metrika yandex
  • $32.46
  • 34.71
  • GA18240
Firak

Belirlenmiş ve Şeyleştirilmiş Bilinç

ATASOY MÜFTÜOĞLU
11.02.2017

Belirlenmiş ve şeyleştirilmiş bir bilince maruz kaldığımız için, bizler, Müslümanlar olarak, İslami meşruiyetin, otoritenin, iradenin ve egemenliğin tanınmadığı bir dünyada/toplumda, her şeyden önce, İslami meşruiyetin, otoritenin, iradenin, egemenliğin tanınması yolunda mücadele etmemiz gerekirken, böyle bir mücadeleyi hiçbir şekilde gündeme getirmiyor, kültürel muhafazakarlığı "din" haline getiriyor, İslam'ı içsel bir ortama, özel bir ilgi alanına taşıyoruz.

 

Müslümanlar, İslam'ın ilk yüzyıllarında, bütün insanlığa, bütün kültür ve medeniyetlere hitap eden, bütün kültür ve medeniyetlerle ilişki-iletişim kuran, etkileşim içerisinde bulunan evrenselci bir dil ve düşünce oluşturdular. Müslümanların dünya ve tarih vizyonunu kaybederek, içe ve geçmişe kapanmalarıyla birlikte bu dil, düşünce, yaklaşım ve bilinç evrensel niteliğini yitirerek tek kültürle sınırlı yerelliklerin dünyasına çekildi. Yerelliklerin dünyasına çekilişimiz nedeniyle, İslam dünyası toplumları/kültürleri yüzlerce yıldır tarih ve siyaset ilgisinden, bilgisinden, bilincinden, felsefesinden, perspektifinden ve ufkundan bağımsız, tarih ve siyasete karşı kayıtsız İslami bir dil kullanıyor. Burada sözünü ettiğimiz ilgisizlik ve kayıtsızlık sebebiyle İslam toplumlarında dini hayat, kültürel hayat, kolonyalist/sömürgeci büyük meydan okumaları, kolonyalist/sömürgeci yeni yapıları, dünya tarihinin akışını değiştiren dönüşümleri maalesef  farkedemedi. Bu nedenle de, toplumlarımız, kültürel hayatımız, entelektüel-kültürel bağımsızlıklarını kaybederek büyük bir çöküşe maruz kaldılar, geçmişte yaşanan ihtişamın anılarına dayalı bir dil ve gelenek oluşturdular.

 

Toplumlarımız geçmişin anılarıyla sınırlı bir dil ve gelenek oluştururken, tüm modern-seküler-ideolojik-felsefi hareketler, "güç" temelinde çözümlemeler yaparak, "güç" temelinde yapılar oluşturarak, İslami dünyaya yönelik sömürü projeleri geliştirdi. Sömürgeci proje, Aydınlanma/modernlik/uygarlık ve evrensellik gibi etkili kavramlar aracılığıyla dünya ölçeğinde pazarlandı. Modern tarih boyunca, bütün seküler kavramlar baskın ideolojilerin kullanışlı araçları olarak hep belirleyici oldu. Belli bir tarihin, coğrafyanın, kültürün, belli bir dönemin aklı, bu tarih, coğrafya, kültür ve dönemin sınırlarını aşarak, emperyalizm yoluyla kendi sınırları dışında temsil ve egemenlik imkanı buldu. Batı dışı dünya ve toplumlar, modern-seküler öznenin belirlediği sınırlar içerisinde kalarak, kendilerini yapılandırdılar. Müslümanlar, bütünüyle farklı, başka ve yabancı bir dünyayı, yerel bir mantıkla, yerel bir çıkar anlayışıyla mekanik bir şekilde kopyalama yolunu seçtiler. Toplumlarımız halen, sömürgeleştirilenlere anlatılan, sömürgeci hikayeleri dinlemeye devam ediyor. Yukarıdan beri sözünü ettiğimiz süreçler yaşanırken, İslam dünyası toplumları kendilerini zamansız bir dünyaya hapsettiler. Modern tarih boyunca, her tür sömürgecilik, siyasal ilkeleri olmayan, siyasal çerçeveleri aşan ideolojik bir iklim içerisinde şekillendi, bugün de aynı ideolojik iklim içerisinde şekilleniyor.

 

İslam dünyası toplumları, zamansız bir dünyaya, sosyal ve kültürel muhafazakarlığa dayalı bir düşünce ve kültür hayatıyla bütünleştikleri için, yüzyıllardır çığır açıcı bir düşünce, kültür, felsefe, siyaset hareketi gerçekleştiremiyor. Avrupa emperyalizmi ile, Avrupalı olmayan milliyetçilikler, birlikte ulus-devleti bir siyasal model olarak meşrulaştırdılar. Bu meşruiyete dayalı olarak her ulus-devlet bugün kendi realizmini dayatabilecek araçlar/kutsallar oluşturabiliyor. Ulusal egemenlik bilincinin/yaklaşımının /tercihinin, bütün büyük bütünlükleri, bütün büyük kültürleri, felsefeleri felce uğratmış olması sebebiyle, İslami dünya görüşü ve hayat tarzı da ulusal egemenliğin sınırları içerisinde ulus-devlet kutsallarıyla uzlaşmak suretiyle yeniden şekillendirildi. Bilindiği üzere, her ulusal egemenlik, asimilasyonu zorlayarak, egemenliğini sürdürür.

 

İslam imparatorluklarının egemenliği dönemlerinde İslami yönetimler, farklı unsurların ayırt edici kültürlerini, dinlerini, dillerini, kimi durumlarda, kendi siyasal ve ekonomik yapılarını sürdürmelerine kesinlikle müdahale etmediler. Günümüzün depresif dünyasında, içerisinde bulunduğumuz depresif zamanlarda, insani, ahlaki anlamlar, değerler, hakikatler, yaklaşımlar, ırkçı-ideolojik patolojiler sebebiyle, ulus-devlet sınırlarının ve çıkarların üstünde konumlandırılamıyor. İnsanlık/ahlak/anlam/hakikat kategorileri ırkçı sınırlar içerisine hapsediliyor. Bunun için, bütün dünyada sınırlar ve bariyerler çoğalıyor. İnsanlığa, tarihin hiçbir döneminde ahlaki/insani bir değer kazandıramayan ideolojiler bugün de sağcı diktatörlüklere hizmet ediyor.

 

Romantik duygusallıklar her kültürde politik bir araç olarak kullanılabiliyor. Romantizmlerin, duygusallıkların toplumsallaştırılması her toplumda bilinçli varoluşları imkansız kılıyor. Duyguların akla ve bilince karşı konumlandırılması niteliklerin kaybına, bilinç kaybına neden oluyor. Özellikle İslam dünyası toplumlarında hamaset ve popülizm yoluyla belirlenen şeyleştirilmiş bilinç, insanları kolaylıkla araçsallaştırılabiliyor. Hangi amaca yönelik olursa olsun insanların araçsallaştırılmaları onları kişiliksiz, niteliksiz, liyakatsiz kılıyor, bağımsız düşünme yeteneklerini ellerinden alıyor.

 

Belirlenmiş ve şeyleştirilmiş bir bilince maruz kaldığımız için, bizler, Müslümanlar olarak, İslami meşruiyetin, otoritenin, iradenin ve egemenliğin tanınmadığı bir dünyada/toplumda, her şeyden önce, İslami meşruiyetin, otoritenin, iradenin, egemenliğin tanınması yolunda mücadele etmemiz gerekirken, böyle bir mücadeleyi hiçbir şekilde gündeme getirmiyor, kültürel muhafazakarlığı "din" haline getiriyor, İslam'ı içsel bir ortama, özel bir ilgi alanına taşıyoruz.

 

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş