Napolyon’un meşhur tekerlemesidir malum.
Napolyon, Atilla ve İskender gibi bi baştan öte başa dünyayı fethe ve talana çıkacakken söyledi bu sözü. Öyle ya, bol para gerekti bu iş için.
Para niye gerekti; orduya parayla asker toplamak için; askere silah, erzak, giyecek, binit, ilaç; geri hizmette lojistik ve destek için vs.
Ne diyecekti uzun sefere hazırlanan Napolyon; ‘sevgi, kardeşlik, barış’ mı? ‘Gülücük’ mü arayacaktı yoksa!..
Müslüman aklı buraya takılmasın; Müslüman ordu ‘gazi’lerden kurulur; parayla pulla işi olmaz..
Yahudi tefeciler, Waterloo savaşında ikili oynayıp faizli borç paranın çoğunu İngilizlere verdiğinde, mağlubun Fransa olacağını bilenler biliyordu.
Bu bilgidir ki çok büyük servet kazandıracaktı bilenlere.
İkinci dünya savaşının galibini de Amerika’nın verdiği para belirleyecekti. Hitler, galip durumdayken bunu anladığında barış isteyecek ama reddedilecekti..
‘Para alan emir alır’ demişler; tersinden okursak ‘para veren emir verecektir’ doğal olarak. Nitekim böyle de olmuş, kafirler arasında yapılan nice savaşların galibini para tayin etmiştir..
TC Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘paranın rengi dini yoktur, para paradır’ dedi. Bunu söylerken tarihi, tecrübeleri, İslamı, bu uğurda tüm bildiklerimizi unutmamızı mı istedi?!.
Hadin konuya başka açıdan da bakalım:
İktisatçılar ‘paranın değeri’ yahut ‘alım gücü’ diye ekonomik bir kanundan bahseder. Kim belirler bunu? Üretim derler, tamam da, parayı kim basar, kontrol eder, neye göre?
Müslüman olunca kavradık, Gazali’de de gördük: adalet-zulüm, zenginlik-yoksulluk, vurgun-talan, tefe-faiz vs burdan kaynaklanıyordu.
‘Enflasyon’ da diyorlar adına; fiyatlar genel seviyesinin yükselmesi. Yani paranın alım gücünün/değerinin düşmesi.
Parayı kim basar; devlet. Değeri kim belirler, devletin gücü, itibarı. Şu halde enflasyonun/adalet veya zulmün ana kaynağını bulduk. Gelelim misalle kavramaya..
Osmanlı’da, kapı kullarına; yönetici takıma; asker sivil memurlara vs maaş verilecekken hazinede yeterli miktar nakit olmayınca Paranın değerinde, ayarında oynanır, paradaki altın yahut gümüşün miktarı azaltılırmış.
Maaşını alan kapıkulu çarşı pazara alış veriş, borç ödeme ve fazlalığını altına çevirmek için çıktığında ancak fark edermiş bu işi, çünkü geçmişte aldığı mallardan daha az alır, ödediği paradan daha çok ödermiş. Sarrafa gidense meseleyi aslıyla öğrenirmiş.
Buna ‘zaif para’ demişler; sarraflar ve tefeciler bu işten epey de nemalanırmış..
Müslüman olunca bi şeyi daha anladık: para denen nesne, kendisi bir değer olan meta/mal değil, takas aracıymış.
Dolayısıyla kazancını paraya çevirenin yahut parayla ölçenin, kazanırken, biriktirirken ve harcarken dini de olur, rengi de..
Para denen nesne yeni çıkmadı, insanlık bunu yeni de tanımadı. Para yahut para işini gören ‘deniz kabuğu, deri, gümüş, altın, bono, çek, banknot..’ gibi nesneler hep vardı.
Şu halde aslolan paranın kendisi değildir. Para ile kurulan ilişkinin niteliğidir. Bu ilişkidir ki insanın ‘rengini ve dinini’ belirtir.
Kolaylaştırılmış Din Anlayışı 10.01.2021 Mustafa YILDIZ
AZİMET, RUHSAT VE İSTİSMAR 10.01.2021 Yusuf YAVUZYILMAZ
ESKİ İSLAMCILARIN KAYIP ÇOCUKLARI 12.01.2021 Hüseyin SEVİM
YOLDA 12.01.2021 Ayten DURMUŞ
Kadın ve Kadın 19.12.2020 Ferman KARAÇAM
Çarpık uygulamanın itirafı 25.12.2020 Ahmet TAŞGETİREN
SON PEYGAMBER JAPON OLSAYDI 28.12.2020 Ayten DURMUŞ
Köprülü Melih’ten Heykelci Mansur’a 28.12.2020 Ahmet GÜRBÜZ
Kıymetini bilin 29.12.2020 Kemal Öztürk