metrika yandex
  • $32.45
  • 34.68
  • GA18240

Haberler / Kültür - Sanat

Müslümanların Medeniyet Krizi- Ercan YILDIRIM

03.10.2021

Müslümanlar tekrar İslâm’ı “çağa söyleterek” yenileyerek, yeni bir dil, bilim, felsefe anlayışı geliştirerek yeni medeniyetlerini inşa edebilirler. İslâm hiçbir zaman İslâm medeniyeti olmadı, olmayacak. Müslümanlar tekrar canlı, aktif bir medeniyet kursalar bile bu bütünüyle İslâm olmayacak, olamaz da zaten. Müslümanların medeniyeti şeklinde inşa edilecek.

Ercan YILDIRIM

Medeniyetimizin yaşadığı kriz… İslâm âleminde Müslümanların Batı karşısında yaşadıkları gerilemenin, yenilginin temel sebebini araştırırken en çok müracaat edilen yaklaşımların başında “medeniyetimizin kriz yaşadığı” görüşü gelir. Medeniyet kavramı etrafında geliştirilen bir yapı, öyle anlaşılıyor ki, uzun zamandan beri krize girmiş, içinden çıkamayacağı sorunlarla boğuşuyor. Bunda medeniyetin hâlâ canlılığını koruduğu zehabı çok etkili… Zannediyoruz ki İslâm medeniyeti hâlâ faal, fail, canlı, etkili…

Medeniyet kavramını devlet, millet, insan gibi düşünüp ele alıyoruz; hâlbuki medeniyet etkili olduğu süre boyunca vardır, varlığını sürdürür. Öyle olsaydı belki de medeniyet kavramına en çok yakışan, imparatorluk fikriyle birlikte de değerlendirilebilecek Roma’yı esas almamız gerekecekti. Bugün bir Roma medeniyetinden, bir Yunan, Hind, Mısır, Çin medeniyetinden söz etmemiz mümkün değil.

Çinliler yaşıyor ve dünya sistemi içinde etkili bir yer edinmek istiyorlar, Hindliler de aynı şekilde… Yunanlılar AB fonlarıyla varlıklarını sürdürürken Mısırlılar kendiliklerini bile tamamıyla kaybettiler. Bir dönemin etkili medeniyetlerinin küllerinden bahsedebiliriz varlığından değil. Çünkü ne Mısır ne Yunan, Hind, Çin medeniyetinin dünyaya söyleyebileceği, vadedebileceği herhangi bir değer yok.

İslâm Medeniyeti Öldü Fakat İslâm Diri…

İslâm medeniyeti öyle mi, kısmen öyle. Çünkü İslâm medeniyetinin kurulmasına neden olan İslâm dini bugün hâlâ canlı, değişmeden, 1400 yıl önceki mesajı, Kitab’ı olduğu gibi duruyor. Yıkılan İslâm değil, Müslümanların kurduğu medeniyet idi. Müslümanlar tekrar İslâm’ı “çağa söyleterek” yenileyerek, yeni bir dil, bilim, felsefe anlayışı geliştirerek yeni medeniyetlerini inşa edebilirler.

İslâm hiçbir zaman İslâm medeniyeti olmadı, olmayacak. Müslümanlar tekrar canlı, aktif bir medeniyet kursalar bile bu bütünüyle İslâm olmayacak, olamaz da zaten. Müslümanların medeniyeti şeklinde inşa edilecek.

Emeviler’den, Osmanlı’nın çöküşüne kadar geçen süre boyunca varlığını sürdüren İslâm medeniyeti yine tam manasıyla İslâmî değildi! Fakat çağı yorumlayıp İslâmî umdelerle bir teknik, felsefe, dil geliştirmeyi bildi. Şunu göz önünde tutmak gerekir ki medeniyet bugün Müslümanların çokça üzerinde durduğu gibi yalnızca “müspet kavramlar”la, ahlakla, ahlakçılıkla var olmaz.

Medeniyet, öncelikle güçle, bilekle, kılıçla inşa edilir. İslâm’ın medeniyet olarak anılmaya başlaması Emevi fetihleriyledir.

Fetihler aynı zamanda kazanç, maddi birikim demekti. Müslümanlar müreffeh bir hayatı böylece yaşamaya başladı. Binbir Gece Masalları’na ilham veren Abbasi-Bağdat medeniyetinin, gündelik hayatı, zenginliği tam manasıyla medeniyeti karşılar. Çünkü medeniyet bir yönüyle donmaktır; kazanımları korumaya başlayan devletler, medeniyetler çöküşe geçer. Nitekim Abbasiler Moğollar’a direnemedi, medeniyeti diri tutacak, zinde kılacak unsurlar ortadan kalkmıştı. Teknoloji, bilim, felsefe medeniyet vasıtasıyla gelişir, çünkü maddi zenginlik ulemayı barındırıp, araştırma yapmaya imkân sağlar.

Abbasiler’deki bu eğilim kendini bir açıdan “etkileşim”lerle de göstermiştir. Abbasiler dönemindeki tercüme hareketleri, Yunan-Mısır birikiminin coğrafyaları aşan aktarımları İslâm medeniyetinde kuşkusuz entelektüel zemini sağlamlaştırdı. Fakat İslâm medeniyetini daim kılacak yaklaşımlar yenilenemedi. Bu bir anlamda Emeviler dönemindeki zihin dünyasının zıddının hayata geçmesiyle de ilgilidir.

Emeviler tam manasıyla bir medeniyet inşa etmemişler, edememişlerdi. Devletlerinin arka planında ciddi özcü çatışmalar bulunuyordu. İslâm’ı kendine münhasır kılmaya ahdetmiş asabiye kendini yeni fetihlerde de gösterdi…

Emeviler Arap olmayanları “İslâm dairesi”ne almak istemedi, “mevali” statüsü vererek başta Türkler olmak üzere yeni Müslümanlardan cizye almayı sürdürdü. Bu asabiye tamamıyla medeniyet anlayışının aksine bir gelişmeydi. Medeniyet asabiyeyi kabul etmez, etkileşimlere açıktır bu manada da İslâm’a mugayir fikirlerin girişine de imkân sağlar. Hâlbuki medeniyet kavramının içinde devlet mantığında olduğu gibi bir etnik yapıdan söz edilemez. İslâm medeniyetinin altını kazıdığınızda Hind’den, Yunan ve Mısır medeniyetlerine kadar pek çok fikrin tesirini görebilirsiniz.

Kaldı ki tasavvufi etkilenmeler bir tarafa neo-platonculuğun tesiri İslâm medeniyetinin geleneği haline bile gelmişti. Bugün aktif medeniyet olan Batı’nın da altında Rönesans’a tesir eden bir İslâm medeniyeti etkisinden bahsetmek gerekir. Medeniyetler etkileşimle kurulur, gelişir. Teknoloji, bilim, ilim, felsefe zaten bir grup, asabiye, etnik kimlik elinde dar çerçeveli kalır. Roma, bir medeniyet olabilecek yenilikler, hiyerarşiler, modeller getirdiği hâlâ onu bir medeniyet olarak tanımlamak çok zor; Batı medeniyetinin kapsamında değerlendirebiliriz.

Aynı şekilde Osmanlı çok uzun süreli nizam kurduğu halde Osmanlı medeniyetinden söz edemiyoruz, Bizans, İlhanlı, Memluklu, İran, Selçuklu devletlerinden aldıklarını da ekleyerek İslâm medeniyeti kapsamı içinde değerlendirebiliyoruz. Bu nedenle İslâm medeniyetinin krizi kavramı çok da gerçekçi durmuyor. Ortada İslâm medeniyeti yok çünkü! Medeniyet, canlı-aktif-aktüel olanı kapsar. Medeniyet sadece kendi coğrafyasında değil dünyanın dört bir tarafında değerleriyle etkili olur, cazibesini küresel geçerliliğinden alır.

