metrika yandex
  • $32.61
  • 34.71
  • GA18500

Haberler / Yorum - Analiz

2023 Seçim Sürecinde Kürt Kartı / Hasan Postacı

25.06.2022

Olağanüstü bir gelişme olamaz ise planlandığı gibi 2023 seçimleri zamanında yapılacak. Seçimlerde ana gündem konuları iktidar ve muhalefet partileri tarafından her geçen gün biraz daha netleştiriliyor. Bu anlamda seçimlerde belirleyici olan konuları öncelik sırasına göre sırlamak mümkün.

Toplumsal kesimler açsından seçimlerde öncelikli konunun ekonomi olduğu söylenebilir. Kitleselleşen yoksulluk karşısında iktidarın ekonomik programı her geçen gün biraz daha irtifa kaybediyor. Özellikle faiz politikası üzerinden şekillenen yeni yaklaşımın içselleştirilmesi için yeni enstrümanlara başvuruluyor. Dövize endeksli mevduat uygulamaları tatmin edici bir sonuç üretmemesine karşın muhalefet bu durumu varsıl kesimlerin, parası olanın devletin vergileri ile süspanse edilmesi, korunması eleştirileri üzerinden malzeme olarak kullanması,  yüzü astarından pahalı olmasına yol açan bir sonuç doğruyor.  Ayrıca dövize endeksli mevduat piyasa gerçekliğinde ortaya çıkan enflasyonun yol açtığı değer kaybını da karşılamadığı görüldü. Bu durum dikkatte alınırsa politika faizi ile kar ve çıkar çarpışmalarını arenası olmaktan öte hiçbir değer tanımayan piyasanın kendini doyurmak için dayattığı faiz arasındaki makasın da tam kapatamamasının doğurduğu kaçınılmaz bir sonuç olarak cazibesini kaybediyor.

Ekonomik yeni anlayışın faiz sistemi ile mücadelenin içselleştirilmesi bağlamında devreye konulan Gelire Endeksli Senet (GES) uygulaması ile ilgili piyasa ve toplumsal karşılık henüz tam olarak ortaya çıkmadı. GES ilk etapta karı yüksek düzeyde olan Devlet Hava Meydanları İşletmeleri (DHMİ) ve Kıyı Emniyet Genel Müdürlüğü (KEGM) gibi Kamu İktisadi Teşebbüslerine (KİT) endeksli 3 aylık kar payları paylaşımı üzerinden düzenlenecek. Devlet burada minimum yaklaşık yüzde 24 bir kar paylaşımı öngörüyor. Politik faizin yüzde 14 olduğu düşünülürse 10 puan üzerinde bir getri demek bu. Ancak düşürülmesi öngörülen enflasyon TÜİK verilerine göre bile yüzde 70’lerin üzerinde olduğu düşünülürse bu makasın tatmin edici bir sahiplenme üretmesi orta vadede zor görünüyor. Bu enstrümanların en cazip tarafı kamu bankalarından düşük faizli kredi alabilenlerin bu enstrümanlara yatırım yaparak bir anlamda emek harcamandan, havadan bir kazanç elde etmesi gibi bir durumu olası kılar ki bu da toplumsal siyaset ve sosyal devlet anlayış uygulamalarının beklentileri bağlamında yaralayıcı, yıpratıcı bir durumun oluşmasını beraberinde getirir.

Muhalefet grup ve çevrelerine bakarsak ekonomi konusunda topluma etkili, ikna edici bir program sunulamadığını gözlemleriz. Sadece topluma yansıyan yoksulluğun, hayat pahalılığının duygusal düzeyde ajite edildiği köpük söylemlerle olaya yaklaşıldığı kadük bir algı var. Köprülerin, oto yollarının özel sektörün rant alanı olmasından kurtarılacağı, ücretsizi veya düşük ücretli hale getirileceği gibi popülist söylemler öne çıkmakta. Ekonomiye yön veren temel dinamiklerin nasıl yönetileceğine, nasıl bir yol haritası ve takvimle sürecin iyileştirileceğine dair etkili bir programın olmaması muhalefeti güven verici bir alternatif olmaktan uzaklaştırıyor. Mevcudun eleştirisi dışında, ekonomideki bu krizin nedenleri ve nasıl aşılacağına dair bir durum analizi ve program maalesef gündem de yok.

Seçimin ikinci önemli konusu sitem tartışmaları ve yeni anayasa olarak karşımıza çıkıyor. Seçilmiş Cumhurbaşkanlığı sitemini desteklemiş ve statükonun değişimi bağlamında önemli olduğunu vurgulamış biri olarak uygulamada yeni başkanlık sisteminin tek adamlık üzerinden bir otoriterleşmeye evirildiğini görmek oldukça üzücü bir durum olduğunu öncelikle vurgulamakta yarar var.

Parlamenter sitem deneyimleri statükonun seçilmiş iktidar üzerinde oluşturduğu ağır vesayet odaklarının, periyodik darbe süreçlerinin toplumcu siyaset zeminini yok ettiğini ve bunun bir panzehiri olarak başkanlık siteminin seçilmiş iradeyi güçlü kılacağı beklentisi bir ifrata savrularak kendi içinde başka yeni problemleri beraberinde getirdi. Özellikle 15 Temmuz sonrası sürecin derinleştirdiği toplumsal polarizasyonun temel hak ve özgürlükler ile ilgili arayış ve beklentileri, ifade ve düşünce özgürlüğü başta olmak üzere kamu kaynak ve imkânlarının, adalet, eşitlik, ehliyet, liyakat ötekileştirme ve ayrımcılıktan uzak değerler ve hukuksal ilkeler üzerinden her geçen gün irtifa kaybetmesi temelde bir güven sorununu derinleştirmektedir.

Muhalefetin kendi farklılığını sistem değişikliği üzerinden ifade etmesi bu savrulmanın bir alternatifi olabilir mi? Güçlendirilmiş parlamenter sistemin temelinde sistemde zayıflayan yasama-yürütme-yargı ergleri üzerinden kuvvetler ayrılığını belirgin kılmak olduğu söylenebilir. Ancak bunun formunun, organlarının, kurumsal algoritmasının şekillenişine dair net, uzlaşılmış bir çalışma yok. Sadece bu konuda bir irade beyanı var. Bu bağlamda güçlendirilmiş parlamenter sistemin eskiye döneme kaygısını gidermesi gerekir. Ayrıca yargı erkinin siyasallaşmasına dönük, kuvvetler ayrılığı ilkesi bağlamında bağımsızlığına dönük ayrı bir çalışmaya ihtiyaç olduğunu da bu kapsamda belirtmek gerekir.

İktidarın yeni anaysa çağrıları seçime dönük sistem eleştirilerini etkisiz kılma stratejisi olarak tanımlamak mümkün. 20 yıllık iktidar geçmişinin özellikle son 8-10 yılı içinde müteaddit defalar gündeme gelen yeni anayasa arayış ve çalışmaları her defasında sonuçsuz kaldı. Yani iktidarı blokunun yeni anayasa arayışlarını sonuçlandıramaması durumu, seçimler için elverişli bir araç olarak kullanma gibi pragmatik bir strateji değilse eğer bir yetersizlik ve beceriksizlik olarak tanımlamak gerekir. Her iki ihtimal de umut kırıcı, güven sarsıcı.

Ayrıca yeni anayasa arayış, ihtiyaç ve çağrıları Kürt meselesinden bağımsız asla düşünülemez. Yeni anaysa sadece yönetim sistemine yönelik arayışlara odaklanması Kürt meselesi üzerinden statükoda daha bir belirginleşen, etnik, dini vb. konularda evrensel hak ve özgürlükleri bloke eden, sancılı hale getiren, toplumsal polarizasyonu ideolojik temelde derinleştiren konuları görünmez kılar ve sosyopolitik gerçeklikten uzak, jakoben bir hamle olmaktan öte anlam taşımaz.

Yeni anayasa arayışlarını domine eden temel konunun Kürt meselesi ile belirginleştiği bir arka plana sahip olduğumuz gerçekliğinin altı çizilmelidir. Temel sorun bir darbe anayasası olan 12 Eylül anayasa metninin ruhuna sinmiş ideolojik iki temel dinamik olduğunu bir kez daha altını çizmek gerekir. Bunlardan ilki etnik asimilasyon ve inkâr dinamiklerinin meşrulaştıran, tek ulus kimliğine dayalı katı ideolojik maddeleri. Diğer ise Bizantist laiklik yorumuna dayanan ve bunun açılımının doğal bir misyon ve rol tanımladığı başta askeri bürokrasi olmak üzere tüm devlet aygıtlarına sinmiş jakobenist ideolojik karakteristik yapıdır.

   Mevcut seçim siteminin aritmetiği çok küçük sayıdaki oyları bile değerli kılıyor. Özellikle son yerel seçimlerde İstanbul’un ‘Kürt Oyları’ yüzünden kaybedilmesi, iktidarın üzerinde titizlikle analizler yaptığı bir durum. Bu yönüyle Kürt oylarının kazanılmasına dönük yeni stratejiler geliştirmek gerekir. Bunun ilk sinyalleri de siyasi kulislerde sıcak gündem oluşturmaya devam ediyor.

 Öncelikle belirtmek gerekir ki, Kürt meselesi yeniden 90’lı yılların inkar ve asimilasyon kalın gölgesi altında bir terör ve güvenlik sorununa yeniden indirgendi. Meselenin sosyal, siyasal, kültürel, hak ve özgürlükler temelli, ekonomik boyutlarının gündem dışına itildiğinin zihinsel kodlarını, ‘Kürt sorunu diye bir sorun yoktur, terör sorunu vardır.’ retoriğinde yakalamak mümkün. Bu statükonun hakim jakoben ideolojik duruş ve söyleminin yeni muhafazakârlık ile makyajlanmış haline karşılık gelir.

Oluşan bu ayrımcı, ötekileştirici ve tehdit edici dil, muhalefetteki siyasi aktörleri de rehin almış durumda. Konu ile ilgili etkili çözüm ve yol haritası sunma cesareti gösteren herhangi bir yeni ses ve çıkış yok. Yeni kurulan veya kurulma sürecinde olan Türkiye’nin Sesi partisi (SES) gibi partilerin mevcut durumun değişimine dönük net vurgu ve arayışları olmasına rağmen tatmin edici bir program henüz ortaya konulabilmiş değil.

İktidar bloku ve ana muhalefetin siyasi hesapları ise Kürt oylarını kapma çabası veya kaptırmama çabasına odaklı olarak seçim stratejilerine hapsolmuş durumda. Böyle bir seçim süreci statükonun Kürt meselesinde kendini görünür kılan evrensel hak ve özgürlüklerden uzak etnik, dini, kültürel ayrımcı, Vandal, müstekbir ve güvenlik kaygı ve korkuları pompalamaya odaklanmış ideolojik karakterinin devam edeceği anlamına gelir.

Kayyum atamaları, siyasi parti kapatma ve yasaklamalar, yargı operasyonları, dışlayıcı, kamplaştırıcı ve tehdit edici siyasi söylem sorunun çözümsüzlüğünü derinleştireceğine dair geçmiş deneyimler yeterli kanıtlar sunuyor.

Hala bir yanda çocuğunu dağdan getirmek isteyen anne ile çocuğunun naaşından bir parçasına bile ulaşamadan acısını bağrına gömmeye mahkûm edilen aile ile üniformalı bir ulağın getirdiği haberler üzerinden dizlerinin bağı çözülen gözyaşları göz pınarlarında kuruyan anne ve babaların kendi mahallelerinde öfke, hınç ve nefret biriktirmesinin bu ülkeye ödettiği ve ödeteceği bedeller gören, bununla yüzleşme cesareti gösteren yeni bir siyasi değişim ve dönüşüme ihtiyaç var. Bu mesele tüm siyasi parti ve aktörlerin üst ortak çözüm paydası üretmesi gereken partiler üstü bir sahiplenmeyi gerektiriyor.

 Bu yönüyle sadece seçimlerde ‘Kürt Kartı’nı nasıl siyaset kumarında en iyi kullanabilirim pragmatizminin kirli hesaplarından uzak yaklaşımlara ihtiyaç var. Nitekim yerel seçimlerdeki ‘Mektup’ taktiği ters tepti. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ söylemi sorunu çözmeye katkı sunmaktan uzak yaraları kanattı. Benzer şekilde ‘Kobani direnişini selamlamak’, ‘Hendek siyasetine’ mesafe koymamak, Diyarbakır anneleri üzerinden siyaset yapmak, sadece askeri operasyonlara indirgenmiş güvenlikçi politikalar, örgütlü silahlı mücadelede ısrarlı davranarak temel amaçlarından uzak küresel politik arenanın maşasına dönüşerek sivil siyaset üzerinde bile kırılamayan bir vesayet üretmek, Kürt meselesinin çözümünden çok müzminleşmesine yol açan deneyimler olarak yeniden incelenmesi gerekir.

Kürt meselesi seçime endeksli yeni taktik ve stratejilerin insafına terkedilmeyeceğini anlamamız için daha ne kadar bedel ödememiz gerekir? Çözüme dair müktesabatın tozlu raflardan indirerek toplumun tüm kesimlerine, milliyetçisinden ulusalcısına, Kürtçüsünden Türkçüsüne, İslamcısından laikine, liberalinden solcusuna kadar yeniden ortak bir akılla, bireysel, kültürel, mezhepsel, sosyal bir empati üretme gayret ve cesareti göstererek çözüme dair bu yüzleşmeleri yaşamsallaştırmak tüm toplumsal kesimleri, siyasi yapı ve oluşumların ana sorumluluğu olmalıdır.

Ekonomik krizin, yönetim şekline dair sistem krizi, dış politikadaki handikaplar, yeni anayasa ve daha alt başlıklarda düğümlenen mülteci problemi, iç ve dış göç, kültürel, sosyal kutuplaşma, mezhebe dayalı ayrımcılık, eğitim, sağlık gibi temel sosyal devlet fonksiyonlarında irtifa kaybı, hayat pahalılığı ve yokuşlaşma, ekolojik problemlere kadar ülkeye dair oluşan genel tıkanma ve dar boğazı bir yönüyle dönüp dolaşıp Kürt meselesine dokunduğunu, bu sorunun çözülememesinin yansımalarından kaynakladığını söylemek abartı olmaz.  Bu bağlamda ortak toplumsal huzur, barış ve refah Kürt meselesi üzerinden güçlü bir sosyopolitik değişim sürecini eşit yurttaşlık temelinde yeniden şekillendirmekten geçtiğini vurgulamak gerekir. Bu nedenle Kürt sorunu paradigmal bir sorundur ve bir paradigmal değişim iradesi üretilerek ancak çözülebilir.

Kaynak: Farklı Bakış

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş