Bu eserin ana kısmı, Danimarkalı bir araştırmacı olan Carl Vett’in 1925 yılında İstanbul’daki Kelâmî Dergâhı’nda geçirdiği iki hafta boyunca aldığı notlardan oluşuyor. İlk olarak yazarı tarafından 1935’te Danimarka dilinde yayınlanmış. Sonra Almanca ve İngilizce’ye de çevrilmiş. Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu’na ait elimizdeki Türkçe çevirisi ise özgün adı “Dervish Diary” (Los Angeles 1953) olan İngilizce baskısından, Muradiye Kültür Vakfı Yayınları tarafından Ankara’da 1993 yılında yayınlanmış. Eserin Türkçe’de farklı yayınevlerinden baskıları da mevcut.
Carl Vett için araştırmacı dedik ama satırlar arasında dolaşırken kitabın önsözünde çevirmenin de belirttiği gibi kendisi aslında ön yargılardan uzak bir hakikat arayıcısı. Sosyal bilimler alanındaki çalışmalarından sonra ağırlıklı olarak ruh bilim, parapsikoloji, mistisizm, medyumistik alanlarına eğilir. Bu sırada gittiği Hindistan’da tenasüh inancının etkisi altında kalır. Kitap boyunca da bu inancını koruduğuna şahit oluyoruz. Hindistan’da tanıştığı bir imamın tavsiyesi ile İslam Tasavvufunu araştırmaya karar verir ve 1925 baharında bu amaçla İstanbul’a gelir.
İlim ve kültür dünyamızın en azından kulak aşinalığımızın olduğu bazı önemli isimleri ile tanışır, kimisiyle dostluk kurar. Türkçe çevirinin giriş bölümünde bu zevattan birkaçı hakkında kısaca bilgi de verilmiş. Tasavvuf alanındaki çalışmalarıyla bilinen, 1930 yılında Oxford’da toplanan Uluslararası VII. Felsefe Kongresi’nde Türkiye’yi temsil eden ve Esad Erbilî’nin bağlılarından Prof.Mehmet Ali Aynî ve Süleymaniye Medresesi Umumî Felsefe Tarihi Müderrisi Ömer Ferid Kâm, Carl Vett’in görüştüğü ve kitabında zikrettiği isimlerden.
Carl Vett’in “dostum” diye hitap ettiği ve birçok konuda fikrine başvurduğu Gazi Mahmut Muhtar Paşa (ö.1935) ise Osmanlı devletinde ordu komutanlığı, nâzırlık, sefirlik gibi görevlerde bulunmuş büyük bir devlet adamıdır. Müridi olduğu Fatih Türbedârları’ndan Ahmet Âmiş Efendi vefat edince Şeyh Esad Erbilî’ye intisap eder. Kitapta, kendisinin kaynaklarda geçen eserlerinden başka, oryantalist Gibb tarafından Londra’da İngilizce olarak basılmış “The Quranic Wisdom” adlı bir eserinin bulunduğu kaydedilir. Vett, “Dostum Mahmut Muhtar Paşa bir Batılıyı şaşırtabilir. O, Doğu ve Batı kültürlerine hakkıyla vâkıftı. Parlak kariyere sahip dostum, sosyal pozisyonunu yenip dervişler arasına katıldı” der ve ekler “Fakat bu durum bir Doğuluya göre son derece tabîdir.” Bu Doğu-Batı karşılaştırması, Vett’in yoğunlaştığı noktalardan biridir ve I. Dünya Savaşı’nın üzerinden henüz birkaç yılın geçmiş olduğu bir dönemde, dünya barışı için kafa yoran birinin kaçınamayacağı bir karşılaştırmadır diyebiliriz sanırım.
Carl Vett’i dergâhında kalmak üzere Esad Efendi’ye götüren de Mahmut Muhtar Paşa’dır. Danimarkalı araştırmacı bunun öncesinde muhtelif tarikat erbabını, Mevlevî ve Rufâî tekkelerini ziyaret etmiş, zikir törenlerine katılmış, birçok olağan dışı tecrübeye şahit olmuştur. Ama asıl gözlemlerini ve tasavvufî tecrübeyi bir Şeyh Efendi (Esad Erbilî) ve dervişleri ile kısa da olsa bir süre birlikte yaşayarak edinir. Zaman zaman namazlara ve zikir halkalarına katılır, Esad Erbilî Efendi ile sohbet eder, karşılıklı soru-cevaplarla hem birbirlerini hem de birbirlerinin şahsında Doğu ve Batı’yı tanımaya çalışırlar. Gerek Şeyh Efendi, gerek dervişler, gerekse bu yabancı misafir birbirinin iyi niyetinden emindir ve gayet şeffaftırlar. Hatta Müslüman olmamasına rağmen Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliğini kabul eden Vett, Esad Efendi tarafından Avrupa Halifesi olarak tayin edilir. Dinleri “bir amaç değil bir araç” olarak düşünen Carl Vett, tâbi olacağı bir hak din değil, dinlerin insanları birleştirecek ve barışı sağlayacak ortak noktasını bulma derdindedir. Tabi, Kelamî Dergâhı ahalisi bunu tasvip etmese de İslam’a girmesi için baskı söz konusu olmaz.
Dergâhta geçen on dört gün içerisinde özellikle toplu zikirler esnasında vecde kapılan dervişlerden, Kur’an-ı Kerim tilavet edilirken sözlerini anlamasa da hissettiği sükûnetten ve Şeyh Efendi ile sohbetlerinden bahseder. Bu arada dönemin İstanbul’unun sosyal hayatına, objektif bir Batılının gözünden nasıl göründüğümüze dair ilginç ipuçları yakalayabiliyoruz:
“Avrupa’da bu muhterem Türk halkına ne kadar zalimce muameleler yapılmıştı. Afrika’daki zengin toprakları ve Akdeniz’in Doğu kıyısını ele geçirmek uğruna, büyük güçler Türklerin zalimlik ve barbarlığı hakkında en alçakça iftiralarda bulunmuşlardı. Ermeniler ve Yunanlılara uygulandı diye herkesin kandığı katliam raporları hala canlı bir şekilde hatıramdadır. Türklerin en sulhsever, en dostça insanlar olduğunu söylersem, sanmam ki aşırı gitmiş olayım. Kendi hallerine bırakılır, dinlerine karışılmazsa çok uysaldırlar. Bir Avrupalının gözünde onlar tembel, işe yaramaz insanlardır. Çünkü onlar, Avrupalıların akıl erdiremeyeceği, diğer Asyalılar gibi sadelikle dolu, tefekkürî yönü ağır basan bir hayat yaşarlar. …”(s.102)
Galata ve Beyoğlu’ndan Avrupa şehirlerinin en kötü taklidi olarak bahseder ve burada sürdürülen hayat tarzının sadece Türklerin değil Avrupalıların bile nefretini celb ettiğini söyler.
Yine Dergâh’ın dışına çıktığı bir gün Sultan Ahmet’te Arkeoloji Müzesi’nin yerini sorduğu bir genç için “Konuşma ilerleyince her Türk genci gibi çok güzel Almanca bildiği ortaya çıktı” der. Aktarmaya değer daha birçok nokta var…
Kitapta Batı’nın ruhsuzluğundan ve mekanikleşmesinden bunalmış ve buna Doğu’dan çare arayan, sonuç olarak da hayal kırıklığına uğramayan bir Batılı, bize sadrımızdaki şifayı hatırlatıyor.
Ebu Ubeyde: Nasrallah'ın yasını tutuyoruz
28.09.2024
HİZBULLAH'IN FİLİSTİN SINAVI | HAZIM KORAL
28.09.2024
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024