metrika yandex
  • $41.57
  • 48.81
  • GA36680

Haberler / Yazı Dizisi

CEMAATTEN TERÖR ÖRGÜTÜNE FETÖ VE 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ ÜZERİNE SOSYOLOJİK DÜŞÜNCELER-8

11.11.2021

Gülen Cemaati, Haricilik, Haşhaşilik, hermetik aklın taşıyıcısı olan tasavvuf kültürü, hurufilik ve kabalizm anlayışlarının karışımı entegre bir harekettir.

Kuşkusuz bu noktada tarihte kendini gizleyen siyasal ve dini hareketlerle derin bir ilişkisi vardır. Bu anlamda Sadettin Köpek ve Hasan Sabbah hareketiyle derin bir bağlantısı vardır.

Sadettin Köpek, sadece hain bir Selçuklu veziri değil, bütün zamanlar için ortaya çıkabilecek bir siyasal tipolojisidir. Aynı şekilde yıllarca kendini gizleyen bir örgütlenmeyi ve lidere ölümüne bağlılığı temel alan Haşhaşiler ve Hasan Sabah da evrensel bir tipolojidir. Gülen siyasal açıdan Çağdaş bir Sadettin Köpek, örgütlenme açısından Hasan Sabahtır. İşin dikkat edilmesi gereken bir diğer noktası da, tasavvufun bilgi anlayışını kullanan Gülen üzerinden acımasız bir tasavvuf eleştiri yapmak, ahlak ve irfani merkezi değerini düşürme ve değersizleştirme riski taşımaktadır. Gülen cemaati Ahlak ve irfandan yoksun dindarlığın patolojik örneğidir.

15 Temmuz karşısındaki duruş, Türk solunun genlerinde darbe geleneğinin hala çok diri olduğunu gösteriyor. Kendini sol diye tanımlayanların 15 Temmuz hakkında takındığı ikircikli tavır düşündürücüdür. Öyle görülüyor ki, solun bayraklaştırdığı halk iradesi, hukuk, emperyalizm karşıtlığı söyleminin ne kadar içeriksiz olduğu ortaya çıkmıştır. Sol siyasetin neden halkla buluşamadığının cevabı, solun 15 Temmuz Gülen çetesi desteğiyle uygulamaya konan alçak darbe girişimi devamında aldığı tavra bağlıdır. En zor zamanda halkın yanında ve içinde değil, karşısında duran sol düşüncenin halkta karşılık bulaması mümkün değildir.

Cemaat gibi daima gizli bir ajandası olan yapıların kullandıkları dil de analiz edilmelidir. Masonlardan Haşhaşilere kadar bütün gizli örgütler sembolik bir dil kullanırlar. Sembolik dil gizli bir hesabı olan örgütlerin kullandıkları bir yöntemdir. Kullanılan sembolik dil iki farklı kişiliğinde aynı bedende yer bulmasıyla sonuçlanmaktadır. 

Cemaat terör örgütünün önemli bir kişisi olan Adil Öksüz’ün kişiliği bu duruma açık bir örnektir.

Cemaat iç içe geçmiş bir sürü entegre yapıdan oluşuyor. Bu entegre yapının anahtar kavramlarından biri Mehdi kavramıdır. Mehdi sorunlu zamanlarda kurtuluşu sağlayan üstün niteliklere sahip ve kuşkusuz yaratıcının desteğini sağlamış bir profil olarak karşımıza çıkar. Kuşkusuz Çağdaş din kökenli hareketlerde hareketin başı ya doğrudan ya da dolaylı olarak Mehdi tanımlamasıyla karşımıza çıkmaktadır. Kuşkusuz kurtuluşa erenler Mehdinin yanında olanlardır. Bu durum ve algılama biçimi doğal olarak diğer dini akım ve vakıfları gayrimeşru duruma getirmektedir. Cemaatin diğer dini akımlara bakışı da böyledir. Cemaat militanları kendi liderlerini mehdi üzerinden anlamlandırmaktadır.

Amacını gerçekleştirebilecek asamaya gelene kadar güçlenmeden harekete geçmemek ve kendi asıl niyetini gizlemek anlamına gelen takiyenin kuşkusuz dini bir temeli vardır. Gülen Cemaati bu kavrama semantik bir müdahalede bulunarak, elemanları için motivasyon kaynağı haline getirmiştir. Kuşkusuz cemaat diğer dini kavramları da kendi anlayışları doğrultusunda semantik müdahale yaparak araçsallaştırmıştır. Takiyenin asıl anlamından boşaltılarak sık kullanılması ahlaki sabitesi olmayan bireyler yaratmaktadır.

Gülen Cemaati gibi amaca ulaşmak için gizli örgütlenmeyi amaç edinen örgütlerle mücadele etmek zordur. Bu tür örgütlerin ikili bir dili vardır. İlki son derece demokratik ve çeşitli kitlelerin kolay kabul edecekleri yumuşak evrenselci, demokratik değerlerden yana bir dildir. İkincisi ise sadece Cemaatin beyin takımının bildiği özel konuşmalara dayalı sembolik dildir. Gülen bu iki dili başarılı bir şekilde kullanan ve amacını herkesin kabul edebileceği dil içerisinde ustaca gizlemeyi başarabilen bir kişidir.

Gülen ve onu izleyen militanlar, dinin temel kavramlarına semantik bir müdahale yaparak ve içlerini boşaltıp yeniden anlamlandırmak dini-teolojik bir terör şebekesi kurdular. Aslına bakılırsa bütün örgütler takiye yaparlar. Gizli bir amaç için örgütlenen yapılar takiye yapmak zorundadır. Gerçek amacının yasadışı ve şimdilik kabul edilemez olduğuna inanan ve gizli mücadele yürüten tüm örgütler, güçleninceye kadar dini ya da seküler takiye dili kullanırlar. 
Bunu dini yapılar İslam’ın temel kavramlarına, seküler sol Marksist yapılarda insan hakları, özgürlük kavramlarına semantik müdahale yaparak gerçekleştirmişlerdir.