Bugün Müslüman coğrafyada bile Batı medeniyetinin dili, teknolojisi, kültürü, değerleri kullanılıyor, haliyle ortada İslâm medeniyeti değil Batı medeniyeti vardır. İslâm’ın emirleri, yasakları, şiarları İslâm medeniyetini göstermez bu yüzden İslâm canlı, İslâm medeniyeti ölü derken, İslâm’ın diriliğinden yeni bir medeniyet inşa etme ihtimalinden söz edebiliriz. Fakat medeniyet kurmak o kadar kolay mı?

Medeniyeti İhya mı, Yeniden İnşa mı?

Medeniyet inşa etmek isteyen, medeniyetini diriltmeye niyetlenen Müslümanlar için hatırlatalım, medeniyet öze yabancılaşmayla kurulur. Örnek mi, Emevilerin uygulamaları, Abbasilerin gayri İslâmî olanı eklemlemesi, hayatı konfora, “kapitalist” birikime göre kurması… Osmanlı bir medeniyet miydi, hayır, Kerim Devlet idi.

Bizdeki kerim devlet geleneği “mülkün yalnız Allah’a ait” olduğunu salık verir, onu kullanması için yöneticiler, reayaya kiralardı. Dolayısıyla erken dönemlerde Avrupa feodalizm yaşarken bu topraklarda bir kişinin, bir grubun topraklara sahip olması, efendilik hukuku uygulaması mümkün olmadı…

Kapitalist Batı medeniyeti geliştiğinde de yine Osmanlı Kerim Devleti medeniyetin bu yeni versiyonuna rest çekip sermayenin, kârın, malın, mülkün, ticaretin, sanayinin bir grubun, burjuva kesimin eline geçmesini, halkın kapitalizmin kölesi olmasını engelledi.

Batı, medeniyetini bu biriktirme hasletine göre dizayn etti. Sömürgecilikle, kölelikle, işgallerle, emperyalizmin her türlü metoduyla… bilimi doğayı egemenliğe almak, teknolojiyi mutlak hakimiyet kurmak şeklinde yorumlayarak medeniyetini inşa etti. Fakat İslâm bu yöntemlerin hepsinden münezzehtir… İslâm malı, parayı, gücü biriktirmeyi reddeder.

İnfak ayeti geldiğinde Medine’nin en güzel hurmalıklarından birine sahip olan Ebu Talha, Peygamber Efendimize gelerek, 600 hurma bulunan bahçesini fakirler için ama aslında Allah için tasadduk edeceğini bildirir. Sahabenin örnek bir İslâm cemaati teşkil ettiğini İslâm’ın emirlerini tam manasıyla uygulamasından anlıyoruz.

İslâm’ın ilkeleri dünyada kulun kula kulluğunu, Allah’ın Tek’liğini umursamayan şirki geriletmeye, haliyle bir nizam kurmaya dalalet eder; böylece İslâm’ın yaşanan, hayatımızın merkezinde yer alan bir din olduğunu anlayabiliriz.

Bu manada ticaretteki, iktisadi anlayıştaki kapitalist tutumlar ahlaki sapmalar değil İslâm dışı düşünme ve yaşamanın sonucudur. Bunu yine Peygamberimizin pazarda ıslak buğdayı çuvalın altına, alıcının görmeyeceği biçimde saklayan satıcıya söylediği sözden biliyoruz: “bizi aldatan bizden değildir!” İslâm mal-mülk, kazanç, zenginleşmek, ev, araba sahibi olmak için Hak’tan, adaletten sapmayı yasaklar; hâlbuki kapitalizm kâr için, mal temerküzü uğruna her türlü yöntemi mubah görür.

Medeniyet de kazanç için, büyümek, güçlenmek, sahip olmak için her türlü ahlakı, usulü mubah sayar.

Dolayısıyla İslâm ile medeniyet arasında bir bakıma ontolojik farklar da bulunur. Bugün medeniyeti ihya etmekten çok İslâmî olanı hayata geçirmenin mücadelesini vermek gerek. Bu da soyut ve sathi olarak İslâm’ı yaşamalıyız, formülünün ötesinde ihtiyaçların giderilmesini gerektiriyor. Müslümanlar Batı medeniyeti karşısında yenildi, yeniden ayağa kalkması gerekir. Yaşadığımız zafiyet belli başlı dört krizi aşarak giderilir: Siyasi kriz, entelektüel kriz, ekonomik kriz, sosyal-kültürel kriz…

Müslümanların, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar neredeyse tüm toprakları Batılıların postalları altında eziliyor. Öncelikle bu işgalin kaldırılması gerekiyor. Mısır, Arabistan gibi sahalarda ise fiili işgal bulunmasa bile açık bir sömürü ile karşı karşıyayız. Yöneticiler iktidarlarını devam ettirme uğruna ülkelerin kaynaklarını Amerika’ya aktarmaktadır. Birkaç yıl içinde Suudi Arabistan’ın trilyon dolarlarca, Katar’ın milyar dolarlarca parasını ABD’ye gönderdiği bilinmekte. Bu sömürü ve fiili işgal biraz da Müslüman idareciler sorunu. Aydınların, kanaat önderlerinin siyasal meseleleri kendi ulus devletleri içinde hal yoluna koyması, bir direniş havasının oluşması Müslümanların yeniden tarih sahnesine çıkışını sağlayabilir. İkinci olarak ekonomik kriz…

Bu kriz Müslüman coğrafyanın yaşadığı geriliği, adaletsiz gelir dağılımını, açlığı, yokluğu, teknolojik mahrumiyeti ifade ediyor. Körfez ülkelerindeki yüksek kazançlara rağmen Somali, Sudan, Açe, Bangladeş ve pek çok Müslüman ülkede insanlar karın tokluğuna çalışıyor.

Kaldı ki Körfez ülkelerinde bile hizmet sektöründe Müslümanlar çalışıyor, aldıkları para ise yine çağdaş köleliğin göstergesi niteliğinde…

Müslüman ülkelerin kalkınması, millî gelirlerini artırması, güçlü olmasını sağlayacak sanayi-teknoloji yatırımlarını yapabilmesi gerekir… bu da İslâm ülkeleri arasındaki dayanışma ve işbirliğiyle mümkün. Üçüncü kriz entelektüel manada… İslâm ülkelerinde başta eğitim imkânları olmak üzere, cehalet güçlü şekilde varlığını sürdürmektedir. Siyasal irade ile entelektüeller arasında belirgin farklar, aydınların Batılılaşmış ve kendi toplumlarına yabancılaşmış tavırları, halkın yönetime katılımındaki aksaklıklar İslâm ülkelerinin sömürüye açık olmasını getirmektedir. Dördüncü kriz ise toplumların sosyal, siyasal ve kültürel manada gelişmişliklerini tamamlayamaması, toplumsal fay hatları arasındaki kırılganlıkların yüksekliği, millet olamama gibi ayrışmalar gelmektedir.

Buna küresel kültürün etki alanının genişlemesi ve İslâm toplumlarının kendi kültür haritalarını tanımaması ve çağın koşullarına göre yenileyememesini de eklemek gerek.

Bu temel alanlardaki krizlerin aşılabilmesi reform ya da ihya ile değil topyekûn kurtuluş iradesiyle gerçekleşebilir. Müslümanların bir araya gelmesi ulus devletler çağında çok zor.

Bir Müslüman ülkenin öne düşmesi, ilk önce Batıyı geriletmesi, İslâmî olanı yaygınlaştırması gerekir.

Medeniyet için yola çıkan Müslüman ancak kendi konforunu, kendi geleceğini, kendi ikbalini düşünür; Allah’ın biz Müslümanlardan beklediği dünya için yaşamak değil ebedi vatanımız olan ahirete hazırlık yapmaktır.

Günümüzde İslâm medeniyetinin krizinden söz etmekten çok Müslümanların medeniyet krizinden bahsedebiliriz.

Öncelikle İslâm’ı medeniyet olarak görme hatasından sonrasındaysa Batı medeniyetini yıkılacak değil örnek alınacak üstünlükte kabul etme yanlışlığından başlayabiliriz sorgulamaya, inşaya!

Bu Makale Aynı zamanda Umran Dergisinde Yayımlanmıştır

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş