metrika yandex
  • $42.5
  • 49.23
  • GA40280

Haberler / Yazı Dizisi

BEN RİTANE NAHUR / 5. BÖLÜM / 2956: NEREDESİN LEZİNA

24.11.2021

O gece konutumda, ilk günü düşünürken içerde her durumu akışına göre ele almaya karar verdim. Belirsiz, karmaşık, değişken bir ortam ile karşı karşıya kalacağımı ve benimle ilgili her detayı merak edeceklerini biliyordum. Beni merak ediyor olmaları şimdiden gerilim hissetmeme neden olmuştu. Biraz rahatlamak için çocukluk çekimlerimin olduğu cihazı monitöre taktım. Ben 6, kardeşim 2 yaşında iken annem ve babamla evimizin bahçesinde bir köpekle oynarken çekilen görüntüleri, yüzümde kocaman bir gülümseme ile izledim. Küçük, beyaz bir köpek durmadan havlıyor ve kardeşim ona sarılmaya çalışıyordu. Ailemiz darmadağın olmadan önceki son mutlu görüntüleri izlemek beni rahatlatmıştı.

Çok hoşlanmasam da artık kendimden biraz bahsetmeliyim. Babam başka bir şehirdeki 7.6 şiddetindeki deprem nedeniyle felç olduğu zaman 7 yaşlarımdaydım. İlk zamanlar, artık oyun oynayamasak da beraber çizgi film seyredebiliyorduk. Ancak babam her geçen gün değişiyordu ve bir yılın sonunda zayıf, sinirli, mutsuz biri olmuştu. Eve gelen bakıcılar çok geçmeden ayrılıyordu ve annem kimi zaman babamı tek başına yatağa taşımaya, tuvalete oturtmaya çalışıyordu. İyileşmesi için sabırla uğraş verse de sık sık tartıştıklarını duyuyordum. Biz artık yanına hiç girmiyorduk çünkü zayıf, solgun, kızgın hali bizi korkutuyordu. Son dönemlerinde her şeyi oraya buraya fırlatıyor, bağırıp çağırıyordu. O anlarda babamın yanına ejderhalar geldi diye kardeşimle odamıza saklanıyorduk. Sık sık sinir krizleri geçirdiği için annemin dedemleri çağırdığını ve babamı hastaneye götürdüklerini hatırlıyorum. Sakinleştirici ilaçlar başlanmış olmalı ki eve geldiğinde artık nerdeyse tüm gün uyuyordu. Sonra kalçasında derin yaralar açıldı. O yarayı görmüştüm ve çok korkmuştum. Kocaman bir oyuktu ve hatırladığımda hala gözlerimi sımsıkı kapatırım. O yara nedeni ile babamı yine hastaneye götürdüler ve bir daha eve gelemedi. Annem çalışmaya başlamıştı ancak aldığı ücret yetmiyor olmalıydı ki depodaki bazı eşyaları sattığını ve o gün çok ağladığını hatırlıyorum.

Annem aslında sessiz, sakin, sabırlı, koruyucu, sevecen bir kadındı. Eşyalar satıldıktan birkaç ay sonra ne oldu bilmiyorum annemin telefonda biri ile konuşurken “Yeter artık! Olmaz! Lanet olsun!” gibi sözler söylediğini, çok öfkeli olduğunu ve sürekli ağladığını hatırlıyorum. Kardeşimle ben odamızda oyun oynuyorduk ve acıkmıştık. Annem ağladığı için kendi kendimize bir şeyler yiyelim diye kardeşimle mutfağa gittik. Sesimizi duyan annem geldi; “ Acıktınız mı?” dedi, kardeşim başını salladı. Annem onu başından öptü beni de tutup kendine çekti ve sarıldı. Biraz ekmek, peynir, meyve suyu çıkarıp tekrar salona geçti ve telefonda konuşmaya başladı. Sesi gittikçe yükseliyor ve ağlıyordu. Kiminle konuştuğunu hatırlamıyorum. O sırada kardeşim bardağını elinden düşürdü, her yer meyve suyu olmuştu. Annem geldi, “Ne yapıyorsunuz siz!” diye bağırdı; çılgın gibi bakıyordu ve birden her ikimizi de dövmeye başladı. Onu ilk kez böyle gördüğümüz için şaşkınlıktan bir süre hiçbir şey yapamadan öylece kalakaldık. Beni tartaklarken kardeşim salona kaçmayı başardı. Annem arkasından gitti, koltuğun arkasına saklanan kardeşimi çıkardı; Lezina tekrar koşarak kaçmak istedi ve sehpaya takılıp düştü. Acı bir çığlık atarak yerde hareketsiz yattığını ve annemin bir süre donmuş gibi öylece kaldığını hatırlıyorum. Hâlbuki sadece meyve suyu dökülmüştü ve annem böyle şeylere kızmazdı.

Sonrasında hastaneye gittiğimizi, başka bir odada görevlilerin vücudumu incelediğini, sorular sorduğunu ve ağlayarak olanları anlattığımı hatırlıyorum. O günden sonra annemi hiç görmedim. Bizi Sosyal Hizmetler aldı. Ben yaklaşık 10 yaşlarında idim. Kardeşim Lezina ile aynı yerde kalıyorduk ama yaklaşık bir yıl sonra onun yeni bir ailesi olacağını söyleyip götürdüler. Günlerce konuşmadığımı hatırlıyorum.

Yetişkin biri olduğumda Lezina’yı çok aradım, araştırdım ancak evlatlık verildiği aile, yüksek düzeyde gizlilik istediği için tüm kimlik bilgilerinin sıfırlandığını öğrendim. Simedlam’da bir çocuk evlatlık verileceği zaman, aile yüksek düzeyde gizlilik talep eder ve devlet bunu uygun görürse çocuğun gerçek kimliği ve evlatlık verilme süreci ile ilgili tüm bilgiler iki yılın sonunda siliniyormuş.

Oysa biz iki kardeş Sosyal Hizmetler kurumunda belli bir süre kalacağımızı sanıyorduk. Anneniz hasta dedikleri için iyileştiğinde eve döneceğini, bir süre sonra telefon ettiğimizde ya ona ya da dedemlere ulaşacağımızı sanıyorduk. Bu yüzden annemin bana ezberlettiği ve sonu 2956 olan telefon numaramızı Lezina’ya da ezberlettim hatta unutmaması için şarkı haline getirdim ve beraber her gün söyledik.

“Bizim Evimiz Şurada

122 İle Başlar Numara

526 Ortada

2956 Sonunda

Alkış alkış Lezina” der birbirimizi alkışlardık.

Lezina ilk numaraları pek öğrenemese de hoşuna giden “2956 sonunda, alkış alkış Lezina” kısmını sürekli söyleyip kendini alkışlıyordu. Adını unutsa bile bu numaranın zihninin derinliklerine kayıtlandığını biliyorum. O nedenle 2956 sayısını her yerde her durumda kullanıyorum. Telefonumun son 4 hanesi de 2956. Biliyorum ki bir gün Lezina şarkımızı, 2956’yı ve beni hatırlayacak.

O evlatlık verildikten sonra ben Sosyal Hizmetler Kurumunda kalmaya devam ettim. Sessiz, sürekli ders çalışan, okuyan, araştıran bir çocuk olmuştum. Yeni şeyler öğrenmeyi çok seviyordum ve öğrendikçe daha çok okuyor araştırıyordum. Fargo İrendes’in ziyaretlerinin birinde beni keşfetmesi üzerine aldığım devlet bursu ile elektronik eğitimi alıp yurt dışında eğitime gönderilmiştim. Ülkeye döndükten bir süre sonra ilk yerli iletişim ağını üretmiş ve bunun üzerine bazı ödüller; üniversitelerden, çeşitli kuruluşlardan teklifler, destekler almıştım. Çalışmalarıma devam ettim ve konuşan sağlık monitörlerinin elektronik kart tasarımını yapıp boyutunu küçülttüm. Adımı artık herkes biliyordu. Simedlam başkan yardımcısının bazı hastalıkları olması ve bu küçük cihazı üzerinde güvenle taşıyabilmesi, devletin bana olan sempatisini artırmıştı ve tam o dönemde Dehliz Grubu ile tanışmıştım. Artık Simedlam için önemli bir kişi olduğumu, izlemeye ve korunmaya alındığımı söylediler. Her konuda sürekli bağlantı içinde olmak, karşılıklı bilgi ve görüş paylaşmak için gizli yöntemlerini belirlediler.

Ben sürekli araştırmaya ve üretmeye devam ediyordum ama diğer gençler gibi değildim. Dış dünya ve insanlarla sosyal ilişki kurmak istemiyor, yakınlaşmıyor ve onların bazı tavır ve davranışlarını anlayamıyordum. Gün, ay, gündüz, gece, saat, vakit tanımları benim için anlamsızdı; hangi ayda ya da günde olduğumuz beni ilgilendirmiyordu. Özellikle yeni ve ilgimi çeken bir konuda, günlerce aralıksız çalışabilirdim. Bir ailem yoktu. Akrabalarımdan kimseyle görüşmüyordum. Sosyal Hizmetler Kurumunda iken dedemler gelip bizi görüyorlar hatta yanlarına alacaklarını söylüyorlardı ama bu hiç gerçekleşmedi. Sonradan öğrendiğime göre dedemin bulaşıcı kan hastalığı nedeniyle izin verilmemiş. Diğer bazı akrabalarımız ise ara sıra gelir, hediyeler getirir ve ağlayıp giderlerdi. Bu durum çok canımı sıkardı. Tam Kuruma alışacakken birilerinin karşımızda: ‘Ah yavrum ah canım!’ diye ağlaması, durumumuzun çok acıklı olduğunu düşündürür ve kendimi yeniden kötü hissederdim. Kurumdaki görevlilere artık akrabalarımı görmek istemediğimi söylediğimde çok şaşırdılar: “Onlar senin yakınların, seni seviyor, merak ediyor ve görmek istiyorlar” dediler. Ben onlara karşı merak, sevgi gibi duygular hissetmiyor ve görmek istemiyordum. Sonrasında her ziyaret sırasında saklandım, görevlilerin ısrarı ile görüşme olsa bile onlara gelmemelerini, görmek istemediğimi söyledim. Bir süre sonra da kimse gelmez oldu.

İnsan çocukken her şeye daha kolay alışıyor ve uyum sağlıyor. Sosyal Hizmet Kurumuna yetişkinleri koysalar hiçbiri bir çocuk kadar çabuk uyum sağlayamaz. Büyükler, bizlerin hangi konuda, ne kadar üzüleceğimizi, ne tepki vereceğimizi, ne kadar sevineceğimizi, nerede susacağımızı belirliyor, öğretiyorlardı. Anne babasıyla yaşayan çocukların da bu durumla karşı karşıya kaldığına eminim. Oyun oynarken mutlaka neşeli olmamız, çizgi film izlerken biri düştüğünde gülmemiz ya da öldüğünde üzülmemiz bekleniyordu. Ben diğer çocuklar gibi değildim. Babam felç olduğunda onu bir süre gözlemledikten sonra ölmesi gerektiğini düşünmüş bunu anneme söylemiştim. “Babam ölmeli anne, o artık bir hayalet!” gibi sözler söylediğimde, annem çocukluğuma vermişti. Oysa ben gerçekten böyle düşünüyordum.

Çocukken çizgi filmlerde birisinin uzak yerlere birkaç saniyede uçması, yüksek yerden sağlam olarak düşmesi ya da kendi etrafında onlarca kez dönmesi beni çok etkilerdi. Bu hareketleri insanların yapabilmesinin yollarını araştırır, çizer, hesaplar, denerdim. Kendi etrafında yüzlerce kez döndükten sonra fırlatılan bir kapsülün içinde yolculuk yapabilmeyi hayal ederdim.

Farklı kişiliğim, aniden anne-babasız kalmak, Sosyal Hizmetler Kurumunda büyümek ve Lezina’nın gidişi beni donuk, tepkisiz, haz ve zevk alma duygularından yoksun biri haline dönüştürmüştü. Psikiyatri kliniğinde yatan annemin melek olduğunu bana söylediklerinde bir yıl hiç konuşmadığım için konuşma terapisi almıştım. İntihar ettiğini büyüdükten sonra öğrendim. Küçücük çocuklar neden bir dizi felaket yaşar, bunu hiç bilmiyorum. Kurumdaki diğer çocuklar kendi aralarında oynar, ders çalışır, yemek yer, kavga eder ve bana hiç ilişmezlerdi. Ben yemekhanenin, ders salonunun ve yatakhanenin en kuytu köşesini seçerdim. Biri gelip bir şey söylese hiç cevap vermez, sataşsa arkamı döner giderdim. Okul, yemek ve uyumak dışında kalan zamanlarda, okuldaki fizik ve teknik derslere giren öğretmenin önerdiği kitap ve ödevlerle vakit geçirir; saatlerce çalışırdım. Lisede olduğu gibi üniversitede de zaman içinde herkes beni kabullenmişti ya da ben öyle sanıyordum. İlk zamanlardaki iletişim kurma denemeleri, gezme, eğlenme teklifleri, sohbet girişimleri yok denecek kadar azalmıştı. Öylece geçen yıllar.

Fargo İrendes üniversite yıllarında da benimle yakından ilgilendi, büyük tesis ve merkezlerde staj yapmamı, çeşitli toplantı ve çalışmalarda, alanda isim yapmış insanlarla tanışmamı sağladı. Bazen telefon eder: “ Ritane nasılsın?” diye sorar, ben de: “İyi” derdim ve konuşmamız biterdi. “Peki, hoşça kal!’ der telefonu kapatırdı. Uluslararası düzenlenen “İletişim Sektöründe Elektronik Gelişmeler” konulu çalıştaya beni de götürmüştü. Bir hafta süren etkinlik boyunca beni yanından ayırmadı. İletişim sektörüyle ilgili tartışmaları, yeni fikirleri ve araştırmaları dinlemiştim. Özel bir oturumda Fargo, ulusal iletişim ağı hakkında bir konuşma yaptı ve Aisonalizi kastederek: “Yabancı ülkelerin desteği ile kurulan ulusal iletişim ağımız ne yazık ki güvenli değil. Simedlam’da hükümet ve diğer önemli kurumlar dinleniyor ve bu da ülkemizin güvenliğini tehdit ediyor.” anlamına gelen cümleler kurmuştu ve bu konu çok ilgimi çekmişti. Kurumların dinlenmesini korkunç bir durum olarak algılamış, bu konunun çözülmesi gerektiğini düşünmüştüm.

Yurtdışı eğitimim sırasında Fargo’nun yönlendirmesi ve iletişim ağımızın dinlenmesini bir türlü sindiremediğim için elektronik dışında başka bir konuya ilk kez ilgi duymuş ve ülkemin tarihini, kültürünü, siyasetini, mücadelelerini, mevcut durumu araştırıp öğrenmeye başlamıştım. Ülkem Simedlam galiba benim yeni ailem olmuştu ya da ben ailemin yerine koymuştum. Kendimi bir yere ait hissetmeye başlamış, içimdeki boşluğun bir kısmı dolmuş hatta bu konuda fikir sahibi olanlarla iletişim kurmaya başlamıştım. Benim için yedi yaşındaki video görüntüleri ile başlayan geçmiş daha gerilere gitmeye, farklı bir anlam kazanmaya başlamıştı. Sorütnam da bu yüzden önemli idi. Silahlarımız, elektronik cihazlarımız, altyapımız, teknik donanımımız yeterli, ülkem güçlü olmalıydı.

Fargo ve Yanel, elektronik ve psikoloji alanındaki bilgi ve deneyimlerimi birleştirerek Sorütnam’ı yeniden yapılandırmamı istiyorlardı. Oysa ben psikoloji eğitimini, kişisel farklılıklarımı, ruhumu, duygularımı, kimliğimi, kişiliğimi çözümlemek, kendimi anlamak ve yeniden tesis etmek için almıştım. Bir insanın kendini çözümlemesi, benliğinin iyi, güzel ışıklı, parlak, yetkin, erdemli boyutları kadar karanlık, kirli, korkunç ve ilkel yönlerini görebilmesi ve yeniden şekil verebilmesinin bir kurumu yeniden yapılandırmaktan daha zor olduğunu düşünüyordum.

Zaten Simedlam’daki en önemli sorunlardan biri de çok iyi eğitim almış, görevlerden görevlere yükselmiş, makam sahibi olmuş ancak kendini tesis edememiş kişilerin, kurumları ve ülkeyi tesis etmeye, yönetmeye çalışıyor olmasıydı. Şimdilerde, liyakat diğer bir ismi de yetkinlik olan kelimeler üzerinde sıkça duruluyor. Ancak bu terimlerin içi sadece eğitim, bilgi, beceri ve deneyim olarak doldurulmaya çalışılıyor. Acaba bilgili, becerikli ve deneyimli ama depresif, obsesif, sapkın, sadist ya da agresif kişilik özellikleri olan biri liyakatli midir?

Sorütnam gibi koskoca kurumda bile sorunların çoğu insanların kişisel özelliklerinden kaynaklanıp büyüdüğü gibi çözümü de yine insana dayanıyordu. Önceki çalışmalarımda gördüğüm gibi buradaki insanlar da karmaşık duygular, belirsiz düşünceler ve dağınık fikirler içinde yalpalayıp duruyor olmalıydı. Tıpkı elektriği keşfedenin de elektrikli idam sehpasını icat edenin de insan olması ve her ikisinin de yeri geldiğinde alkışlanır ya da lanetlenir olması ve derinliğine gidildiğinde içinden çıkılamaması gibi.

Yorum Ekle
Yorumlar (4)
Fgrgn | 05.12.2021 12:26
Hayal gucun cok guzel, eline saglik.
Ahmet Murat | 25.11.2021 00:00
Hikayede heyecan yükseliyor,çok güzel kaleminize sağlık
Belgin Ertürk | 24.11.2021 14:02
Olayların kurgusu gayet güzel, ne olacağını merak ederek okuyorum. Selamlar.
Teoman | 24.11.2021 13:59
Yavaş yavaş karekter ortaya çıkıyor..