Cemaatin dayandığı tarihsel epistemolojik zemini de iyi irdelemek gerekir. Kuşkusuz İslam tarihinde Gülen Cemaatine temel oluşturacak bir zemin vardır. Rüya, ilham ve sezgiyi tartışmasız bilgi kaynağı olarak gören hermetik tasavvufi kültürü ve onun ürettiği örgütlenme biçimiyle hesaplaşmak gerekir. Kuşkusuz bu önemli bir zihniyet dönüşümünü gerektirmektedir. Ne yazık ki, geleneksel dini anlayış şeyh adı altında ulaşılmaz formlar yaratmıştır.

Cemaat çetesi, dinin temel kavramlarına semantik bir müdahale yaparak, içlerini boşaltıp yeniden tanımlayarak kendine özgü bir mücadele biçimi ortaya koymuştur. Burada temel amaç dine hizmet etmek değil, dinin temel kavramlarını bağlamlarından kopararak Cemaat çetesinin amaçlarına uygun hale getirmektir. Cemaat halk üzerindeki etkisini bu kullanımın başarısına bağlı olarak artırmıştır. Halkın dini hassasiyetini kendi siyasal projeleri için sömürmenin en güzel örneğidir Gülen çetesi. Takiye, cemaatin elinde bir grubun kendi çıkarlarına ulaşmak için her türlü davranışı meşru gören bir ahlaksızlığa zemin hazırlayan davranış biçimine dönüşmüştür.

Kuşkusuz sadece cemaatin değil, bütün tasavvuf anlayışlarının kullandığı merkezi kavramlardan biri “mehdi” kavramıdır. Mehdi beklenen belirsiz bir gelecekte ortaya çıkacak bir anlayışa temel oluşturmaktadır. Bazı anlamlarda da Hz. İsa’nı yeryüzüne ikinci dönüşü ile sembolize edilmektedir. İsa Mesih tanımlanması da bu mesiyanik anlayışın tezahürüdür.

Cemaat liderinin beklenen mehdi ile özdeşleşmesi, hem o cemaati diğerlerinin önüne çıkarır, hem kendi cemaat liderine karizmatik bir özellik katar, hem de en önemlisi diğer cemaatlerin meşruluğunu sorgular hale getirir. Çünkü diğer cemaatler mehdinin ordusuna katılmayan gayrimeşru yapılara dönüşür. Gülen cemaatinin diğer cemaatleri dikkate almamasının ve önemsememesinin altında yatan gerçek budur. Çünkü onlar mehdinin ordusuna katılmayı reddeden yapılardır.

Unutulmamalıdır ki, Gülen cemaati gibi çarpık cemaatlerin ortaya çıkmasına neden olan bir dini yorum kaynaklarımızda fazlasıyla mevcuttur. Kuşkusuz bu yapının ürettiği çarpık sonuçlarla mücadele edilmelidir. Daha büyük mücadele ise bu yapıların ortaya çıkmasına neden olan zeminin temizlenmesi olacaktır. Bu kuşkusuz uzun soluklu bir mücadeleyi bir zihniyet devrimini gerektirmektedir. Çarpık zihniyetlerin ürettiği sonuçları dikkate alır nedenlerle ilgilenmezsek bir süre sonra aynı zeminin üreteceği başka bir sorunlu yapıyla yüzleşeceğiz demektir.

Cemaat, büyümesi ve etkin hale gelmesi sürecinde kendine özgü bir dini söylem ürettiği, mensuplarını bu söylem üzerinden motive ettiği açıktır. Burada ortaya çıkan en işlevsel kavram “Din İstismarı” kavramıdır. Din istismarı, dini asıl anlamından saptırarak, dinin temel kavramlarına semantik müdahale yaparak, kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir dini anlayış üretmektir. Dini istismar etme İslam tarihinin erken dönemlerinde başlayan bir faaliyettir. Çeşitli Batıni fırkalar kendi çıkarları doğrultusunda Kur’an ayetlerini çarpıtmışlardır. Cemaatte tıpkı Batıni fırkalar gibi, Kur’an, Sünnet, tasavvuf üzerinden kendine özgü çarpık bir anlayış üretmiştir. Bu konuda tasavvuf geleneğinde önemli bir yer tutan rüya, ilham ve sezgi yöntemleri kullanılarak yeni bir anlayış üretilmiştir. Oysa “Nasslarla oynamak, hadis diye uydurulan sözlerden medet ummak, rüya ve ilhama dair abartılı anlatımlarla büyülü bir dünya kurgulamak, menkıbe ve hikayeler aracılığıyla dinin sahih kaynaklarına aykırı bir zihniyet inşasına kalkışmak asla kabul edilemez.”(Din İstismarı, Mehmet Görmez, DİB, Din İstismarı içinde). Öyle görülüyor ki, Cemaat, tüm bu etkenleri kullanmıştır.

Gülen Cemaati, Cemaatten terör örgütüne giden yolculukta geçmişte yaşamış tüm din istismarcısı grupların özelliklerini bünyesinde toplamıştır. Haricilerden, Kuran ayetlerini bağlamından kopararak yorumlama; Hasan Sabbah ve Haşhaşilerden gizli örgütlenme; Şii-Batıni gruplardan takiyye; tasavvufi kaynaklardan rüya ,ilham ve sezgi gibi bilgi kaynaklarını kullanan eklektik bir özellik gösterir. Özetle FETÖ yapılanması;

1-Yapının lideri ile Allah ve elçisi Peygamber arasında özel bir ilişki olduğu( mehdi) inancı

2- Harekete katılanların özel bir görev için seçilmiş kişiler olduğu(ikinci sahabe nesli) inancı.

3- Misyonun önderi lidere ve öğretiye sonsuz sadakat ve adanmışlık. 

4- Sadece üyelerin anlayabileceği bir iletişim sistemi.

5- Hareketin devamını en büyük ahlaki ilke olarak benimsemek. Bunun için diğer bütün değerler bu yönde araçsallaştırılabilir. 

6-Amaca ulaşmak için her yapıyla ortaklık. 

7- İslam’ın temel kavramlarına semantik müdahale yapılarak yeniden tanımlanması, gibi özellikler göstermektedir.

Din üzerinden teröre yönelmek konusunda Haricilik ile Hasan Sabbah Haşhaşiliği arasında fark yoktur. Öğretinin farklı olması eylem tarzının farklı olduğunu göstermez. Hariciler literal ve selefi okuma yaparken, Şii İsmaili Batıniliğe yaslanırlar. Hariciler açık Haşhaşiler gizli örgütlenme içindedirler.

İçerik (ahlak, samimiyet, ihlas)kaybolunca form( forma, giysi) kutsanır. Giysi içerideki ahlâkı dışa yansıdan bir işlev görüyorsa derin bir ahlâki değer taşır. Eğer giysi içerideki ahlaksızlığı perdeleyen bir işlev görüyorsa sahtedir. Forma totaliter rejimlerin pisliklerini gizleyen bir işlev görmüştür. Unutmayın Mekke kafirleri ile müminleri arasında giysi farkı değil, ahlak, inanç ve samimiyet farkı vardır.

Hakimiyet Allah'ıdır” mottosuyla demokrasilerdeki yöneticilerin halkın çoğunluğuna göre seçilmesine itiraz edenlerin durumu; "Hüküm Allah'ıdır" ayetini temel alarak, Hz. Ali'nin hakemi kabul etmesinden dolayı kafir olduğuna ve öldürülmesi gerektiğine hükmeden Harici zihnin uzantısı gibidir. Hz. Ali onlar için şöyle diyordu: "Kendisi doğru, kullanılış biçimi batıl" olan ifade.

Gülen çetesinin darbe girişimi, laik Kemalist darbeci askerleri haklı kılmaz. Bu yüzden 15 Temmuz direnişi, laik darbeci askerlerin haklılığını göstermez. Her tür cunta yapılanmasına karşı olunması gerektiğini gösterir. Gülen çetesinin alternatifi laik darbeci gelenek değil hukuk devletidir.

Tartışılmaz ve sorgulanamaz bir dini yorum içine hapsolma, fanatizmin en önemli kaynağıdır. Bu durum din dışı laik, liberal ve sosyalist hareketlerde de böyledir.

Gülen Cemaati toplumsal ve siyasal alandaki etkisini yitirdikçe siyasetin ilgi alanı olmaktan da süratle çıkacaktır. İktidarda bulunan partinin kimlik kodları dolayısıyla İslami oluşumların devleti ele geçirme mottosu büyük ölçüde karşılıksız kalmıştır. Üstelik siyasi yollara tevessül etme, siyaseti ahlaki bir zemine çekememiş, dahası, İslami hareketler ve cemaatler siyasetin zeminine girerek ahlaki zaafları ortaya dökülmüştür. Bunu siyaset, ekonomi, kültür ve diğer alanlarda da gözlemlemek mümkündür."

Kesin kararların altında ölmeye ve öldürmeye yatkın kesin inançlılar bulunur. Ölen ve öldüren kesin inançlılar, ideolojiye sahip kişiler tarafından kahraman olarak kutsallaştırılır. Burada din ideolojilerle karşılaştırılmakta, dahası yarıştırılmaktadır. Her ideoloji bir şekilde kavgasını din üzerinden vermektedir. Her ideolojik tutuma göre dini en kötü anlayan karşı taraf en iyi anlayan da kendi tarafıdır. Buradaki temel ayırım dini ahlaki ve manevi kökleriyle öğrenmek değil, kendi davasını onaylayacak bir söylem içinde yeniden inşa etmektir."

Bir gün o zindandakiler Yusuf gibi çıkacaklar." demiş, Fethullah Gülen. Yanılıyor, Yusuf olarak zindandan çıkmak için Yusuf gibi zindana düşmek gerekir. 

Kendi halkının üzerine kurşun yağdıran, soruları çalarak binlerce insanın hakkına giren, başka insanların özel hayatlarını şantaj olarak kullanan, çıkarlarını korumak için her tür yalanı meşru gören, kimliksizliği karakter haline getiren kişiler zindana zillet ile girdikleri için zindandan da zillet içinde çıkacaklardır.

Gülen yanılıyor sorun sadece zindan değil, zindan dışında toplumsal zeminde kaybettiği itibarıdır. Asıl sorun zindandan çıktıktan sonra yaşanmaya başlanacak."

Cemaat bürokrasiyi ele geçirerek topluma egemen olabileceğini düşündü. Bütün bürokratik vesayet ideolojileri gibi davandılar. Unuttukları milletti.

Ulusalcı-laik-Kemalist tarihçiler Gülen Çetesi konusunda yanılmıştır. Yanılgı noktaları şu: Gülen Çetesini laik sisteme karşı olarak konumlandırmış, laik sistemi ve Kemalizm’i yıkıcı bir hareket olarak tanımlamışlardır. Kemalist görünmelerini takiye olarak yorumlamışlardır. Oysa Gülen çetesine bağlı askerlerin hazırladığı darbe bildirisi, asıl hesaplaştıkları ve sona erdirmek istedikleri şeyin Kemalist laik sistem değil, dindarların iktidarı olduğunu göstermiştir. Gülen Çetesi takiye yapıyordu evet, ancak Kemalist görünerek değil, Müslüman görünerek. Takiyeyi Kemalistlere karşı değil, dindarlara karşı yaptılar."

Fethullah Gülen haininin kaderi kendisini teslim ettiği, uğruna mücadele ettiği üst aklın ve küresel güçlerin onunla işinin bitip bitmemesine bağlıdır

Eski demeçleri kanıt göstererek, Cemaat üzerinden Erdoğan'ı eleştirmeye çalışanlar şunu unutmuş görünüyorlar: Erdoğan Cemaatin iç yüzünü gördüğünde, söylemlerinde samimi olmadıklarını hissettiğinde, dini değerlere dayanarak şiddet ürettiklerini gördüğü anda cemaatle cepheden mücadeleye girişmiştir. Erdoğan aldandığını söyledi. Bu tutum yaygın kabul gördü. Neden? Çünkü aynı aldanış ve hayal kırıklığı çok yaygın toplum kesimlerinde yaşandı.  Erdoğan bir insan, tıpkı bizim gibi yanılıyor, hata ediyor ve bunu geçiştirmek yerine doğrudan yanıldığını söylüyor. Samimiyeti de bir karşılık buluyor. Eğer Erdoğan dışında kimse cemaat tarafından aldatılmış olmasaydı, kuşkusuz bu desteği göremezdi."

Gülen kuşkusuz İslami bir literatür kullanıyordu. Ancak İslami kavramlara öyle sinsi bir semantik müdahale yaptı ki, aynı anda hem Müslümanları hem Kemalistleri uyuttu. Her iki tarafa da takiye yapan ikili bir dil geliştirdi. Bu ikili dille hem dindarları desteğini kazandı, hem de Kemalistlere güven verdi. Ecevit'in, Demirel'in, belli bir döneme kadar Erdoğan'ın aynı anda desteğini alan bir yapıdan söz ediyoruz.”

Karısının bile kocasının cemaat faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olmadığı gizlilik ve takiyeyi temel alan bir yapıda insanların suçsuzluğuna tanıklık etmek de giderek zorlaşıyor. Cemaat Çetesi toplumda olan güveni de temelinden sarstı. Bunun trajik etkileri tam manasıyla ortaya çıkmadı. Güveni tesis etmek kolay olmayacak Yine de ısrarla adalet talep gerekir.

Cemaat çetesinin asıl yıkıcı etkisi gönüllere oldu. Yardımseverlik, birliktelik, komşuluk, dostluk, arkadaşlık ilişkileri büyük yara aldı. 
Aslında. Kaybolan İslam’ın bizden istediği şeylerdi. İnsanlar arası güvensizliği gidermek kolay olmayacak.”

Halkının üzerine kurşun yağdıran canilerin "aldatıldım" çağrısının FETÖ terör örgütünün açık bir provokasyonu olduğunu göremeyip buna meşruiyet kazandırmaya çalışmak eğer bilinçli yapılıyorsa yazıklar olsun. İnsanın bu kadar vicdansız olması mümkün mü?"

FETÖ militanlarına eksik olan bilgi değil bilinçti. Bu yüzden bilgileri ihanetlerine engel olamadı. Onlar yedikleri ekmeğin üzerine basmalarını engelleyecek erdemden ve ahlaktan yoksundu.

Erdoğan'ın yanıldık, aldatıldık dediği nokta, muhalefetin cemaate sempati duymaya başladığı noktadır.

15 Temmuz kuşkusuz ahlaksız bir işgal girişimiydi. Bu girişim bize hem dini değerleri semantik bir müdahale ile bir terör şebekesinin eylemlerini meşrulaştırma aracı olarak kullanılabileceğini, hem her dini söylemin meşru ve masum olmadığını, hem de devlet bürokrasisinin bir ideolojik yorumun militanlarına teslim edilmemesi gerektiğini gösterdi.

Samimiyet ve adanmışlık iyi birer meziyettir. Ancak samimiyet ve adanmışlık insanı felakete de sürükleyebilir. Samimiyet ve adanmışlığın hangi değerler etrafında yağıldığı da çok belirleyicidir. 

Bir İŞİD, PKK, DHKP-C ve FETÖ militanlarının önemli bir kısmı davalarında samimi ve adanmıştır. Hatta canlı bomba olacak, lider ve ideoloji için canını feda edecek derecede samimi ve adanmışlardır. Samimi ve adanmışlığın anlam kazanabilmesi için hangi değerler etrafında olduğu da önemlidir. Ebu Cehil küfründe samimi bir adanmışlık içinde idi. Samimiyet ve adanmışlık tek başına insanı iyi bir insan yapmaz.

İslami görümünü biraz kazıdığın zaman altından çıkan derinlikten yoksun bir gösterişçi dindarlık, makam ve mevki için yapmayacağı eylem olmayan çıkarcı bir kişilik, kazanmak için her tür ahlaksızlığı meşru gören bir ahlak anlayışı, kendisinden farklı etnik gruplara yapılan haksızlıklara susan, temel hak ve özgürlükleri sadece kendisi için isteyen, korkunç bir ırkçılık ve fanatizmi besleyen dindarlığa lanet olsun. Hiç şüphesiz böyle bir dindarlıktan adaletin ve toplumsal barışın üremesi zordur. Bu dinin kendi çıkarları için kullanılması yani araçsallaştırılmasıdır. Araçsallaştırılmış dindarlıkta bireyler dine hizmet etmezler, tam tersine dini kendi çıkarları için bir araç olarak kullanırlar.

Sadece iktidara muhalif olmak insanın doğru yerde durduğunu göstermez. FETÖ, PKK, DHKP-C de muhalif. Hem muhalif hem de doğru bir öğretiye sahip olmak gerekir. Nihayetinde Ebu Cehil'de muhaliftir. Önemli olan neye, niçin, ne adına muhalif olunduğudur.

Tarihin dinamiklerini ihmal etmemek gerekir. Haricilerden beri dini kendi amaçlarını gerçekleştirmek için terörize eden öğretiler var. Bu anlayışın kökten temizlenmesi mümkün değil. Yapılacak olan bu anlayışın dışında kalabilmektir. 
Her tür terör örgütüne kimi insan bilinçli kimisi de bilinçsiz olarak girer ve çeşitli düzeylerde faaliyetlerde bulunur. Sadece FETÖ üzerinde duruluyor. PKK, İŞİD ve DHKP-C'yi düşünün. Bu örgüt taraftarları da yaptıklarını meşrulaştırmıyor mu?

Bu tür gizli yapılanmalara kimin gerçekten suçlu kimin suçsuz olduğunu belirlemek suçtur. İkinci itiraz düne kadar neden bunlara müsamaha gösterilmiş, itirazıdır. Yaklaşımlarını gizleyip kendini iyi kamufle ettiği için. 
İleride trafik kazası yapacak veya alkollü araç kullanma ihtimali var diye insanlara ehliyet verilmemesi düşünülemez. İnsanlar da ancak alkollü araç kullandıklarında suçlu durumuna düşeyler. Bu durumda buna ehliyet veren suçludur diyemeyiz. Suç dediğimiz şey zaman içinde oluşur. Kuşkusuz her insan bir suçlu adayıdır.

28 Şubat süreci, Gülen yapılanması dışındaki bütün alternatifleri imam hatipler de dahil kapattı ve Gülen okullarını Müslümanların gözünde rakipsiz hale getirdi. Yani Gülen yapılanmasının en çok önünü açan kendini katı laik ve Kemalist olarak tanımlayan zümredir.

15 Temmuz direnişi yapan kahramanların dilinde İzmir Marşı değil tekbir vardı. İzmir marşını darbecilerin dillendireceğine inancım tam. Çünkü 28 Şubatta tüm millet karşıtı odakların dilinde bu marş vardı. İzmir marşını bu milletin geleneğinde ve Anadolu irfanında bir karşılığı yok.

1-7 Şubat MİT'e darbe teşebbüsü (2012),

2. Gezi kalkışması (2013),

3. 17/25 Aralık yargı darbeleri (2013),

4. MİT tırları ihaneti (2014), 

5. PKK ile ortak hendek ihaneti (2015),

6. 15 Temmuz işgal darbesi (2016),

İlk dördünde FETÖ ile MHP-CHP ortak hareket ettiler. O Dönem gazetelerini ve bu iki partinin demeçlerini üst üste koymanız yeterlidir. Son ikisinde MHP yönetimi CHP 'den ayrılır. İhanet içindeki Cemaat uzun süre MHP'nin ilgi odağı oldu.

Zaman Gazetesi önünde Ekrem Dumanlı'nın yanında destek için kimlerin olduğuna bakın. Muhalefetin sevmediği cemaat Ak Parti ile çalışan cemaatti. Ak parti ile ters düşünce, muhalefet üretmekte zorlanan CHP, MHP ve HDP, Cemaatin devlet içindeki militanlarının sağladığı belgelerle hareket etti.15 Temmuza kadar olan seçimlerin seyrini izlemeniz bile bu tespit için yeterlidir. 17-25 Aralık operasyonunun asil hedefinin yolsuzlukla mücadele etmek olmadığını anlayabilecek donanımdan bile yoksundu muhalefet aklı.

Ancak kendisi de aldatılan halk, Cemaatin istemediği yönde siyasal refleks verdi.

2002 yılında önlem alınmalı diyen irade, başörtüsünü yasaklayan, dindarlara hayatı dar eden 28 Şubat zihniyetinin uzantısı idi. Muhafazakar dindar kitle de, MGK’nun kararını FETÖ ya değil dine karşı önlem almaya çalışıyorlar diye algıladı. FETÖ'nun devlete sızması konusunda bir sürü bilimsel araştırma var. Bunun özellikle Ak Parti dönemin de olduğu doğru değildir.
MG K FETÖ ile mücadelede o kadar haklı ise 1980’lerden beri askeriyede bu kadar örgütlenmesini neden önleyemedi. Askerler, Erdoğan’ı suçlarken bu konuda ne kadar basiretsiz olduklarını da göstermiş oldular. 

28 Şubat sürecinde hangi üniversitede kaç irticacı var bilecek kadar titiz çalışan askerler neden FETÖ’ nün askeriyeye sızmasını anlayamadılar. Erdoğan, FETÖ ile mücadelede en samimi isimdir. Bir zamanlar yaptığı hatayı itiraf edecek kadar ahlaklı, onlara hayatı dar edecek kadar samimiydi. Muhalefete gelince FETÖ darbe girişimini eleştirip karşı çıkacakları yerde, onunla en etkili mücadeleyi yapan Erdoğan’ı hedef aldılar. Erdoğan FETÖ ile mücadelede konusundaki en samimi isimdir.

Sanılıyor ki uluslararası yargılamalar deliller üzerinden yürüyor. Bunun böyle olmadığını Gülen ve PKK örneği bize gösterdi. Rahip konusunda " koy delillerini yargıla" mantığı çocukça naif bir yaklaşım. FETÖ, PKK ve DHKP-C'nin terör örgütü olduğu konusunda kuşku var mı? Onlarca delile karşı ABD, Almanya ve Yunanistan vermiyor onları mesela. Dünyada da, Türkiye’de de " bağımsız yargı " denen şeyin çoğunlukla gerçekle ilgisi olmayan ideolojik bir soyutlama olduğunu gösteriyor. Karşımdaki güç olan ABD , "sanığı yargılar" demiyor, "serbest bırak" diyor. Yani kesin olarak suçsuzluğuna inanıyor, ya da senin suç saydığını saymıyor. Bizim naif hukukçu zihinler Amerikalı rahip konusunda "delillerini koyarak yargıyla ve karar ver" diyor. Sanki öyle yapılsa herkes onu kabul edecek. Amerika’nın tezi yargılama değil, koşulsuz serbest kalması. İşin daha vahim tarafı, Amerika kararı siyasilerden istiyor. Amerika'da işlerin nasıl yürüdüğünü de gösteriyor bu olay. Yani sadece Türkiye’de karışmıyor yargıya siyasiler Kararın siyasilerden istenmesi, aynı zamanda Batı'nın hukuk mantığını da gösteriyor. Yargılama istiyorsanız Gülen rakipten çok daha suçlu değil mi. Ama hakkında açılmış tek bir dava yok. Yani darbe girişimi başka ülkelerde yapılırsa suç sayılmıyor, hatta destekleniyor. 

Bizse hala delilden, hukuktan söz ediyoruz. Keşke öyle olsa. Bir de Batı ve kendini yargılama konusunda kompleksli bir yaklaşım var insanlarda. Batının her şeyi iyi bizim her şeyimiz kötü anlayışı benliklerini kaplamış. 
Klasik oryantalizmin ' sizden adam olmaz" tezi, bu kişiler tarafından " bizden adam olmaz, tezine dönüşmüş. İdeolojik önyargılar zihnini o kadar esir olmuş ki, Türkiye'nin en çok haklı olduğu bir konuda bile Amerika tarafını tutuyor. 
Bu zihinler, uygulanan ambargodan da, Türk ekonomisinin bozulmasından da gizli bir sevinç duyuyorlar.  Muhalif olmayı Türkiye ye karşı olmakla karıştıracak kadar dar zihin yapıları var. Sorunları yerli ve bu topraklara ait olamamak. 
Sanıldığının aksine görünürde FETÖ ta karşı olsa bile, o zihinsel işleyişin bir parçası. Sorun kimi bunu bilinçli yapıyor, kimi bilinçsiz.

Gülen Çetesinin düşüncesini besleyen dini ve tarihi bir epistemik zemin var. Bu zeminin düşünsel boyutu hala canlı ve diğer cemaatlerin ve tarikatların arka planını oluşturuyor. Dahası bu zeminin teolojik yapısıyla hesaplaşmadan sorunu çözmek zor gözüküyor. Gülen çetesi, tarikat ve cemaat kültüründen gelen itaat anlayışı ile siyasal tarihten gelen darbe kültürünü birleştirerek 15 Temmuzu gerçekleştirmeye çalıştı. Ne ki, her defasında sonuç veren girişim bu kez başarılı olamadı.

Fethullah Çetesinin Teolojik alt yapısını ve zeminini oluşturan Sünni saltanat ideolojisini ve itaat kültürünü kökten gözden geçirmek gerekir. Bu önemli entelektüel devrim mutlaka başarılmalıdır. Yoksa bu yapı denetimsiz iktidar ilişkileri üretmeye oldukça elverişlidir. Kemalizm’in iktidar anlayışını da Fethullah çetesinin itaat kültürüne dayalı anlayışını da üreten bu alt yapıdır.

Samimiyet ve adanmışlık iyi birer meziyettir. Ancak samimiyet ve adanmışlık insanı felakete de sürükleyebilir. Samimiyet ve adanmışlığın hangi değerler etrafında yağıldığı da çok belirleyicidir. Bir İŞİD, PKK, DHKP-C ve FETÖ militanlarının önemli bir kısmı davalarında samimi ve adanmıştır. Hatta canlı bomba olacak, lider ve ideoloji için canını feda edecek derecede samimi ve adanmışlardır. Samimi ve adanmışlığın anlam kazanabilmesi için hangi değerler etrafında olduğu da önemlidir. Ebu Cehil küfründe samimi bir adanmışlık içinde idi. Samimiyet ve adanmışlık tek başına insanı iyi bir insan yapmaz.

FETÖ, Adnan Hoca gibi yapıların beslendiği bir sosyolojik zemin var. Bu zemin hala orada ve diridir. Sadece bu zeminin içinden konuşacak aktörleri bekliyor. Kabul etmek gerekir ki, tasavvuf epistemolojisi, özellikle Türklerin İslamlaşma sürecinde Orta Asya'dan başlayarak İran üzerinden Anadolu'ya taşıdıkları, büyük ölçüde İslam dışı geleneklerle harmanlanmış dini kültür, İslam’ı açıdan bu tür yapıları üretmeye elverişli bir damar oluşturuyor. Sosyolojik anlamda eski kültürel birikim, İslami kavramlar üzerinden yeniden üretiliyor. Bu da hastalıklı dini yapılar ve davranış biçimleri ortaya çıkarıyor.

Gülen'in FETÖ terör örgütü de dahil, dini örgüt ve Cemaatler liderlerinin merkezi konumunu sağlamlaştıracak bir dini retorik üretirler. Bu yapıyı tehdit edecek demokratik epistemolojiden ve yeni çoğulcu dini yorumlardan kaçarlar. Onlara göre yeni yorumlar dini tehdit etmektedir. Aslında tehdit edilen din değil, din üzerinden din üzerinden oluşturulan sadakate ve itaate dayalı Cemaat retoriğidir.

Ergenekon davası, hiç kuşku yok ki, FETÖ’ nün militan polisleri yüzünden sulandırıldı. Ama hiç kimse beni böyle bir oluşum olmadığına ikna edemez. Çünkü benim yakın tarih okumalarım, asker içinde, seçilmiş iktidarı yok etmek isteyen bir zihniyetin varlığının ihmal edilemez olduğunu gösteriyor. 28 Şubat, 27 Nişan ve 15 Temmuz Ergenekon zihniyetinin farklı versiyonlarıdır.

FETÖ militanları oluşum ve yükseliş dönemlerinde uzlaşmacı ve hoşgörülü, hakim olduklarında her tür kötülüğü yapmayı meşru sayan bir anlayışa sahiptir. Şimdilerde bütün güçlerini FETÖ yargılamalarının hukuksuz olduğu tezi üzerine oturuyorlar. 15 Temmuz teröristlerinin ve arkasındaki siyasal anlayışın şimdiki maskeleri insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi. 15 Temmuz'u meşru görenlerin hiç anmaması gereken kavramlar. Çünkü hiçbir şey 15 Temmuz'u gerekçesi olamaz. Bu yüzden Pensilvanya ve Kandil hatırlatması çoğu kimseyi tedirgin ediyor. Çünkü buralardan beslenen bir siyaset anlayışının varlığı açık. Teröre hayır, demokrasiye evet.

Kuşkusuz Türkiye’de PKK ve FETÖ tehlikesi vardır. Bu örgütler siyasal olarak Türk siyasetini demine etmek ve yönlendirmek istiyorlar. Bunun aksi varlık nedenlerine aykırıdır. Dolayısıyla bu tehditler var olduğu sürece siyasal bir söylem olarak gündemde olacaktır. Bu tip örgütlerin Türk siyaseti içinde ilişkide olduğu yapıların olması da anormal değildir. Anormal olan bu tehlikenin hiç olmadığını savunmaktır. Kuşkusuz her siyasal anlayış 15 Temmuz'u aynı mesafede durmuyor. Ben, darbeye olan desteğin sivil halkta da epeyce karşılık bulduğunu desteklendiğini düşünüyorum. Emevi siyasetinin sol -ulusalcı- Kemalist versiyonudur bu. Türk siyasetinde rakibine karşı yapılan bir darbeyi ya da darbe girişimini desteklemeye hazır bir zihin yapısı var. Bu anlayışı 27 Mayıs 28 Şubat ve özellikle 15 Temmuz da fazlasıyla gördük.

27 Mayıs, 28 Şubat ve 15 Temmuz sivil halkın bir bölümü tarafından desteklenmiştir. Kuşkusuz her parti kendi açısından en iyi olduğunu düşündüğü propaganda yöntemini kullanmaya çalışacaktır. Bakalım hangi söylem karşılık bulacak.

Aslına bakılırsa bu sorunun tarihsel bir derinliği var. Özellikle Osmanlı dönemi, iktidarlara yakın olan cemaatlerin korunup kollandığı, heteredoks anlayışların ise takip edildiğini ortaya koyuyor. Bir sohbet sırasında tarihçi bir akademisyen şöyle demişti:" Devlet geleneğimizde cemaatlerin yükseleceği en tepe nokta vezirliktir. İmparator olmak istediklerinde devlet aklı harekete geçer. Sadece Ak Parti değil, CHP ve MHP de olsa sonuç değişmezdi. ". Bunun en aktüel örneğinin de yeniçeriler olduğunu ekledi.

Max Weber karizmatik liderliği belirlerken onun diğer insanları etkileyen karizmaya sahip olduğunu söyler. Tasavvuf geleneğinde karizma Tanrı ile iletişime geçme şeklinde oluşur. Bu iletişimin araçları da rüya ilham ve sezgidir. İşlerini ve eylemlerini Tanrı’dan gelen işaretlere göre yönlendirildiği inancı cemaatin önderine müthiş bir karizma kazandırır. Böyle bir önderin izleyicisi için, Bank Asya’yı kurtarmak için sahabelerin kuyruğa girmeleri şeklindeki bir rüya anlatımına inanmamak için hiçbir gerekçesi yoktur.

Cemaat militanlarını izlendiğinde, cemaat iktidar çatışması konusunda belli bir merkezden yönlendirildiği artık gizlenemeyen ortak eleştiriler getiriyorlar. Erdoğan’ı hedefe koymuşlar sadece aleyhine olan haber ve yorumları seçiyorlar ve Erdoğan karşısındaki herkesle işbirliğine gidiyorlar. Hoca Efendileri hakkında ise itaatten başka eleştirel tek bir söz yok. Cemaatin devlette örgütlenmesini kınayan, soruların çalınmasını, haksız tutuklamaları eleştiren bir cümle yok. Kendi cemaatini korumak isteyen bir kişinin davranışlarını normal karşılamak gerekir. Normal olmayan Cemaat disiplini içinde yetişmiş, bütün tepkilerini Ulu efendinin çizdiği sınırlar içinde veren, bu fikirleri hiç tartışmayan, eleştirel düşünceden ziyade itaat kültürünü yücelten bu Hermetik atıl zihniyetle demokrasi, hukuk talep etmesidir.

Cemaatin iktidara muhalif olduğu tam bir yanılsamadır. Doğrusu şu: Cemaat devlet içindeki örgütlenmesini iktidarı kullanarak yapıyor olmasını iktidar fark edip pozisyon alınca, Cemaate tek yol kaldı. İktidara karşı yıllardır mücadele ediyor göründüğü kesimlerle kol kola girmek. Rüya ilham ve sezgiden ne eleştirellik ne de muhaliflik çıkar; çıkacak olan hoca efendiye kayıtsız şartsız bağlılıktır.

Eleştiri yokluğu yada eleştirel düşünce eksikliği büyük ölçüde toplumsal zeminde etkili olan ve itaati birincil değer olarak gören tasavvuf kültürünün ürünüdür. Tasavvuf kültürü mistik bilgiyi aklın önüne koyan, Hermetik atıl aklın İslam içindeki uzantısıdır. Muhasibi, bu tehlikeyi ilk sezenlerden biridir. Ancak Hakikati aramak konusunda Gazali’nin tasavvufta karar kılması ve Gazali’nin büyük otoritesi sayesinde tasavvufun meşrulaşmasına zemin hazırlamıştır.
Türk ve Kürt dini ve ahlâkı aklı büyük ölçü de siyasal aklı ise önemli ölçüde bu anlayışın baskısı altındadır.

Cemaat uzun süre birlikte çalıştığı iktidarın bütün zaaflarını biliyordu kuşkusuz. Yapacağı operasyonda ise elindeki en güçlü argüman polis ve yargıdaki örgütlenmesi olacaktı. Nitekim iktidarla birlikte çalıştığı zamanlarda yapılan Ergenekon, Balyoz, Darbe planları ve Şike davaları konusunda, iktidarın da askeri bürokrasiyi geriletmek arzusundan fazlasıyla yararlanarak, kendilerine karşı olan bütün bürokratları çoğu uydurma kanıtlarla tutuklandılar. 
Sonra dünyanın en güzel şeyi oldu ve siyasal güç devlet içindeki örgütlenme konusunda uyandı. Cemaat ise 17-25 Aralık ile iktidarı götüreceğine emindi. Yanlış hesap yaptılar ya da yaptırıldılar. Yaptıkları en büyük hata Erdoğan faktörünü hafife almaktı.

Kuşkusuz devlet torpille alınan personelin farkındaydı. Bu kez işler tersine döndü ve operasyon Cemaate yöneldi. Hiç kuşkusuz Cemaat üzerine yapılan operasyonlardaki hukuk ihlalleri, Cemaatin yaptığı operasyonlardaki hukuk ihlalleri yanında devede kulak kalır. Cemaat kendi karşıtları konusunda hiç dikkate almasa da biz hukuku savunmayız. Bu olaylardan çıkarılacak sonuç şudur: İktidarlar bürokrasiye memur alırken bir cemaat ya da tarikata bağlanmamalıdır. Alnı secdeye değen her adam tercih sebebi değildir. Tercih işinde ehil olandan yana kullanılmalıdır. 

Cemaat başlangıçta uzun bir süre, kendisine mesafeli davranan bürokrasi ve iktidarların baskısı altında kaldı. Hoşgörü ve diyalog söylemi bu baskıdan kurtulmanın ve devlet katında kabul görmenin bir aracıydı. Özellikle "Türkçe Olimpiyatları " ve yurt dışındaki okullar cemaati kurulu düzenin gözünde meşrulaştırdı. Bürokrasideki örgütlenmesini tamamlayan cemaat, Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde kendi karşıtlarını da cezalandırma yoluna gitmiştir. Bu nedenle Hanefi Avcı, Nedim Şener ve Ahmet Şık cemaat üzerinden yaptıkları eleştiriler yüzünden tutuklanmışlardı. Neredeyse cemaat, polis ve yargıdaki gücünü kullanarak kendine muhalif olan herkesi yargılama yoluna gitmişti.

17-25 Aralık operasyonlarından önce Ak Parti cemaatin bürokratik oligarşi ve bunun devlet sitemi üzerindeki hegemonyasını etkisizleştirmek üzeri işbirliği yaptıkları biliniyor. Bunun kolay gerçekleştirilmesi için Ak parti, cemaatin devlet katmanlarında bürokratik kademelerde örgütlenmesinin önünü ardına kadar açmıştır. Oysa bir örgüte öncelik tanımak bürokrasi için ne büyük tehlike içerdiği daha sonra görülecektir. Aslında burada devlet idare etme pratiğinin ve geleneğinin eksikliği Ak Partiyi cemaatin tuzağına çekmiştir. Bu durum kuşkusuz iktidar partisi için büyük bir hatadır. Bürokrasi alanı bir cemaatin grubun işgal edeceği bir alan değil, ehliyetli olanın rol alması gerektiği ve toplumsal çeşitliliğin yansıdığı dengeleyici bir alan olmalıdır.

Öyle görülüyor ki, eskisi kadar olmasa da, cemaat devlet içindeki gücünü önemli ölçüde korumaktadır. Kendilerine yönelik yürütülecek operasyonu önceden haber almaları, istihbarat ve polis alanlarında önemli bir güce sahip olduklarını açıkça göstermektedir. Kuşkusuz kurulduğunda beri devlet bürokrasisinde örgütlenmeyi temel hedef yapmış cemaatin uzantılarının kolayca temizleneceği düşünülmemelidir. Muhalefet partileriyle işbirliği halinde yürütülen 17 ve 25 Aralık operasyonlarının, iktidarı işlemez hale getirmesi beklenebilirdi. Ancak Ak Partinin direnci ve karşı hamleleri ve yürüttüğü “bu yolsuzluk kılıfıyla gizlenmiş bir darbe operasyonudur” söylemi toplumda yolsuzluk iddialarından çok daha fazla karşılık buldu.

Öyle görülüyor ki, cemaatin devlet içindeki örgütlenmesi normal hukuk ilkelerine göre açıklanamayacak kadar açık ve vahim bir durum. Nitekim Cemaat bu haliyle hukuk devleti için çok büyük sorun haline gelmiştir. Cemaat Balyoz, Ergenekon ve Şike davalarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmış, suçlanan kişiler aleyhine keyfi uygulamalar yapmıştır.

Cemaat son süreçte kendini tartışmaya açacak ve toplumsal meşruiyetini zedeleyecek kritik hatalar yapmıştır:

Siyasal alanı düzenlemeye kalkmıştır.

Bu düzenlemeyi yapmak için meşruiyeti olmadığı halde varmış gibi davranmıştır.

Bu anlamda Genel anlamda sivil alanda kalması gerekirken siyasal zemini

Hiç yapılmamış bir şeyi yapıp açıkça siyasal taraf olmuştur.

Siyasal tasarrufta bulunurken, siyasal yarışla hiç alakası olmayan yöntemleri kullanmaktan çekinmemiştir.

Aslında Cemaatin tavrını cemaat polislerinin yürüttüğü davalarda görmek mümkündür. Ergenekon, şike ve Balyoz gibi davalarda haklı haksız demeden suçsuz insanlara uydurma delillerle tutuklamaları davaları işlevsiz hale getirmiştir. Cemaatin yüksek yargı bürokrasisindeki etkinliği kırılınca daha önce tutuklama kararları beraata dönmeye başlamıştır. Bu tutumun en kötü tarafı da şike ve darbe planları yapanların aklanmış olmasıdır. Cemaatin asıl amacı şike ve darbe planlarını ortaya çıkarmaktan çok kendine karşı olan herkesi bu kapsama alıp, cezalandırıp itibarsız hale getirmektir. Şimdi ise Balyoz, Ergenekon ve Şike davalarında uyguladıkları yöntemi iktidar üzerinde deniyorlar. Unuttukları şey bin yılların birikimi olan devlet siyasal aklının cemaat aklına teslim olmayacağı gerçeğini gözden kaçırmalarıydı.

Görünen şu: Cemaat kendisine hizmet ettiğiniz sürece her türlü hatanızı ve hukuksuzluğunuzu görmezden gelir. Üstelik cemaat yaptığınız hataları uygun bir zamanda kullanmak üzere biriktirmektedir. Öyle görülüyor ki, cemaat için önemli olan ahlak ve tutarlılık değil, itaattir.

Cemaati asıl zor duruma düşüren olay, Sünni siyasal aklın parametrelerine aykırı davranmasıdır. Devleti savunan bir yapıdan devlete karşı eleştirel ve büyük bölümün doğru olmayan bir zeminde yürütülen yıkıcı ve meşruiyeti tartışmalı muhalefetin karşılığı olmadı. Sünni muhafazakar siyasal akıl tarihsel olarak savunduğu devlet merkezli, istikrar ve güvenlik eksenli siyasal anlayışına tehdit olarak gördü cemaatin pozisyonunu.

Devlet ve cemaatler birbirlerine daima şüphe ile bakmışlardır. Kamusal alanın laik örgütlenme yapısı, dini yapılanmaların ortaya çıkmasının temel nedenidir. Laiklik, özgürlüğü değil dini olanı baskı altına aldığından dini hareketler ya gizli ya da laikliğin kabul edebildiği sınırlar içinde kendini ifade etmek zorunda kaldı. Öyle görülüyor ki, baskıcı rejimlerin iki dilli siyasal ve toplumsal yapılar üretir ilkesi, dini cemaatler açısından olabildiğince devletin dışına itme anlayışıyla sonuçlandı. Cemaatler de buna karşı kendilerini yeniden tanımladı ve yaşam alanlarını genişletmeye çabaladı. Bu durum normalin dışında geliştiğinden sonuçları da normal olmamıştır.

Cemaatin tükenişi kendi dışındaki etkenlerden değil, kendi davranışları yüzünden gerçekleşmektedir. Kendi dışındakileri görmezden gelen kibirli tutumlar, diğer cemaatleri hesaba katmayan bencil davranış biçimi, ilkesiz tutum ve davranışlar, hepsinden önemlisi cemaatin uluslar arası bir projenin aktörü olduğu kuşkusu, cemaatin toplumsal sermayesini tüketmektedir.

Gerçek olan şu ki, hiçbir grup, örgüt, cemaat, parti İslam adına ortaya koyduğu davranış biçimini İslam’ın davranış biçimi olarak tanımlayamaz. Doğrusu benim anladığım en doğru davranış budur olmalıdır. İslam hiç kimsenin yorumuna indirgenecek ve o yoruma mahkum edilecek bir din değildir.

Devam Edecek...

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş