metrika yandex
  • $32.12
  • 34.61
  • GA17370

Ayrıcalık Talebi ve Adalet Söyleminin Samimiyetsizliği

YUSUF YAVUZYILMAZ
28.04.2024

“Her mağlubiyet, ahlaki çöküşle başlar.

Her ne yapılmak isteniyorsa,

bu önce insanların ruhlarında gerçekleşmelidir.”

   ( İslam Deklarasyonu, Aliya İzzetbegoviç)

 

“Yanlış bilgi, cehaletten daha tehlikelidir;

çünkü bir konu hakkında yanlış bir algı oluşturur ve

bu da bilmediğimiz şeyi öğrenme

gayretimizin önünde bir engel oluşturur."

(Aliya İzzetbegoviç, İslam’ın Yeniden Doğuş Meseleleri )

 

İnsanların adalet değil, ayrıcalık talep ettiğinin en güzel gözlemleneceği alan futboldur. Kuşkusuz futbolda gözlemlediğimiz bu olumsuz tutumu hayatın diğer alanlarına da aktarabiliriz. Bu durum davranışları değerlendirirken adaletin evrenselliğine değil, kime yapıldığına göre belirlenmeye dayanıyor. Bir davranışın kim tarafından ve kime yönelik olduğunun belirleyici faktör olduğu yerde adalet tümüyle ortadan kalkar. Adaletin bir değer olarak önemsenmediği, çıkarların öne geçtiği ve taraftarlığın hakim olduğu ortamda hak, hukuk ve eşitlik gibi değerlerden söz etmek imkansız hale gelir. Ne yazık ki, içinde bulunduğumuz bugünlerde toplumu en çok çürüten faktör parti, cemaat, sivil toplum taraftarlığının adaletin önüne geçmesidir.

Medyada izlediğimiz futbol yorumları bize adaletin değil, taraftarlığın egemen olduğunu gösteriyor. Taraftar, sadece kendi çıkarlarını koruyan, başkalarının haksızlıklarına duyarsız kalan birer holigan gibi davranmaktadır. Ne yazık ki, adaleti ikincilleştiren bu holigan tutum, sadece futbolla sınırlı kalmamakta, siyasetten dine bütün hayatımızı kaplamış bulunmaktadır. Böyle bir toplumda adaletin izini sürmek, Sokrates'in yaptığını yapmaya ve uğradığı sonu kabullenmeyi gerektiriyor.

İçinde yaşadığımız toplumda ayrıcalık talebini besleyen etkenleri şöyle sıralayabiliriz:

1-İktidar olma ve iktidarda kalma isteği

2- İnsanlar üzerine güç uygulama istenci.

3- Ekonomik ve politik çıkarlar

4- Akrabalık ilişkileri ve nepotizm.

5- Kendi parti, grup ve cemaatini koruma güdüsü.

Adalet arayışının ve söyleminin samimiyeti şu soruda gizlidir: Kendimiz, ailemiz, akrabalarımız, dostlarımız, partimiz, cemaatimiz aleyhine de olsa adaleti istiyor muyuz? İstemiyorsak adalet arayışımız sahtedir. Çünkü gerçekten adil olmamız bu soruya vereceğimiz cevapla doğrudan ilgilidir.

Herkesin hukuk ve adaletten söz ettiği bir toplumda hukuksuzluk ve adaletsizliğin bu denli yaygın olmasını nasıl izah etmek gerekir? Bu durumda bizi şöyle bir soru beklemektedir: Gerçekten istediğimiz nedir; aleyhimize de olsa adalet mi, yoksa lehimize olan ayrıcalık mı? Yaşadığımız olaylar gösteriyor ki, asıl talebimiz adalet olmaktan çok bizim çıkarlarımızı koruyacak bir ortam yaratmaktır.

Toplumsal yaşamda sıkça rastlanılan en büyük çelişki insanların adalet konusundaki ikircikli davranışıdır. İnsanlar, kendilerine bir ayrıcalık tanındığında adaleti kolayca ihmal etmekte, başkasına yapıldığında ise adalet savaşçısı olarak ortaya çıkmaktadır. Oysa adalet, ikiyüzlülüğü ve ayrıcalığı kabullenemez.

İşin çok daha vahim yönü ise inandıkları kitapta temel bir değer olarak yer alan adalete çok daha fazla değer vermesi gereken dindar insanların hayatlarını bu değerden habersizce sürdürme eğilimidir.  Daha temeldeki sorun ise dindarların inandıkları değerlerle çelişen bir hayatı sürdürmekteki istekleridir. İnanılan değerlerle yaşanan hayat arasındaki açı farkı giderek açılmaktadır. Bu anlamda dindarlar giderek dünyevileşmekte, laikleşmekte ve sekülerleşmektedir.

Öte yandan dikkati çeken bir olgu da şudur: Dindar insanlarda gizli bir deizmin önemli ölçüde yaygınlaşmaktadır. Bilindiği gibi deizm Tanrı’nın varlığını kabul ettiği halde, varlığa müdahalesini kabul etmez. Deizme göre Tanrı evreni yarattı ve onu kendi işleyişine terk etmiştir. Bu anlamda deizm vahyi, kutsal kitapları, peygamberliği ve ahireti kabul etmez. Öyle görülüyor ki,  dindarların bir bölümü Tanrı’yı, vahyi, peygamberliği ve ahireti bir iman ilkesi olarak kabul ettiklerini söyledikleri halde, gündelik hayatlarını bu değerlerin dışında yaşamaya devam etmektedir. Tanrı’ya inandıkları halde gündelik yaşamlarına inandıkları değerleri yansıtmayan insanlar gizli bir deizmin eşiğindedirler.

Müslümanlar tevhit, nübüvvet ve ahiretin varlığına inanırlar. Bu ilkeler bir Müslümanı deistten ayıran inanç ilkeleridir. Müslümanlar hayatlarının bir bölümünü Allah yokmuş gibi yaşayamazlar. Çünkü hayatımızın her anı, kıyamet günü bizi yargılayacak olan ve hata ihtimali olmayan bir yargılayıcının denetimindedir.

Müslümanların karşılaştıkları bütün sorunların kaynağı kendi tercihleridir. Özgürlük alanımızda bulunan bir eylemin suçunu başkasının üzerine atarak sorumluluktan kurtulamayız.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş