metrika yandex
  • $32.65
  • 35.29
  • GA17640

Haberler / Yorum - Analiz

Bu Çağda Din Ne? / Hüseyin ALAN

12.06.2020

Üç yüz yıl var ki modern paradigma dini ‘özel’ yaptı; din kişinin, bireyin, ferdin ‘özeli’ oldu.

Yaratılış, varlık alemi, varlıklar ‘kutsal-kutsal olmayan; aşkın-içkin’ ikileminde izah edilince, varlıklarla kurulacak münasebetleri yani toplumsal hayatı da ‘kamusal-özel’ olarak ayrıştırmak normalleşti..

Bu ikilemin yahut düalizmin kökeni insanlık tarihi kadar eski dense yeridir; de, eskiden lokal olan bu izah ve pratiğin modern çağda küreselleşmesine ve etkinleşip yayılmasına sebep olan neydi?

En özlü ve açıklayıcı izah, insanlık tarihi kadar eski olan devletin bu dönemde mahiyet ve şekil değiştirmesiydi.

Diyelim bu taraflarda Sümer Grek Pars Roma devlet kültürü ve geleneğindeki ‘yasama’ yetkisinin kutsal’a, uygulama gücünün kutsalın kutsadığı tanrının temsilcisi yöneticiye has olması ilkesi (kutsal-seküler ayırımımın kökeni)

Moder çağda devletin, yasama yetkisini de eline alıp hükümranlıkta tekelleşmesi yani tanrılaşmasıyla değişti. Burada değişen, devletin hükümranlık alanının genişlemesi, dini/kutsalı da devletin tayin etmesiydi..

Peki din özele, bireyin özeline has kılınınca birey, özelini nerede, hangi mekanda uygulayabilecekti? Dolayısıyla nerelere, hangi mekanlara özelini sokmayacaktı? Öyle ya.

Bireyin özeli olan dine iki mekan gösterildi; vicdan ve ev. Mabetleri de özele has kılanlar buranın sembolik önemine dikkat çektiler fazlasına değil.

Özelin karşıtı neydi; kamusal olan. Vicdanın, evin ve mabedin dışında kalan her mekan. Bu mekanlarda yapılan tüm işler ve kurulan tüm münasebetler.

Buralar herkese ait ortak mekanlardı; buralarda yürütülen işlere özelleşen din müdahil olamazdı. Çünkü ‘herkes’, farklı dinlere inanmış, birlikte yaşayan, hukuken eşit yurttaşlardı.

Özel olan kutsal, kamusal olan profan yahut seküler sayıldıysa başka türlü olamazdı. Çünkü herhangi bir dinin kamusalı tayin etmesi ve kamusal hayatı düzenlemesi ‘çatışmaya’ sebep olurdu.

O sebeple burayı, her dine eşit mesafede durması gereken seküler devletin düzenlemesi şarttı. Dinlerden biri de o türlü bir iddiada bulunmamalıydı.

Eşitlik yalnızca farklı dinlere mensup olanlarda değil dinler arasında da geçerliydi..

Kamusal alanda yahut mekanlarda neler dönüyor bi bakalım;

“Komşuluk-sanat-zenaat/üretim-ziraat-ticaret-mesleki faaliyetler-eğitim-finans işleri-politika-sosyal kültürel münasebetler-moda-eğlence..” yani toplumsalın tümü. İnsan varlığının tüm etkinlikleri ve münasebetleri..

Modern olanın post aşamasında kamusal alanda hükümranlığı ‘pazar’ ele geçirmiş; bu hal küreselleşmişti. Bu yenilikte özel de ortadan kalkmıştır. İnsanlar buna da ikna oldular.

‘Benim özelime kimse müdahale edemez’ sananlar vicdani hislerinin, adalet duygularının, günlük hayatı etkileyen ve yönlendiren ‘’pazarda’ bi karşılığı olmadığını tecrübe ettiklerinde,

Evleri yahut mabetlerindeki mahremiyetlerinin yahut özellerinin TV’ler, akıllı telefonlar, internet ve uydudaki aletlerle fethedildiğini de fark edemeyeceklerdi..

Bu işe İslam ne der?
İslam’da “kutsal-kutsal olmayan; aşkın-içkin; fizik-metafizik; nakil-akıl; vahiy-bilim” ikilemi yoktur. Kutsallık üzerinden bi izahta bulunmaz.

Kur’an bu işi ‘ilahi/mukaddes/pak şeriata tabi olanlarla hevasına uyanlar’ ikileminde ortaya koydu.

İnsanları ‘eşrefi mahlukat-esfel’ olarak; toplumları ‘Müslüman millet-cahiliye’ olarak tasnif etti.

Bu sebeple kuramsal ve pratik olarak ortaya konan hallerden birine şirk, diğerine tevhid dedi. Tevhidi, ahiret hayatıyla dünya hayatını ‘bir’leştirmek olarak; şirki, ikisini ayırmak olarak tanıttı.

Dünya hayatı derken toplumsal hayatı, toplumsal derken kamusal olanı bilmek icap ediyor. Bu bağlamda ‘özel’ olarak sunulan bi şey yok İslam’da. İnsanların hoşuna gitmese de..

Kur’an’ın Mekke’de ‘kafiruun suresinde’, Medine’de ‘dinde çatışma çıkartanlar’ bahsinde dinin ne olduğunu açıkça izah ettiğini görüyoruz aslında;

Toplumsal hayatı ve bu alandaki işleri düzenleyen, uyulmadı gereken sınırları/yasakları tayin eden manasına din.

Bunu kavradığımızda göreceğiz ki çatışma elbette din hususunda olacak; vicdana eve ve mabede özel kılınmış bir dinde çatışma mı olurmuş?

Böylesi bir dinde olsa olsa mezhep çatışması olur ki bu da İslam düşüncesine göre ‘dinde ihtilaf çıkartanların’ işidir.

Din madem bir sosyal siyasal bir düzen ve toplumsal bir hayattır, o halde modern toplumsal hayatı düzenleyen seküler dininin ‘liberal-sosyalis’ mezhepleri ve ‘faşist-muhafazakar’ fırkalarıyla olduğu kadar kendisiyle de çatışmak doğaldır.

Bu çatışma yoksa ya çatışma çıkartacak bir din ortada yoktur yahut, şimdiki dinler salikleri tarafından modernleştirilmiş dense gerektir.

Yorum Ekle
Yorumlar (2)
Hüseyin Alan | 13.06.2020 11:39
Dip not olarak okunursa yararı olur zannıyla.. Sosyalist literatürde toplumsal hayat, bu günkü gelişmiş insanın tarihe girmesi ve uygarlığın başlangıcıdır; toplumsa üst yapı alt yapı kategorisinde ayrışır. Alt yapı ekonomik olandır; üretim biçimidir. Üretim araçları mülkiyeti, üretim ilişkileri, üretim tüketim ve paylaşım meselesidir. Ve alt yapı, yani temel, üst yapıyı düzenler. Üst yapı, yani temel üzerine yükselen binanın katları misali, ekonomi dışında kalan her şeydir; din, örf, ahlak, hukuk, politika, devlet, sanat, eğitim vs dir. Marksistlerin tarih, ulus ve din tanımı aydınlanmanın tanımıdır. Bu hususta kendi orijinal görüşü yoktur. Bu sebeple her şeyi ekonomiyle açıklayan Marksist kuramın, yakın tarihi pratik tecrübeyle de ortaya çıktığı gibi yanılgı içine düştüğünü söyleyenler Marksist kavram ve kuramın özellikle din hususunda yenilenmesi gerektiğini ileri sürdüler; bu görüş liberaller kadar Marksistlerce de paylaşılır. Kuram tarih, ulus ve din kavramları içinde yanılgı içinde ama, yanılgının büyüğü din izahıyla ilgilidir. Din, üst yapının bir unsuru değildir artık. Yeni Marksist kuramda dinin aslında üst yapıyı olduğu gibi alt yapıyı da düzenleyen ‘şey’dir yani ideolojidir. Yani “alt/temel-üst/katlar’dan” önce binanın projesi ve tasarımı, zemin etüdü, temeli, kullanılacak malzemeler, malzemelerin planlanması, üst katları, detaylar vs projeye göre yapılmaktadır. Bunların tümü bir düzenlemeyle ilgilidir. Proje ve düzenleme “dindir” yani zemin seçimi, malzeme tedariki, eleman seçimi, çalıştırma vs işlerini planlayan ve bunları organize ederek binayı yapandır. Bina yani toplum dinin eseridir.. Bina örneğinde olduğu gibi toplumsal olanı ve düzeni din belirlediğine göre devrimler bir dini değiştirip başka bir dini getiren toplumsal dönüşümler olur. Yani ‘özgürlük, eşit ve adil bir toplum’ talebiyle başlatılan tüm ‘çatışma’lar aslında bir dinler çatışmasıdır.. Türkiye’de Marksistlerin sonradan Hz Muhammed’i bir devrimci olarak ‘keşfetmeleri’ bu yüzdendir. Peygamber kabile toplumlarını, bir toteme/ilaha bağlı baskıcı, köleci toplumsal düzeni veya kabilecilik dinini ortadan kaldırıp insanları özgürleştirmiş, eşitlik ve adalet temelli bir devlet/bina kurarak sadece Allah’a bağlı insan anlayışını yerleştirmiş ancak Emevi karşı devrimiyle içten fethedilip dönüştürülmüştür. Zaten devrimler hep bi karşı devrimle içten dönüştürülür. O sebeple devrim bir dinler çatışmasıdır.. Bu bilgi notu ‘dinin’ ne olduğu ve ‘din çatışmasıyla’ ilgili meselenin anlaşılması için ilave edilmiştir..
Zeki Celik | 13.06.2020 09:56
Ustam agziniza ve yüreğinize sağlık çok iyi bir analiz olmuş. Keşkem bu yazıyı ülkedeki her namaz kilan insanlarimiz bir anlamış olsalardı. Yeni ufuk acici çalışmalarınızda Allah yardimciniz olsun. Size ve ailenize hayirli ömürler dilerim. Saygilar ustam.