metrika yandex
  • $32.46
  • 34.71
  • GA18240

İnsan hakları söylencesinden vazgeçmenin tam zamanı

OSMAN KAYAER
14.12.2023

 

Cumhuriyet kurulduğundan beri sürekli mazlum ve mağdur olan Türkiyeli Müslümanlar, 90'lı yılların başında MAZLUMDER’i kurdular. Böylece devlet eliyle zulme uğramaktan korunmayı tahayyül ettiler. Ben de Yılmaz Ensaroğlu’nun başkanlığında iki dönem MKYK üyesi olarak görev yaptım. O dönem de dahil olmak üzere “İnsan Hakları” söylencesine hep mesafeli durdum. Çünkü Müslümanların “Zarurat-ı Diniyye” adıyla fıkıhlaştırdıkları öğreti yüzyıllar boyu Müslümanların hükümranlığındaki devletlerde çok farklı kavim, din ve kültürden insanı bir arada yaşatmayı başarmıştı. Başta Osmanlı’da olmak üzere Müslümanların yönettiği pek çok devlete kurulan “Mezalim Divanları” devlet görevlilerinin haksız uygulamalarına maruz kalan halkın şikayetlerinin dile getirildiği bir çeşit mahkeme olmuştur. Müslümanların oluşturdukları bu kültür, Batı menşeili insan hakları söylencesinden daha üstündür. Hürriyet ve irade kullanımı bakımından daha serbestçidir. Lakin cumhuriyet dönemi yetiştirmesi olan bizler geri kalmışlığımıza ve batının bizden daha üstün olduğuna inandırılmıştık. Bu yüzden kendi teorilerimize sahip çıkıp hayata geçirmek yerine batılılara benzemeyi ilerlemek olarak gördük.

Ensaroğlu döneminde MAZLUMDER misyonunu insan hakları savunuculuğu ile sınırlandırdı. Aslında bu bir çeşit zihnin teslim oluşu ve asimilasyona gönüllü olmak demekti. Ama arkadaşlarımızın pek çoğu batının bizden daha ileri olduğuna dair öğretilmiş kabulleri nedeniyle insan hakları söylencesinin işe yarayacağını düşündüler ve çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırdılar. Nihayet insan hakları edebiyatı hepimizi sardı ve onun gerçekten işe yarayacağını düşünmeye başladık.

Lakin işin aslı böyle değildi. Çünkü batılılar bizi insan olarak görmüyorlardı. İsrailoğulları, kendi dışındaki herkesi insan altı bir varlık olarak görüyor ve “Şebek” diye isimlendiriyordu. Bugün İsrail’in Gazzelilere canice davranması ve hiçbir vicdani sızı hissetmemesi bundandır. Başta İngilizler olmak üzere Hristiyan Avrupalılar ve Amerikalılar ise kendileri dışındaki bütün toplumları “Barbar” diye isimlendirerek tıpkı İsrailoğulları gibi insan altı bir varlık olarak görüyorlar. Batılı gözünde diğer topluluklar ancak medenileştikleri takdirde insan olabilme ihtimaline kavuşur. Onların medeniyet dedikleri de kendi inanç, düşünce, kültür ve hayat tarzıdır. Lakin bir konuşmamızda Hüseyin Çakıl’ın dediği gibi onların dinleri dahil bütün kültürlerini kabul edip tıpkı onlar gibi olsak bile ikinci sınıf mahluk olmaktan kurtulup içlerine dahil olmak mümkün olmayacaktır. Bunun en güzel örneği güney Amerikalılardır. Hristiyan olup batılılar gibi yaşadıkları halde Amerika ve batılı devletler tarafından sömürülmekten kurtulamıyorlar.

Hristiyanlar tarafından zulme maruz bırakılıp her dara düştüklerinde Müslümanların himayesine ve korumasına sığınan İsrailoğulları uzun soluklu bir hıyanet içinde oldular hep. İngilizler tarafından Osmanlı’dan koparılan Filistin topraklarında korsan bir devlet kurdurulan İsrailoğulları İspanyol ve Alman mezalimi esnasında kendilerine kucak açan, koruyup kollayan Müslümanların varlıklarına bile tahammül edemiyor bugün.

İsrailoğulları’nın iki değişmez huyu vardır. Zayıf olduklarında içinde yaşadıkları toplumların dinlerini ve kültürlerini ifsat etmek, güçlenip devlet olduklarında ise kendi dışındakilere zulmetmek. İsrail devletini idare edenler, kendilerini tanrının seçilmiş kavmi olarak görüyor ve vaat edilmiş topraklara sahip olarak şebekleri kendilerine kölelik edecek yaratıklar olarak düşünüyorlar. Cani İsrail devleti, Dünya tarihindeki kısacık ömründe İsrailoğulları’nın -bütün mazlumluk edebiyatına rağmen- ne kadar vahşi olabileceğini bir kez daha göstermektedir. İsrailoğulları, Gazze’de silahsız sivilleri, kadınları, ihtiyarları, çocukları, hayvanları, bitkileri ve hatta binaları yok ederek aslında bir “Medeniyet Düşmanı” olduklarını cümle aleme gösteriyorlar. Bütün Avrupa ülkeleri ve Amerika da onların bu yaptıklarının arkasında duruyor. Halbuki Batılılar bize, sürekli “İnsan Hakları”ndan bahsediyorlardı. Bizi de buna inandırmışlardı. Demek ki insan hakları edebiyatının aslı astarı yokmuş. Sadece ötekileri kandırmak ve kendilerini “insan” olarak tescil etmek suretiyle dokunulmazlık kazanmak için uydurulmuş bir söylenceden ibaretmiş. İşte benim öteden beri söyleyegeldiğim şey buydu.

Kur'an-ı Kerim Hristiyanlarla ilgili şöyle diyor: “Biz onlara yazmadığımız halde Allah’ın rızasını kazanırız diye ruhbanlığı icat ettiler fakat gereğini de yapmadılar” (Hadid 27) Hristiyan batı dünyası tıpkı ruhbanlık meselesindeki gibi insan hakları söylencesinin gereklerini de yerine getirmiyor. Çünkü onlar bu söylenceyi gereğini yerine getirmek için değil diğer toplumları uyutmak için geliştirdiler.

Bebekleri öldürmekten, hastaneleri bombalamaktan geri durmayan İsrail’in vahşi canileri, köleleştirilmiş devletlerin hiçbiri tarafından kınanmıyor. BM’nin beşli çetesinden üçü (İngiltere-Amerika-Fransa) destek oluyor ikisi de (Çin-Rusya) görmezden geliyor. Artık insan hakları söylencesine sarılarak batılılara laf anlatmaktan vazgeçip kendi kültürümüze dayalı söylemler geliştirmenin ve onun gereklerini yerine getirmenin tam zamanıdır.

Çünkü hem islam düşüncesinde hem de Müslümanların siyasi geleneklerinde bunun köklerini bulmak mümkündür. Lakin bunun için iki özelliğe sahip olmak gerekli. Bir özgüven iki gayret…

 

[1] Söylence: Gerçekliği olmayan, hayali ve kurgusal bir mitoloji anlamında kullanılmıştır.

Yorum Ekle
Yorumlar (3)
MehmetAli | 22.12.2023 21:13
Insan hakları , hukuki haklara , genel adalete yükseltilebilse / genisletilse iyi olurdu.. Çürük sebze vs gıda ile yanıltilmakdan mafyalaşmaya kadar mucadele.. ustelik güclü bir sivil lobi olunurdu..
Muharrem Balcı | 22.12.2023 16:59
Bundan daha tehlikeli bir anlayış zor bulunur. Osman Kayaer İnsan hakları konusunu anlamamış veya bedbinliğe düşmüş. Bu yazı beni çok üzdü. İnsan Hakları savunucularını yanlış nitelemesi bir yana hiç bir çözüm önerisi sunamamış olması da kötü. Böylesine önemli bir konunun böylesine kısacık bir köşe yazısına konu edinmesi fecaati daha bir katlıyor. Konuya ilişkin bir makalesini bekliyorum.
ŞÜKRÜ SAVAŞ | 20.12.2023 16:20
Güzel bir yazı olmuş. Nokta atışı tespitleriniz var, Osman kardeşim. MAZLUMDER'in misyonunun dar bir alana sıkıştığını ve hatta "Kürtçü bir derneğe dönüştü" kanaatini oluşturduğunu ve yakinen takip ettiğim dernekten o dönemde bir sürü Müslüman gibi uzaklaştığımı söyleyebilirim.