metrika yandex
  • $32.36
  • 34.57
  • GA17200

Sudan’da Yaşanmakta Olan Çatışma Sürecinin İç ve Dış Sebepleri

Prof. Dr. ENVER ARPA
02.05.2023

 

 

Afrika Kıtasının önemli ülkelerinden biri olan Sudan Cumhuriyeti, 15 Nisan’da başlayan kanlı çatışmalarla dünya gündeminin baş sıralarına oturdu. Güvenlik teşkilatının iki unsuru Silahlı Kuvvetler ile Hızlı Destek Kuvvetlerinin diğer bir ifadeyle bu iki gücün başındaki generallerin taht kavgası Sudan’ı karanlık bir tünele doğru sürüklemiştir. 2019 yılı Nisan ayında Ömer el-Beşir hükümetine karşı gerçekleştirilen darbe sürecinde birlikte hareket eden ve oluşturulan Egemenlik Konseyinde Başkan olarak görev alan dönemin kara kuvvetleri komutanı Abdulfettah el-Burhan ile Başkan yardımcısı ve Hızlı Destek Kuvvetleri komutanı Muhammed Hamdan Dakalu ilerleyen süreçte iktidarı paylaşmaya razı olmayıp birbirlerine karşı çeşitli hamlelere giriştiler. El-Burhan, başına buyruk hareket eden ve adım adım iktidarı ele geçirme hesapları yapan Dakalu’yu engellemek için Hızlı Destek Kuvvetlerini orduya entegre ederek zaman içerisinde etkisizleştirmeyi hedeflemiştir. Dakalu’nun buna itiraz etmesi ve el-Burhan’ın bunda ısrarcı olması iki askeri gücü karşı karşıya getirdi ve ülkeyi felakete sürükleyecek bir iç savaşın fitili tutuşturulmuş oldu.

Yaşanan çatışmaların görünen sebebi iki generalin iktidarı ele geçirme mücadelesi olsa da ülkeyi bu çatışma ortamına sürükleyen birçok iç ve dış sebepten bahsedilebilir. Sudan’ın kozmopolit yapısı, ülkede farklı amaçlarla kurulan birçok silahlı örgütün bu ayrılıkçı hedefler üzerinden mücadeleye girişmesi, kabileciliğin kimliksel konumun belirlenmesinde güçlü bir etkiye sahip olması, farklı kabilevi kimliklerle kendilerini tanımlayan grupların menfaatlerinin birbiriyle çakışması ülkede bir ulusal devlet kimliğinin oluşmasına engel teşkil etmiştir. Etnik veya kabilevi kimlik üzerinden oluşturulan çatışma ortamı, Sudan üzerinde çeşitli hesaplar yapan bölgesel ve küresel aktörlerin de desteğiyle Sudan’ı 2011 yılında ikiye bölmüştür. Ancak bu bölünme de Sudan’ın düşmanlarını tatmin etmemiştir. Zira bölünmüş de olsa onların istekleriyle uyumlu olmayan Sudan devleti varlığını sürdürmeye devam etmiştir.

Sudan’ın ikiye bölünmesi, ülkenin bu günlere getirilmesinde öncü rol oynamıştır. Uzun yıllar süren ayrılıkçı güney isyanları Sudan halkını adeta bezdirmiş ve bölünmeye razı hale getirmiştir. Bölünmenin ardından iç savaşın biteceği ve savunma giderlerinin halkın refah ve huzuruna tahsis edileceği beklentisi bu bölünmenin kabullenmesinde ana motivasyonu oluşturmuştur. Ne var ki yaşanan bölünme bu beklentiyi karşılamadığı gibi ülke ekonomisi daha da kötüleşmiştir. Zira ABD öncülüğündeki Batı ülkeleri bölünme sürecinde Sudan’a vadettikleri sözleri tutmamış ve Sudan’a herhangi bir destekte bulunmamışlardır. Sudan’a çeşitli vaatlerde ABD, Sudan’ı teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarmadığı gibi uydurma sebeplerle uyguladığı ambargoyu da kaldırmamıştır. Bölünmeyle birlikte ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrolün yaklaşık %75’i Güney Sudan’da kalmıştır. Petrol gelirini de kaybeden Sudan ekonomisi, uygulanmaya devam eden acımasız ambargo altında her geçen gün daha da kötüye gitmiş ve dayanılmaz bir hal almıştır. 2018 yılının son günlerinde zam yapmaktan başka çaresi kalmayan Ömer el-Beşir yönetimi temel tüketim ürünlerine aşırı miktarda zam yapınca uzun yıllardır yoksulluk pençesinde kıvranan Sudan halkı sokağa dökülerek el-Beşir yönetimini alaşağı etmiştir.

El-Beşir yönetiminin önemli bir bileşeni olan Sudan ordusu ipleri ellerinden kaçırmamak için darbe sürecine destek vererek kurulacak yeni yönetimde söz sahibi olmayı başarmıştır. Nitekim el-Beşir’in düşürülmesinin ardından ülke yönetimini üstlenmek üzere kurulan Egemenlik Konseyinde ağırlık Sudan ordu mensuplarına ait olmuştur.

Darbeye öncülük eden sosyalist blokun ağırlıkta olduğu sivil hükümet organında ise Sudan’ı düzlüğe çıkaracak önlemleri alma yerine birbirinden farklı beklentilere sahip olan grupların çıkar mücadeleleri öne çıkmıştır. Sivil kanadı tasfiye etmeyi arzu eden askeri kanat Hamduk hükümetinin başarısızlığını adeta yukarıdan izleyerek bir an önce çekilmesini ve tamamen ordunun hakimiyetinde bir hükümetin kurulmasını beklemeye başlamıştır. Hamduk hükümetinin devraldığı ekonomik enkazdan çıkış yolu bulması gerek iç dinamiklerden ve gerekse askeri kanadın engellemelerinden dolayı mümkün olmamıştır. Askerlerin el atından öne sürdüğü engellemelerin bu başarısızlıkta önemli derecede pay sahibi olduğu pek çok analizde dile getirilmiştir. Nitekim Başbakan Hamduk bu duruma tepki göstererek istifa etmiş ve ülkeyi terk etmiştir. Hamduk’un devr-i sabık yaratarak icraatlarda bulunması, toplumun büyük bir kesimini gözardı eden icraatlara yönelmesi, çeşitli dini kurum ve kuruluşları kapatması, el-Beşir dönemi bürokrasisini tümüyle tasfiye etmeye yönelik bir tutum içerisinde bulunması bu başarısızlığı hızlandıran sebepler olmuştur.

Sivil kanadın yönetimden uzaklaştırılmasıyla birlikte yönetimde tek başına söz sahibi olan askeri kanat, Sudan üzerine çeşitli hesaplar yapan bölgesel ve küresel aktörlerin beklentilerine tam uymamıştır. El-Beşir döneminin tüm yönleriyle tasfiye edilmesini isteyen bu aktörlerin, beklentilerine karşılık bulmaması üzerine askeri kanadı içerden çökertme yoluna gittiği değerlendirilmektedir. Askerler arasında bir ayrılık yaratma çabasını başarılı kılacak bir zemin zaten bulunuyordu. Darfur olaylarında kullanılan Dakalu yönetimindeki paramiliter Cancevid güçleri, oluşan uluslararası eleştiriler üzerine güvenlik sistemine Hızlı Destek Kuvvetleri ismiyle dahil edilerek resmileştirilse de bu gücün tam bir entegrasyona razı olmadığı ve kendi başına buyruk davrandığı biliniyor. Üstelik elinde bulundurduğu muazzam askeri güçle Darfur bölgesindeki altın ocaklarını da kontrolüne alan bu kuvvetler ticari olarak da önemli bir büyüklüğe ulaşmıştır. Dakalu, Libya ve Yemen savaşlarına gönderdiği kendisine bağlı milislerle hem maddi kaynak elde etmiş hem de uluslararası ilişkiler tesis etmeye muvaffak olmuştur. Dakalu ve arkadaşları ulaştığı bu muazzam güçle ülke yönetimine de göz dikmeye başlamışlardır. Adeta bir güç zehirlenmesi yaşayan Dakalu kardeşlerin, Sudan yönetiminin kendilerinin hakkı olduğunu düşünerek buna hazırlık yaptıkları anlaşılmaktadır. Çatışmalarda başvurdukları yöntem ve sahip oldukları etkin iletişim ağı bu hazırlığın ip uçlarını vermektedir. Açıkça ilan etmeseler de bazı bölgesel ve küresel aktörlerin Hızlı Destek Kuvvetlerini isyancı bir grup olarak değil çatışmaların bir tarafı olarak görmeleri ve bu söylemle açıklamalarda bulunmaları bu desteğin bir yansıması olarak kabul edilmektedir. Bu tutumun, el-Beşir döneminin tüm unsurlarını radikal yöntemlerle tasfiye etmeyen hatta el-Beşir döneminin bazı aktörleriyle el altından görüştüğü iddia edilen el-Burhan liderliğindeki askeri kanada duyulan tepkiden kaynaklandığı değerlendirilmektedir.

El-Beşir yönetimine duyulan bu tepkinin sebeplerine de burada kısaca değinmekte fayda vardır. Bilindiği üzere Sudan devleti 1983 yılında Cafer Numeyri döneminde sosyalist rejimi bırakarak İslami yönetime geçmişti. Bu geçişte merhum Hasan Turabi’nin etkili olduğu ifade edilmektedir. 1989 yılında yönetimi ele geçiren İslami Hareket mensubu Ömer el-Beşir bu rejimi daha da güçlendirecek bir politika izlemiştir. Sudan’da 30 yıla yakın süren bu rejimin başka ülkelerde de örnek alınabileceği düşüncesi el-Beşir yönetimini bölgesel ve küresel aktörlerin hedefi haline getirmiştir.

El-Beşir döneminde İslami Hareketin etkisindeki Sudan devleti, Afrika kıtasında İslami tebliğ faaliyetlerine öncülük etmeye başlamıştır. Bir kamu kuruluşu vasfına haiz olan “Munazzamatu Daveti’l-İslamiyye” adlı kuruluş Afrika’nın birçok ülkesinde açtığı ofislerle bu misyonu üstlenmeye çalışmıştır. El-Beşir hükümetlerinin bu tutumu Batılı aktörlerin tepkisine yol açmıştır. Nitekim darbeden sonra kurulan Hamduk hükümetinin ilk iş olarak bu kuruluşu kapatarak faaliyetlerine son vermesi bu tepkinin bir işareti olarak kabul edilmektedir.

Sudan’ı hedefe koyan tutumlardan biri de Sudan devletinin Filistin meselesinde etkin bir şekilde Filistin halkının yanında yer almasıdır. 1967 yılında Mescid-i Aksa’nın Yahudi fanatikler tarafından yakılmasının ardından Hartum’da toplanan Arap Birliği zirvesinde alınan “İsrail’le Barışa Hayır, Tanımaya Hayır, Görüşmeye Hayır” kararından dolayı Sudan “3 La (3 Hayır) ülkesi” olarak anılmaktadır. Filistinin sembol isimlerinin bir çoğu sıkıntılı dönemlerinde Sudan’a sığınmışlardır. Sudan halkının ve devletinin Filistin meselesindeki bu kararlı tutumu İsrail ve Batılı ülkelerin tepkisine yol açmıştır.

Sudan’ı hedefe koyan bir başka neden ise Sudan devletinin Afrika kıtasında yaşanan rekabette Asya ülkelerinden yana tavır koymasıdır. Özellikle Çin ve Amerika rekabetinde Çin’den yana tavır koyması Sudan’ı başta Amerika olmak üzere Batılı ülkelerin kızgınlığını celbetmiştir. Çin halihazırda Sudan’ın en büyük ticari partneri olduğu gibi uluslararası meselelerde de iki ülkenin ortya koyduğu işbirliği Sudan yönetimini düşürmek için bir sebep olmuştur.

Bazı körfez ülkelerinin de darbeden önce el-Beşir karşıtı, son çatışmalarda ise Sudan silahlı kuvvetlerinin karşıtı bir tutum içerisinde bulundukları gözlemlenmektedir. Arap Baharı diye adlandırılan süreci kendi iktidarları için bir tehlike olarak değerlendiren bu ülkelerin Sudan’da İhvan-ı Müslimin Hareketine yakın olan el-Beşir ve onun dönemini radikal bir biçimde tasfiye etmeye yanaşmayan silahlı kuvvetleri gözden çıkardığını düşündürmektedir. Bazı körfez ülkelerinin bu süreçte Sudan silahlı kuvvetleri yerine Dakalu Kuvvetlerini desteklediği pek çok kişi tarafından dile getirilmektedir.

Sudan’ın bu çatışma ortamından ve uluslararası etki alanından kurtaracak tek çözümün özgür seçimler yoluyla başa gelecek bir iktidarın işbaşına gelmesiyle ancak mümkün olur. Ancak ülkede yönetimi ele geçiren gerek askerler ve gerekse sivil kanat bu yönde herhangi bir adım atmaktan oldukça uzaktır. Zira bu tür bir seçimle ülkede hala yaygın olan İslami Hareketin tekrar işbaşına gelmesi en büyük ihtimal olarak görülmektedir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş