütün’ paramparça olmuş demektir. Mesela bir arabayı oluşturan parçaların tamamı arabaya aidiyet bağlamından dolayı anlamlı ve değerlidir. Parçalanmış bir aracın parçalarının sadece hurda değeri vardır; ta ki hurdacı bir aracın eksik parçasını tamamlayıncaya kadar. Yoksa burada hurdacıda çürüyüp gidecektir.
Her küçüğün küçüklüğünü bilmesi bir erdemdir, hakkaniyettir, adalettir. Küçüklüğünü bilmemesi yanlış olduğu gibi , kendisini büyük sanması (büyük olmadığı halde büyüklenmesi) ise çok daha büyük bir yanlıştır, yani kibirdir. Her büyüklenme ise, savaşta düşmana karşı yapılan, hacc’daki hervele durumları hariç büyük bir sapmadır, tuğyandır.
Kendisini bütünden ayrı görebilen her parça,(parça- bütün ilişkisi sağlam sağlıklı olmayan her parça) kendisini aynı zamanda bütünden müstağni - yani ihtiyaçsız , muhtaç olmayan - gördüğü için haddi aşmış - tuğyan etmiş olacaktır.
“Allah ganidir-ihtiyaçsızdır- sizlerse fukaralarsınız.-her zaman muhtaç-“
“Muhakkak ki insan azar,-tuğyan eder- kendisini müstağni-ihtiyaçsız- gördüğünde...”
Sağlıklı bir “parça-bütün” ilişkisini Müslüman fert, Cemaat, Ümmet bağlamında incelediğimizde, hiç te içimizi ferahlatan, kalbimizi mutmain edip sevindiren bir tablo görememekteyiz.
Hâlbuki kendimizi İslam'a nispet etmenin ilk adımı olan tevhid kelimesi parçayı değil bütünü, çokluğu değil tekliği, ilahları değil, bir tek ilahı, kargaşa ve kaosu değil harmoni ve uyumu, dağınıklığı değil bütünlüğü- toplanmayı esas alır, gerektirir.
Yaşadığımız toplumda kendisini her şeyden müstağni gören bütünle ilişkisini unutmuş veya sağlıklı-şer'i temellere oturtamayan kendisini bütün yerine koymuş pek çok fert, grup, cemaat , örgüt ,vakıf, dernek, camia, parti, hareket, oluşum vb parçalar var.
Bu saydıklarımız ‘İslam’, ‘Ümmet’, ‘kardeşlik’ bütünlüğünü unutarak günümüzde ne yazık ki paramparça olmayı seçmiş durumdadırlar. Bu unutma aslında şahitlik ettikleri birlik kelimesini’ kelime-i tevhidi’ unutmadır. Büyük bir zuhül ve aymazlığa işaret etmektedir halimiz...
“Dinlerini parça parça ettiler; her parça-fırka- yanındaki ile sevinmektedir...”
İçinde bulunduğumuz paramparça hali göremeyip, hala mezhebi veya grupsal farklılıklarını öne çıkaranlar, bu hali görüp rahatsızlık duyanlardan çok daha fazladır. Dinlerini parça parça etmiş olan bu gruplar-parçalar tarihteki küçük krallıklara-beyliklere benzemektedirler.
Her bir krallık-beylik kendi dar ve küçük sınırları içinde halinden memnun, kendi tebaasıyla mutlu bir şekilde yaşamaya devam ediyor. Her şeyin en güzeli ve en doğrusunun kendileri yanında olduğuna inanan bu fert, grup, cemaat, vakıf, dernek, mezhep vs. kendilerini her şeye yeter görmektedirler.
Her şey kendileri ile kaimdir, islami mücadele, islam akidesi vs. Din bile onlara muhtaçtır. Kimileri bunu dillendirebilmekte iken pek çok gurup da bu hususu dillendirmeyi zımnen-lisanı hal ile-davranışlarıyla ifade etmektedirler.
" Mezhep ne demek, dinde bir tane mezhep olur; bizim mezhebimiz dinin kendisidir" diyenler olduğu gibi,
“Ne gurubu bu bölgede sadece biz varız, diğerleri ya bize gelip tabii olacaklar ya da silindir gibi ezer geçeriz." diyenlere,
“Tevhidi mücadelede,hakka şahitlik etmede biz varız” diyenlere,
"Şu kadar mezhep var diğerleri batıldır" diyenden tutun da;
"filan tarikatın falan kolundanım diyen ahirette sorgu sualden bile kurtulur"düşüncesine sahip olanlara varıncaya kadar, içinde bulunduğu camiayı alabildiğine yüceltenler, bunu dillendirenler ; içinde bulundukları kibrin seviyesini ortaya koymakla beraber, aynı zamanda bu konuda ne kadar cesur olduklarını da gösteriyorlar.
Bir de dillendiremeyenler var. Bunlar da dillendirmeyip gönüllerinin en üst, en mutena köşesinde gizliyorlar kibirlerini… Bunlar açıkça telaffuz etmeye çekiniyorlar. Çekinmelerinin sebebi az da olsa haddini bilmek mi, yoksa kibirlerinin ortaya çıkması korkusu mudur bilinmez, ancak halleri hal değil bunu biliyoruz.
Mesela İslam ve Müslümanlarla ilgili herhangi bir konuda ya da müslümanlar’ın ortak hassasiyeti olan bir konuda sadece kendi gurubuyla veya 3-5 gurupcukla bildiği gibi hareket edenler, müslümanlar adına konuşma hakkını kendinde görüp; başka vakıf, dernek, cemaat, gruplara müracaat etmeksizin bildiğini okuyanlar az veya çok kendilerini her şeye yeter görme-müstağni görme-her şeyi kendinden ibaret sayma illetiyle malul bir kibir ve aymazlık içindedirler. Beraberinde “biz görevimizi yaptık” düşüncesi bu insanların kibirlerini daha da arttırmaktadır.
Bütün müslümanların ortak dertleri olan konularda bu küçük beyliklerin gösterdikleri anlık-cılız tepkiler bu kibir ve aymazlığın neticesidir.
Olması gereken bütün müslümanların hassas olduğu bir konuda azami derecede birlik ve bütünlük içerisinde hareket edebilmek ve bunu sağlayacak gayretler içinde olmaktır.
Yapılacak binanın duvarına bir tuğla daha koyma hedefine yönelik çalışmalarla daha güçlü bir sesin çıkmasını sağlamaktır.
" İslami sorumluluk", "adil şahitler olma", "İslami mücadele" ve benzeri büyük iddialara sahip bu grupların yaptığı gösteri salon toplantıları basın açıklamaları vb. faaliyetlerin, hükümetin iç veya dış politik duruşuyla uyum içerisinde olma garabeti, bir başka tartışma konusu olabilir. Ancak yapılan çalışmanın başarısının; basının iltifatıyla veya katılanların sayısal çoğunluğuyla ölçülmesi apayrı bir yanlışın ifadesidir. Aslında bu da bir başka sapmadır.
Çok arzu etmelerine rağmen geniş katılımlı bir gösteri veya basın açıklaması olmamışsa bunun sebebini ya da başarısızlığı kendilerinde asla aramazlar. "Nerede yanlış yapıyoruz “diye sormazlar, “davetimize insanlar için iltifat etmiyor diye düşünmezler" çünkü suçlu müslümanlardır, çevrelerindeki insanlar veya halktır; bunların çok sorumsuz hareket etmeleri ve İslami görevlerini yapmamalarıdır.
Bu gruplar, yedi yıl boyunca Hükümet’in dış politikası doğrultusunda Suriye ile ilgili yüzlerce gösteri, yardım çalışması, salon toplantıları yaptıkları halde, Yemenle ilgili hiçbir toplantı, gösteri, insani yardım çalışması yapmamıştır. Çünkü Yemen'i kana bulayan zalim Suudi yönetimi, saltanatının devamını Amerika’ya borçlu olan uşak bir yönetimdir. Amerika ve uşağı müttefikimiz olunca Yemen’de bırakın zulme karşı çıkmayı tam tersi destek açıklamaları yapılmıştır.
Üstüne üstlük duyarsızlık kimi yorumlarla meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Yemen'de ölen çocukların ,sivillerin dramı ve mazlumiyeti, Suriye'de yaşanan mazlumiyetin %1'i kadar bile gündem olamamıştır. Bu nasıl İslami sorumluluk, nasıl adil şahitler olmaktır?
Yemen halkı Müslüman değil mi.?
( NOT: Bir süredir Türkiye-Suud ilişkilerinin bozulması sebebiyle,yemen bu guruplardan resmi İslamcıların aklına geldi ve yardım kampanyaları düzenlemeye başladılar. Hatta Cuma günü bütün camilerden Yemen’e yardım talebi hutbede gündeme getirildi.)
Bütün bu gruplar isimlerinin afişlerinin namlarının bulunmadığı, reklamlarının yapılmadığı hiçbir faaliyette yer almamışlardır, almazlar. İnsani yardım paketlerinde bile isimsiz amblemsiz bir karton veya ambalaj malzemesi bile bulamazsınız.
(Not: şimdiye kadar tek istisna sadece Trabzon'da bir gurubun ihtiyaç sahiplerine isimsiz-amblemsiz yardım kolisini her ay düzenli dağıttığını duydum; bu Müslümanları selamlıyoruz.)
Hiçbir grup; enaniyetleri , kibirleri grup veya cemaat narsizmi, maslahat anlayışları ve benzeri sebeplerle Müslümanlar adına cılız tepkiler vererek (mesela 80-100 kişiyle gösteri yaparak ) İslami potansiyeli, karikatürize etme ,Müslümanların gücünü zayıf gösterme hakkına sahip değildir.
Hiçbir gurubun veya birkaç grubun kendilerini müslümanların sözcüsü, sesi, en iyi bileni, İslam’ın ve Müslümanların tek savunucusu olarak görme ya da bu imajı vermeye hakları yoktur. Müslümanlar böyle bir vekaleti onlara vermemiştir. Bu hakkı kendilerinde görmek kibir enaniyet ve kendini beğenmek-ucb – sebebiyledir. Aslında bu hastalıklı bir durumdur...
Bu gruplar -beylikler-belki sadece kendi müntesiplerini-bağlılarını- temsil edebilirler. Ancak gurup içi ilişkileri de bir o kadar hastalıklıdır. Mesela her küçük beylik tebaadan mutlak itaat istemektedir. Mutlak itaatten ayrılanlar, kimi aksaklık ve yanlışları dile getirip eleştirmeye kalkanlar hemen linç edilip beyliğin sınırları dışına atılırlar.
Saltanat rejimlerinin ‘İslam dışı’ olduğu düşüncesiyle tarihteki saltanat rejimlerine karşı çıkan pek çok zevat; kendi küçük beyliklerinde, dernek,vakıf , cemaat ve benzeri topluluklarında saltanatlarını devam ettiriyorlar.
Yaşadığımız coğrafyada ne kadar grup dernek, vakıf, cemaat, tarikat, legal veya illegal örgüt, sendika, parti ,kurum, kuruluş vb. aklınıza ne gelirse hepsinin başında bir tane padişah vardır.
Bu padişahların farklı din veya ideolojiye, mezhep veya tarikata mensup olmasının pratiklerine farklı hiçbir yansıması söz konusu değildir. Uygulama hepsinde aynıdır. Legal bir İslami vakıfla, laik Kemalist bir vakfın başındaki padişah aynı şekilde hareket eder. Ya da illegal bir sol örgütün başındaki şahısla illegal bir İslami örgütün başındaki şahıslar aynı padişah yetkileriyle davranırlar. A,B,C,D partilerinde de durum farklı değildir.
Örnek nesil, öncü kadro, adam yetiştirme gibi iddialarla yola çıktıklarını iddia ederler. Ancak cemaatten hiç kimse baştaki padişahı hiçbir konuda asla geçemez. Yönetime ilişkin, düşünsel veya ilmi her konuda padişah her şeyin en iyisini bilir ve uygular. Hiç kimse hiçbir konuda ona şerh koyamaz, eleştiremez, itiraz edemez, dediği dediktir. Herkes padişahın görüşleriyle ikna olmak zorundadır.
Şimdiye kadar hiçbir grup, cemaat ya da örgütte “filan kardeşim bu göreve benden daha layıktır,ehliyet-liyakat sahibidir”diyerek koltuğunu ya da makamını bırakan bey’e –padişah’a rastlanmamıştır.
Tarihimizdeki tek istisna “ben İslami olmayan babadan oğul’a geçen saltanat yöntemi ile işbaşına geldim, bunun için istifa ediyorum. Ümmet kendi tercih edeceği layık birini halife seçsin”deyip makamını bırakan sadece Ömer bin Abdülazizi biliyorum. Geçmişimizde ya da günümüzde böyle saygıyla anacağımız örnekler olsaydı, geleceğimize daha bir ümitle bakmaya hakkımız olurdu.
Bir grubun sohbet ve benzeri İslami çalışmalarına katılan tebaadan birisi asla başka bir grubun çalışmalarında bulunamaz. “Faydalı gördüğünüz her türlü İslami çabaya katılabilirsiniz, izin almanız gerekmez” diyen hiçbir padişaha-gruba şimdiye kadar rastlanmamıştır.
Bu küçük beyliklerin, beylerin bazı ortak faaliyetlerde bulunması kimi çabalara iştirak etmeleri bu faaliyetten toplanacak parsaya bağlıdır. Enaniyetleri, beylikleri, cemaatlerinin ismi yeteri kadar yüceltilmemişse vacip kabilinden-türünden ortak çabalara bile katılmazlar.
İslam ve müslümanların faydası-maslahatı, geleceği için; kendi grup, dernek, vakıf ve örgütlerinden taviz verip, gurup ve örgüt çıkarlarına ters hareket eden şimdiye kadar olmamıştır. Ancak cemaat ve örgüt maslahatı için İslami ilkelerden taviz verip, her türlü haramın işlenmesine kapı aralayan, hatta müslümanların kanının dökülmesine sebep olup, göz yumanlar olduğu gibi, bizzat kan dökmeyi savunanlar çokça görülmüştür. Günümüzde bir de bunlara ilave olarak kibirleri, ırk, mezhep, gurup taassupları; emperyalistler tarafından ,islam coğrafyasının yıkılması için başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.
Cehalet, kibir, enaniyet, taasup bu grupların-beyliklerin prangalarıdır. Bu prangalar küçük beyliklerinin sınırları olan dar mağaralarından çıkmalarına izin vermiyor. Karanlık dar mağaralarındaki gölgeleri hakikat zannederler. Bunlara göre hakikat-doğru , iyi,sadece ve sadece kendi guruplarının dar sınırları içinde olanlardır. Beyliklerinin ve beyinlerinin sınırları dışında hiçbir hakikat bulunmaz.
“Dinlerini parça parça ettiler her grup yanında bulunanla öğünmektedir.”
Geçmişten Hallac-ı Mansur’un “Enel hak” demiş olmasını bu küçük beyliklerin pek çoğu reddeder ama hepsi de ”Ene-l hak” makamındadır, her grup kendisini hak zanneder… Hatta her fert… Hatta bunlar kendilerini bu makamdan bir basamak daha yukarda görürler,”biz veya ben hakk’ız bizden başka hakk yoktur” düşüncesindedirler…
Bir yol bulsalar ilahlıklarını ilan edecekler ; ama durumları ilan edilmemiş bir ilahlıktır aslında. Tekfirci şii veya sunni anlayışların oluşturduğu gruplar ve bu grupların yaptıklarını sayıp örneklendirmeye gerek bile yoktur.
Geçmişte Güneydoğu’da yaşananlar, günümüzde Deaş ve benzeri Vahhabi-selefi gruplar ile İslam'ın tek yorumunun Şii yorum olduğunu söyleyip diğer tüm mezhepleri batıl gören gruplar vs vs.
Bu saydıklarımız ne yazık ki emperyalistlerin ve siyonistlerin kullanımına hazır maşalar olduklarının farkında bile değillerdir. Her türlü kibir ve enaniyet basiretin ve hakkın önünde perdedir.
Her cehalet ve taassup insanı kör eder.
Kibir sahibi herkes, İblis’in yoluna oturduğu ve her yönden saptırıp istikametini şaşırttığı bir zavallıdır.
Kendilerine bakmayı hiç düşünmedikleri için, en acımasız eleştirileri kendilerine yapmadıkları için, bu zavallıların durumlarını görebilmeleri de pek mümkün olmaz. Dostlarının eleştiri ve nasihatlarını da dinlemezler. Kibir, cehalet, taassup; kulakları sağır gözleri kör eder.
Onun için eskiler ne güzel söylemişler;
"Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz."
Kibrin Mağlûbiyeti -1 | İlhan Akar
23.04.2024
Baş Döndüren Diplomasi AHMET GÜRBÜZ 24.04.2024
Seçimin İmkanları YUSUF YAVUZYILMAZ 21.04.2024
Kemal Kılıçdaroğlu ÜSTÜN BOL 06.04.2024
YEREL SEÇİMLER ÜZERİNE SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 08.04.2024
SİYASET VE SERMAYE YUSUF YAVUZYILMAZ 13.04.2024
müslüman ‘Allah diri’dir! valla! MUSTAFA AKMEŞE 19.04.2024