metrika yandex
  • $32.34
  • 34.52
  • GA17200

Yeniden Dirilmenin Yolu; Ümmet Olmak!

İSA ÖZÇELİK
01.08.2017

Bir önceki yazımızda Müslümanların karşı karşıya kalmış oldukları emperyalist saldırılar karşısında tüm İslam coğrafyasında varoluşsal bir mücadele verdiğini ifade etmiş ve son dönemde bu mücadelenin farklı bir merhaleye evrildiğini belirtip bu evrenin kilometre taşlarından olan Rabia Direnişi ve 15 Temmuz devriminin topyekün dirilişin bir muştusu olduğuna vurgu yapmıştık.

 

Çok uzun ve de sancılı geçmesi muhtemel olan ümmetin diriliş süreci bizleri umutlandırıp, heyecanlandırdığı gibi düşmanlarımızı da büyük bir tedirginliğe sürükleyip, yapmakta oldukları şeytani planları daha bir acımasızca ve vahşice yapmalarına yol açmaktadır.

 

Bu noktada Müslümanlar bazı kavramlarını netleştirmek zorundadırlar. Bunların en önemlilerinden birisi de her zaman dilimizden düşürmediğimiz ümmet kavramı olmalıdır. Ümmetin dirilişinden bahsetmeden önce Ümmet nedir? Kimlerden oluşur? Günümüzde bunun karşılığı nedir? Gibi sorulara Müslümanlar olarak benzer cevaplar verebilmeliyiz ki beklediğimiz uyanış sağlam temeller üzerinde yükselebilsin.

 

Ümmet kavramı kök olarak anne/asıl, bir şeyin kaynağı manasına gelen ‘’ümm ‘’ kelimesinden türemiştir. Diğer bir görüşe göre ise kastetmek, hedef almak, sevk ve idare etmek, öne geçmek manasındaki ‘’emm’’ kelimesinden türemiştir.

 

Önder manasındaki imam, okuma yazma bilmeyen anlamındaki ümmi (anneden doğduğu gibi kalan ) kelimeleri yine bu köktendir.

 

Sözlükte ise topluluk, cemaat, nesil, zaman dilimi gibi anlamalara gelmektedir. Kuran kelimenin bütün bu sözlük anlamlarını içermekle birlikte, topluluk manasını daha yaygın olarak kullanmaktadır.

 

Ümmü-l Kitap yani bütün bilgi, yazı ve kitapların kaynağı anlamında levh-i mahfuz’a işaret ederken, ümmü-l kura’ tabiri de tüm şehirlerin aslı ve ilham kaynağı olan Mekke’yi ifade etmektedir.

 

Kur'an'da kendilerine peygamber gönderilen toplumlara "ümmet" denilmiştir. (Enam, 6/42; Ra'd, 13/30) Bu manada "ümmet" kelimesi, mümin kâfir bütün insanları ifade etmektedir. Kendilerine peygamber gönderilen ümmetlerden iman edenler de etmeyenler de olmuştur. İman edenlere ümmet-i icabe (peygamberin davetini kabul eden ümmet/toplum), imân etmeyenlere de ümmet-i dave (imana davet edilen ümmet/toplum) denir.

 

Kelimenin gerek sözcük anlamı, gerek terim olarak kullanımı gerekse Kuran’daki kullanımlarında açık olarak fark edilen husus bahse konu olan topluluğun belirli bir temele, esasa, ilkeye dayanıp, odaklanılan bir hedefe doğru topluca ve bir lider/lik etrafında yürüyor olmasıdır.

 

  Bu bağlamda ümmet kavramını içselleştirmiş bir topluluk, beşeriyetin aslı olarak Hz Adem’i kabul etmesinden dolayı hiçbir ırkçılık ve kavmiyetçilik sapkınlığına asla prim vermeyecektir.

 

  İman edenler inancın temeli olarak tevhidi gördüklerinden her türlü şirk, nifak ve küfür çeşitlerine asla geçit vermeyeceklerdir.

 

 Bilginin ve yakinin kaynağı olarak Kuran’ı esas alanlar, hiçbir ideolojik ve mezhepçi yaklaşımın parçalayıcı bölücü zehirlemesine maruz kalmayacaktır.

 

Kendisine tartışılmaz önder/imam olarak yalnızca Hz Peygamberi (sav) örnek alanlar hiçbir sahtekar din tüccarının ayartmasına ve hipnozuna kapılıp gitmeyecektir.

    

Aslında İslam’ın bütün kavramlarının birbirleri ile çok yakın bir ilişki içinde oldukları gerçeği yeterince idrak edilebilmiş olsa idi, ümmet kavramı da günümüzde anlaşılandan daha fazla manalar ifade edip, Müslümanların gündeminde çok daha fazla yer ederdi. Ancak inanç-iman merkezli yoğun bir tahribat yaşamış      Müslümanların nasıl ki ahlaki ve ameli devasa sorunları varsa; birliğin adı olan ümmet olma şuuru ile ilgili de ciddi sıkıntıları vardır.

 

Ümmet olmayı, kişilerin ve toplulukların ihtiyarına bırakılmış değişken bir seçenek olarak gören anlayış bu kavramı doğru bir şekilde anlamaktan çok uzaktır. Oysa ümmet olmak tevhit inancının zorunlu bir sonucudur. İnancın toplumsallaşmış halidir. Vahy ağacının yeryüzüne kök salmasıdır. Kardeşliğin yeryüzüne hakim olup, her türlü kavmiyetçiliğin reddedilmesidir.

 

Günümüzde İslam dünyası arzuladığımız ümmet bilincinden uzak olmakla birlikte, coğrafyamızın içinden geçtiği süreç, halkların bu gerçeği görmesine yol açmaktadır. Kendi topraklarımızda Müslümanca ve onurlu bir şekilde yaşamanın yegane yolunun karşı karşıya kaldığımız küresel kuşatmaya karşı küresel/ümmet bir intifada ile cevap verdiğimizde mümkün olacağı her geçen gün daha fazla insan tarafından kabul görmektedir. Özellikle gençler, dünya egemenlerinin kuklası olan yönetimlere ve onların ürettikleri köhnemiş kurumlara karşı büyük bir öfke taşıyıp, mevcut eylemselliklerinde geleceğin Selahaddinlerini ve Fatihlerini potansiyel olarak taşıyor gözükmektedirler.   

 

Ümmet olarak karşı karşıya kaldığımız en büyük sorun ve tehlike dışarıdan gelen düşmanlarımızın bizim içimizdeki partnerleri olan laikçiler yanında, dindar kılıklı çok sayıda grubu da kendisine uşak olarak kullanabiliyor olmasıdır. Seküler hayat tarzını din edinenler yada farklı din ve ideolojilerde olanların emperyalistlerle işbirliği yapmaları kısmen anlaşılmakla birlikte, Beraber namaz kılıp, kur’an okuduğumuz yığınların bu kadar kolay kumpasa getirilip Mısır’da Çağdaş firavun Sisi’nin yanında katliamlara ortak olması, Suriye’de Esed ailesinin vahşetine destek vermesi veya suskun kalması, Türkiye’de pkk yada fetö örgütlerinin tüm maskesi aşağı düştüğü halde onların ihanetlerine ortak olmaları anlaşılır şeyler değil. Yine Irak’ta, Afganistan’da ve Filistin’de emperyalistler açık bir şekilde askeri işgal yürütürken bölgenin dindarlarından destek görebilmeleri, ümmet bilincinin olmaması yada bu kavrama olan güven eksikliğinden olsa gerektir.

 

Dindar halkın bir kısmının bu tür ihanetlere ortak edilmesi elbette tesadüf eseri değildir. Daha önce yetiştirilmiş yada zaafları yolu ile etki altına alınmış çok sayıda şeyh, yazar, kanaat önderi eli ile birçok grup kendi inançlarına ve ülkelerine ihanet etme noktasına getirilebilmektedir. Mesela Fetö’nün 2000 li yıllardan beri Arapça olarak çıkardığı Hira isimli dergide yazı yazan kadro üzerinde iyi düşünmek gerek. Bu kişiler ülkelerinin önde gelen alim, yazar çizerleri olmakla birlikte; çoğu mevcut istikbarın zulümlerini meşrulaştırma görevini itina ile yerine getirdiler. Özellikle son Arap ayaklanmalarında bu kişiler meşru direnme haklarını kullanan yiğitleri destekleyecekleri yerde Diktatörlerin katliamlarına cevaz fetvaları üretmek ile meşgul oldular.

 

Mısır’da eski müftü Ali Cuma, Suriye’de Ramazan El Buti ve Yemen’de Habib Ali El Cifr bunlardan bazıları. Aslında küresel çete, ataları olan firavunların yöntemini kullanıyor, yani mustazafları birbirine düşürmek istiyor, bunun içinde bazen dine karşı dini kullanıyor bazen de etnik ve mezhebi çelişkileri kaşıyarak işgallerini rahatlıkla sürdürülebilir kılıyor.

 

İşgalciler bu projelerini gözümüzün önünde icra ederken bizler de yaşadığımız tecrübeler doğrultusunda ümmeti ihya ve inşa etmek için neler yapmalıyız sorusuna bir sonraki yazımızda cevap arayacağız inşallah…

 

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Ünsal Erden | 06.08.2017 17:59
Allah razı olsun