metrika yandex
  • $32.12
  • 34.46
  • GA17200

Devlet Yönetiminde Paradigmal Değişim ve Öneriler

MEHMET YAVUZ AY
02.12.2023

 

Darbelerle Yüzleşme ve Yeni Yol Arayışları 

Avrupa, on beşinci yüzyıl sonlarına kadar feodal yapılanmaların kilise otoriteleriyle işbirliği bağlamında hanedanlıklar, prenslikler, kontluklar eliyle yönetiliyordu. Kabile ve mezhep devletçikleri de diyebiliriz.

Feodal devletçiklerin bitmek tükenmez mücadeleleri, toplulukları felakete sürüklemiş, birarada yaşamayı mümkün kılacak sosyal sözleşmelerin inşasını engellemişti.

1618-1648 yılları arasında, feodalite/kilise dayanışmasının ürettiği hakimiyet kavgaları, “30 Yıl Savaşları”na neden olmuştu.

Büyük yıkımların ardından 1648’de “Westphalia Antlaşması” imzalanmış, Hıristiyanlık merkezli devlet örgütlenmesinden “seküler ulus devlet” paradigmasına uygun ideolojik yapılanmaya geçilmişti. (Yusuf Çağlayan, Sosyolojik Savaş, Timaş Yayınları, İstanbul, 2019)

Avrupa toplumları üzerinde icra edilen mühendislik çalışmalarıyla, “uluslar üretilmişti”. Çok milletli, çok dinli demografik yapısı olmayan Batı toplumlarında seküler ulusçu paradigma bütünleşmeyi kolaylaştırdı. İtalya, Fransa, Almanya, Amerika örnekleri verilebilir.

Seküler ulusçu yeni ideoloji; Batı ülkelerini bataklıktan çıkarırken, çok etnisiteli çok dinli sosyo kültürel yapının yönetim modeli  olan Osmanlı Devleti’nde çok olumsuz etkilere yol açtı.

Kültür-ideoloji birlikteliği, Batı ülkelerine dünyaya hakim olacak bir medeniyet inşasını gerçekleştirme imkânı vermiştir.

Yükselen Batı medeniyetinin bütün güç unsurları, Osmanlı devlet yapısı ve toplulukları üzerinde çözücü, ayrıştırıcı etkilerini göstermişti. 1918, üç yüz yıldır gelen dip dalgaların yüzeye çıktığı, Osmanlı güneşinin batışının tescillendiği tarihtir.

Günümüz Müslüman coğrafyasında modern Batı kültürünü içselleştirmiş, yüksek oranda topluluklar, güç merkezleri var. Birçok Müslüman ülkede, Batının muharebe ileri karakolu görevini yapan, acımasız diktatörler, oligarşik kadrolar egemen.

Batı kültürünün katalizör işlevi üstlendiği paradigma değişimi, bugün çok vahim bir noktaya ulaşmıştır. Değişime en kapalı değerlerin kültürel ve dinî değerler olduğu söylense de başta ülkemiz olmak üzere Müslüman toplulukların hayat tarzları ve inançları büyük bir dönüşüme uğramıştır.

Etnik, mezhebî ve ideolojik farklılıklar Batı tarafından hep ayrıştırma aracı olarak kullanılsa da bizim dünyamızın ürettiği sorunlu malzemelerin de kopuşa sebep olduğunu gözardı edemeyiz.

Evet… Ülkemiz kültürel savaşların çok yoğun yaşandığı bir yer…

Ak Parti’nin erken iktidar yılları, toplum - devlet ayrılığının azalmasına katkı sunmuş fakat ilerleyen yıllar içinde seküler ulusçu paradigmanın kodları içselleştirilmiştir… Laik cumhuriyetçilerden daha statükocu daha muhafazakâr, yer yer daha radikal ulusalcı refleksler gösterir hâle gelmiştir. 15 Temmuz darbe girişimiyle“İslâmofobinin Merkez Ülkesi Türkiye” gerçeği daha fazla güçlenmiştir.

İşin daha kötüsü; birbirine yabancı, umursamaz, kadim değerlerimizden uzak, içki, kumar, uyuşturucu ve cinsel sapkınlıkların taban bulduğu toplumsal yapı geniş kitlelerde karşılık buluyor. Fiziksel olarak yakın; düşünce, inanç, tavır, eylemlerle fersah fersah birbirinden uzak toplumsal yapılar. Ayrı gezegenlerden gelmiş gibi.

Yüz elli yıllık süreçte kültürel değerlerini değişime kurban eden toplumsal yapımızın, bugün, dinî değerlerini de korumaya mecali, özgüveni yok.

Biçimsel bağlılık alışkanlıkları hariç, dinî değerlerle ünsiyetini yitiren bireyler, her şeyin mubah olduğu yeni sosyo-kültürel toplulukları besliyor, büyütüyor.

Kabul etmemiz ve yüzleşmemiz gereken gerçek şu: Ülkemizde etnik, dinî, mezhebî ayrışmaların ötesinde değerlerimizle hiçbir bağlantısı olmayan kitleler var. Müslümanların olumlu insanî vasıflar, ahlâk, inanç ve eylemleri ile ürettikleri/üretemedikleri değerlerin sözkonusu kitleler üzerinde son derece yıkıcı yansımaları olduğu da bir gerçek.

Müslümanım diyen insanlar :

“Hakikati” öncelikle kendi hayatlarının merkezine yerleştirmeli.

Herkes için adâlet istemeli, onurlu bir duruş ve tavıralış sergilemeli.

Güçlüyken de merhametli olmalı. Kötülüklere kötü örneklikle karşılık vermemeli, iyilikleri öne çıkarma çabalarını arttırmalı.

Cemaatçi, mezhepçi, meşrepçi, partici yaklaşımlarla değil liyakati esas alan görevlendirme ve paylaşıma açık olmalı.

İşlerini istişare ile ortak aklın verilerini dikkate alarak yapmaya özen göstermeli…

Ülkeyi yönetenler! Gücünüzü sınırlarsanız adil olursunuz. Eleştiriden çekinmezseniz şeffaf olursunuz.

Denetlenmekten korkmazsanız dürüst olursunuz.

Her iktidarın ya da güç odaklarının ‘sıra bizde’ diyerek, ülkemize ‘ganimet’ gözüyle bakması; darbe geleneğini beslemeye devam edecektir.

Bilge insan, rahmetli Aliya İzzetbegoviç,  bir zamanlar şöyle dua etmişti:

“Allah'ım!  Dürüst, ama kalbi olmayan doğru insanlardan sana sığınırım... Allah’ım! Beni, onların kalpsiz dürüstlüğünden koru”...

Bir zamanlar siyasilere de şöyle tavsiyede bulunmuştu:

İktidara gelirseniz, hâl ve hareketlerinize dikkat edin!   Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin!

Size ait olmayan şeyleri almayın!   Güçsüzlere yardım edin ve ahlâk kurallarına uyun! Unutmayın ki, sonsuz iktidar yoktur! 

Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet Allah'ın önünde hesap verecektir!…

Bir insan, baba, devlet başkanı, başkomutan ve bilge olarak aşağıdaki sözleriyle hepimize engin ve hikmet dolu ufuklar açıyordu:

(…) Nihayetinde, çalışması ve savaşması gerektiğine, ancak olaylara hükmedemeyeceğine inanan bir halka mensubuz. İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe, Allah hükmeder ve O ne (s. 26) derse, o olur. Büyük Rus yazarı Tolstoy, bu sözü ispatlamak için iki bin sayfa yazmıştır. İnsanlar tarihi yönetemezler. Bunu ne siz yapabilirsiniz, ne de Napolyon, İskender gibi mağrur liderler. Bunu ancak Allah yapar. Bu böyledir. Yapmamız gereken, mümkün olan en iyi şekilde savaşmak, çalışmak ve bilincimizin ve kapasitemizin en üst düzeylerini ortaya koymaktır. (s.27)

(…) Asılardır büyük sınırda, dünyaların kesişme noktasında yaşayan, aynı anda her ikisine de aidiyet hisseden; akıl ve düşünce olarak Batılı, ruh ve duygu olarak Doğulu halkımın bir ferdi olarak doğdum. Bundan dolayı inancım odur ki, İslâm ve Müslümanlara hizmet ederken, aynı zamanda, tüm sağduyulu insanların hizmetinde bulunuyorum. (s. 66)

 Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk.  Ancak, bunu onlardan dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden  dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil. (s. 75)

İslâm Dünyası, sadece denizler, ırmaklar ve dağlarla değil; farklı menfaat ve etkilerle de parçalanmış durumdadır. Bunların tümünün aşılması hayli zor olacaktır. Bunu hiçbir zaman tam anlamıyla yerine getiremeyiz, fakat bu birlik için çalışmaktan da hiçbir zaman geri durmamamız gerekiyor. Her Müslüman ülkenin güvenlik ve kurtuluşu bundadır. (s. 226)

Ülkemiz darbelerden, kötülüklerden, yönetilememekten, ayrımcılıktan, iç çekişmelerden ne zaman kurtulabilir?

Ülkemiz insanları:

Adil bir yönetim olduğuna inandığında,

Ülkemizin dört bir yanında ayrımcılık duygusuna kapılmadığında,

Yönetim yapılanmasını tehdit unsuru olarak görmediğinde,

Doğal haklarını rahatlıkla kullandığında,

Sınava girerken kuyrukta beklerken herkese eşit muamele edildiğinden emin olduğunda

Kamu kaynaklarının dağıtımı ve görevlendirmelerde liyakatin esas alındığına kanaat getirdiğinde,

Ortak aklın dikkate alındığını gördüğünde,

 İşkence/rüşvet/kötü muamele/inançlara baskının olmadığı bir ortamda yaşadığını hissettiğinde…

 Bütün sosyal ve siyasal katmanların, ülkemize aidiyet duygularıyla bağlanmaktan mutlu olduğunda…

İşte o zaman; geçmişte zenginlik ve derinliğimiz, bugünse ayrılık, savaş, kardeş kavgası olan etnik, mezhebî farklılıklarımız doğal seyri içinde yerli yerine oturacaktır.

Her kesimin doğal, meşru, hak ve isteklerini elde ettiği bir ortamda darbeci damarın kanı çekilecektir.

Adâlet her şeyin yerli yerine konması değil midir?

Adâlet, liyakat ve şura; darbelerin, kardeş kavgalarının panzehiridir.

Kişilere bağlı değil ilkelere bağlı hukuk devleti inşa edilmesi halinde  darbe olmayacaktır.

Müslüman dünya için en temel sorun “seküler ulus devlet” paradigmasıdır

Nihayet halkın ve egemenlerin; inanç, düşünce, hayat tarzı ve yönetim sisteminde uyuşması  temel paradigma olduğunda, ülkemiz yarı sömürgelikten kurtulacak, yönetici kıtlığı ve yönetememe sorunu çözülmeye başlanacaktır.

Meraklısına not: Bu yazı 2022 yılında kaleme alındı.

02.12.2023, Kardelen / Ankara

Mehmet Yavuz AY

Yorum Ekle
Yorumlar (4)
Mehmet Metin Artut | 03.12.2023 15:50
Yüreğinize ve kaleminize sağlık olsun Üstadım. Selam ve dua ile Allah'a emanet olunuz.
Şahin Akdoğan | 02.12.2023 23:25
Bu yazdıkların bu dönemin siyasetine altarnatif parti programı gibi kim savunmaya ve uygulamaya başlarsa o kazanır diyorum güzel tesbitler
Abdullah Aydın | 02.12.2023 16:28
Kaleminize sağlık, teşekkürler. Selametle.
Tuncel Turgut | 02.12.2023 09:18
Hastalığa reçete yazılmış. Elinize emeğinize sağlık.