okuma yazması olmayan
dügüyle öğün geçiren bir kadının oğluydum.
sarı süleyman, şöför süleyman babamdı işte, trafik kaza sonrası eve mahkum olunca
neden bilmem
yarım içerdi sigarayı, sonra kaldığı yerden yakar bitirirdi.
iyi adamdı, duruşu sağlam olan adamdı...
rahmetli abim
yürümesi bile mucize bir hacı murat aldığı gün
“bana bak nurettin” diyordu
“sen ne iş, hele bi de, yanlış işin yok değil mi?” diye soran, sorgulayan dürüst bir adam işte...
fakirdik evet ama tek biz değil
sanki ülkede herkes biraz biraz fakirdi desek yeri var.
2 tane sana yağı için metrelerce kuyruğa girdiğimiz
birkaç litre için gazyağı kuyruğu yaptığımız
tekel önünde uzayan kuyrukların hiç eksik olmadığı
sigaranın kaliteli olanının silahlı kuvvetler olduğu zamanlardan geçtik
14 yaşında yazın hacının kahvesinde günde 14 saat çay, meşrubat, tost dağıtan,
terfi ettiği yaşta ocakçı olan biriydim...
pazar günleri adanadan gelen karpuzu indirmek için sabah namazı sonrası
sebze pazarına 2 arkadaşla giden
daha 15’te 55 kilo ağırlığıyla hem de 10 tonluk kamyonun üstüne çıkan,
sergi sahibi pazarcının “kırmayın ha!” diye zebellah gibi başımızda beklerken
bir tane dahi düşürmeden karpuzu sergiye indiren,
karpuza takılan dikenlerin ellerime batan kısmının kanını teriyle temizleyen
acısına da
alınacak harçlığın heyecanını merhem yaptığımız günler;
her gün ülkenin çıkmaz sokaklarda
25 gencin sağ sol diye vurulup toprağa düştüğü
darbe kıvamına gelsin diye kana ekmek doğrayanların
omuzu kalabalık alçak darbecilerin el ovuşturdukları zamanlardı…
80’nin eylülüydü işte…
okumak için evet sadece okumak için gittiğim ankara’ya
bizim için istanbul konya’ya çok uzaktı çünkü
musa’nın gece mısır'a dönüş yolculuğunda kaybolunca
“bi ateş alıyım veya yolu sorarım” diye çölde gördüğü ateşe yürüyünce
karşılaştığı rabbiydi
bahçeli’de 7. cadde 27. sokakta bodrum katında gün ışığı geçirmeyen
geçmişte 'mavera' ekibinden
'7 güzel adamın' da kaldığı, takıldığı evde
benim bulduğum da rabbimin kitabıydı işte...
kader, valla! sahi kader olmayan bi şey söyleseniz de bilsem.
“sen hey!” diyordu, parmak ucuyla işaret yaparken,
o kadar “sen dışarı” derken profesör ünvanlı kemalist faşist kişi
sınıfın iki üç kızın başörtülü olmasına tahammül edememiş, dersten çıkarıyordu.
sonraki hafta
meryem’di adı, boynu bükülmüş, utanmış gözleri kızarmış halde,
kısa saçlarıyla girdiğinde derse, biz müslüman erkeklerin payına düşen susmak,
kızların açlık oruçlarında kıyıda köşede ağlamak düşmüştü
o günlerde kazanan “mustafa kemal'in askerleriyiz” diyenlerdi...
masum ve ne yapacağını bilemeyen genç kızların tesettürü
kemalist laik kesimlerin yıllarca savaş alanı olmuştu.
sonraki zamanlarda
benim için kabul edilmiş bir dua olarak inandığım eşim
örtüsü nedeniyle, “okulunuz sizin olsun” diyerek üniversite eğitimini bırakmış,
yıllar sonra
kızları daha 15’te, 15’inde dost, daha 15’inde
lise seçme sınavına tesettürleri nedeniyle alınmayınca
“gömleğimin ucunu sımsıkı tutmuş halde
ağlamayacağım baba” diye başı dik halde
gözyaşları yanağını ıslatırken anasının kaderini yaşıyordu.
benim sehmime düşen hala yüreğimde taze bir yara olarak kalan acısı vardı. ah!
30 yaşına kadar askerliği celp dönemlerinde uyduruk rapor alıp gitmeyen,
96 yılında 28 şubat günlerinde
mazlumder konya kurucusu ve başkanlığını yaptığım günlerde
bir gece yarısı darbeci zihniyetin işareti nedeniyle polis baskınıyla,
“mustafa bey asker kaçağısın karakolda sabahlayacak sonra
askerlik şubeye gideceğiz” dayatmasının ötesinde,
ankara genelkurmay da savcı önüne çıkarılan, “gitmesen eğer askere er olarak gönderirim” diyen rütbeli bir savcının tehdidiyle ankara'da askeri hastaneye sevk edilen,
general olan bir doktorun elinin tersiyle yüzüme dahi bakmadan
hiç bir hakkı olmadığı halde
“çık dışarı sakalını bıyığını kes öyle gel! diye azarlanan,
hastane karşısı berberde kesilen sakal nedeniyle değil ama
gönlü dağlanan!
bahçe duvarına sırtını verip hıçkırarak ağlayan,
4 çocuk babası hazır asker olan biriydim
98 baharında...
öyle çok acı dolu anım var ki. kendime ve ülkeme dair.
bilirim dost benzeri, tıpkısı senin hafızanda dolu, bilmem mi hiç?
niye mi yazarım tüm bunları?
kendime yazarım. valla!
bir de bizimkilere. çoluk çocuk, torun tombalak bilsin, sonraki nesiller bilsinler,
bilsinler ki;
hangi toprağın tohumu olduklarını, hangi toprakta boy atıp filizlendiklerini bilsinler,
unutmak var ya, kurumak, çürümektir çünkü…
hatıralarım, anılarım, acılarım, fukaralığım
geçmişimdir ve unutulduğu, yok sayıldığı anda
geriye kalan hiçbir şeydir.
beni ben yapan
o fukaralığım,
o inancım nedeniyle yaşanan ne varsa onlar.
onları çıkarırsanız benden kalan geriye ne var?
ne kalır ki? ben ben olmam ki…
meczup
kaşlarını çatmış, öfkesi diline düşmüş bir halde söylenir;
anıları, hatıraları yok olan adamlardan geriye kalan,
ülkeye sayısız acı yaşatanlarla saf tutup veya onların yararına
muhalif olma adına vıdı vıdı yapanlar
kemalist bir zihniyet iktidar olsun diye el sallayan adamlardır.
meyletmeyin zalimlere
yaklaşmayın, tutmayın ellerinden
temasınız bile çürütür sizi!
dedi ve sustu…
Mustafa Atılgan ile Derkenar..
12.05.2024
Kibrin Mağlûbiyeti -3 | İlhan Akar
14.05.2024
Ali Kaçar ile Derkenar..
01.05.2024
Kibrin Mağlûbiyeti -1 | İlhan Akar
23.04.2024
Anne Sıcaklığı MUSTAFA ATILGAN 12.05.2024
Annesi Ölünce Büyür Çocuklar! AYTEN DURMUŞ 12.05.2024
müslüman ‘Allah diri’dir! valla! MUSTAFA AKMEŞE 19.04.2024
Baş Döndüren Diplomasi AHMET GÜRBÜZ 24.04.2024
ŞEHİRLERİN ANNESİ YOK MU? Doç. Dr. MEHMET SAĞLAM 11.05.2024
Çığlık Doğudan, Cevap Batıdan DERVİŞ ARGUN 11.05.2024