metrika yandex
  • $32.19
  • 35
  • GA17650

Haberler / Yorum - Analiz

Gazze’den Sonra|Sait Alioğlu

26.02.2024

 

Filistin’in bir parçası olan Gazze'de, Siyonist rejimin "önce işgal et, sonra ise böl, parçala, yut" politikası sonucu daralan rejimi baz alarak  Batı emperyalizmine karşı çıkan Filistinliler, kendi topraklarından sökülüp atılmak isteniyor.

Bu meşum ve devam eden politikalara karşı, "İslamcı" Hamas hareketi öncülüğünde başlatılan 7 Ekim 2023 tarihli Aksa Tufanı saldırısı, salt bir saldırıdan ziyade, karşı saldırıları geriletmeyi amaçlamıştı.

İsrail'de haliyle bu saldırılara karşı, Gazze'ye topyekûn bir saldırı ve imha harekâtı başlatmış oldu.

Gazze'nin kuzeyinden Mısır sınırında bulunan Refah şehrine kadar büyük bir alanı yok etme politikalarını sürdüren İsrail'in, alt yapısını oluşturduktan sonra, Gazzeliler için "son sığınılacak yer olan" Refah'a olası bir saldırıyı gündemine almış bulunmaktadır.

İsrail'in bu saldırılarına "baştan beri" karşı çıkan devletler ve güçlerle birlikte, artık, Batı' nın da, yaşanan bunca şeyden sonra Refah'a yönelik bir saldırı düzenlemek isteğine karşı bir dil kullanmaya başladığı görülmektedir.

İnsanın aklına hemen “paydaşlar insafa mı geldi?" sorusu takılıyor.

Sonuçta Batı'yı her konuda aynı görmek istemesek de, birtakım sebeplerden dolayı, böyle bir şeyi dillendirdiklerini var saymamız gerekir. 

Yoksa dünyaya bakacak bir yüzleri, söyleyecek sözleri kalmadığından dolayı değil. Bunu böyle bilmek gerek...

O halde mevzu nedir?

Bir defa Gazze'ye sınırı olan ve Gazzelilerin sürülmek istendiği Sina yarımadası üzerinden zora düşecek olan "müttefik" sıfatlı Mısır'ın birçok açıdan zor olan durumunu daha da zora sokulmak istenmeyişi...

Bu istek dahi mes'elleri başlı başına kavramamızda yeterli olacaktır kanaatindeyiz.

Bizce ikinci bir neden; bu savaşta tarafını açıkça ilan eden ve birçoğunun halkı Müslüman olan devletlerle kıyaslandığında, sırtında yükü olmayan ve Siyonist rejimle de en ufak bir ilişkisi bulunmayan Yemen merkezli Husilerin  Kızıldeniz üzerinden, deniz ticaretini bayağı oranda etkilemesi, zaten kırılgan olan küresel ekonomiye yönelik etkilerinin va olan sonuçları Batı için önemli bir neden...

Bu durum aynı zamanda İsrail'le ve dolayısıyla Batı ile müttefik olan, bölgenin birçok ülkesini de olumsuz anlamda etkilemektedir.

Bazı ülkelerin ekonomik gelir kaynağı olarak "petrol ve turizm" dışında ciddi bir kaleminin olmaması  da, onların bu deniz ticaretinin kesintisiz bir şekilde devam etmesini gerektirmektedir.

Petrol ve turizm kalemi bir an dışta tutularak söylenecek olsa, saldırılar sonrasında Siyonist rejime karşı olduğunu söyleyen, ama ona yönelik ticaretini "karşılıklı olarak" sürdüren Türkiye' nin tavrı ise, bir ara İslami tandansla dile getirilen ideal-politikten çok uzak, reel-politiğin ise bir nevi resmi gibi durmaktadır.

Bölgedeki devletlerle Türkiye'yi kıyasladığımızda, diğerlerine nazaran  Türkiye'nin bu tür hareket etmesinin pek de doğru olduğu söylenemez...

"Niye?" dersek; iktidar partisinin son on küsur yıldır oluşan anlayışının ve icraatlarının  hilafına bir ağaç yaprağının dahi kımıldamadığının bilindiği halde, "sözde" özel sektörün -büyük oranda da muhafazakâr sermayeli- İsrail'le devam eden ticaretinin "mevcut iktidar eliyle" engellenmemesi nasıl izah edilebilir?

Öyle bir ticaret ki, Siyonist rejime ihraç edilen ürünlerin önemli bir bölümünün, orada silah ve bomba vs. yapımında kullanılacak/kullanılan çelik madeninden oluşması nasıl izah edilebilir? Ki, bunu merak etmemek olası değil...

Düşünün, iç siyasette iktidar partisinden seçilmiş bulunan bir belediye başkanının, kendi seçmeninin iradesine ve var olan "demokratik teamüle" rağmen, hem de o kişi görevde iken istifa ettirilmesi nasıl mümkün olabiliyor ise. İsrail'e yapılan ihracatta engellenebilir?

Hani diyelim ekonomi az buçuk sarsıntıya uğrayabilir ise de, Başkan sıfatıyla Erdoğan’ın irade ve kararlılığına kaç muhafazakâr kişi ve grup karşı çıkabilir ki...

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız bir, iki dış mevzu ile iktidarın her alanda olduğu üzere ekonomi alanında da var olan ilişkilerinin kesilmesini talep noktasında idi.

Bize dönünce…

Bize dönünce;  olayın sıcaklığıyla akla getirilip eylemleştirilen boykot olgusunun az da olsa, önemini yitirdiğini görmekteyiz.

Her zaman ve hemen her konuda olduğu üzere,  Siyonistlere hizmet eden markaları boykot konusunda da, “alışıldık olup” öteden beri var olan toplumsal duyarsızlığa geri dönülmüş oldu.

Bunun yanında, elde var olan kıt imkânlarla Siyonizm’e kahramanca direnen Gazzelilerin asil duruşları üzerinden “yeni bir dünya mümkün” diyerek kalem oynatan,  düşünen, düşüncesini geniş kitlelere ulaştırmaya çalışan insanların çabalarına dikkat çekmek gerekir.

Bu meyanda, olayları ve olguları farklı şekillerde dile getiren birçok İslamcı insanın çabalarının nitelik kazanma şartıyla artması da önem arz etmektedir. Keza “yeni bir dünya mümkün” beyanına, insanlığını yitirmemiş bulunan birçok Batılı gayretkeş insanın da çabaları takdire şayan olup dikkate değer.

Bu gayretkeş insanların yapıp ettiğinin aksine düşünüp hareket eden, farkında olsunlar, ya da olmasında Siyonizm’e hizmet eden zevat dünde vardı maalesef bugünde varlar; orada Habermaslar, bizde ise, cümle ulusalcılar…

Yeti gelmişken şunu da ilave edelim, o da Gazzelilerin destansı mücadelesi İslamcılık gibi bazı eksiklikleriyle birlikte “etrafını câmî ağyarını mânî” bir paradigma(inanç) dururken, muhafazakârlığa pirim vermek, bir açıdan olan biteni anlamamak ve İslamcılığı yüz geri etmek kabilinden değerlendirilir.

Gazze üzerinden olan bitene de, bu iki paradigmanın kendi penceresinden bakmak gerekir ki, arada görünen fark her iki kesiminde birçok konuda dâhil olmak üzere Gazze’ye yönelik bakışı net olarak ortaya koymaktadır.

Önce Gazze’yi anlamak ve daha sonrada bu iki kesimin –kendi ortaya koyduğu iyi niyete bakarak- nelerin ıskalandığını ve nelerinde yapılması, nelerin yerine getirilmesi gerektiği de kendiliğinden ortaya çıkmış olur.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş