Bir şeylerin üzerinden geçen zamanın en çok öğrettiği şeylerden biri, o üzerinden geçilmiş olan tecrübelere gülümseyebilmektir. Genelde de 'acı acı' olan bir gülümsemeyle... İçindeyken bizi dehşete düşürmüş, panikletmiş, hayat memat meselesi ya da 'hayatımızın en önemli mevzuu' sandığımız yaşanmışlıklar, hafızamızdan bir film şeridi gibi geçerken, bir film kadar yabancılaşmıştır. O kahraman artık şimdide var olan biz değilizdir. (Bu da bir tür "yabancı film işte...) Geçmiş zamandaki ehemmiyet, can yakıcılık, hepsi flulaşır. Şimdiki aklımız oradakini yargılar bir süre. Yargılama safhasından sonra, yargılamanın anlamsızlığı görülüp de affın geldiği noktadır o acı acı gülümseme. Hüzün ve tebessümün yan yana gelişi bir çelişki değil, dengedir.
Hayatlarımız hep dengeye doğru yuvarlanan bir küre mi acaba? Akışına bırakıldığında öyle gibi duruyor. (Akışına bırakmaktan kastım, gelişigüzel davranmak değil, akışın yakasını bırakmak) Zira aynı şey sadece acı tecrübeler için değil, büyük sevinçler, zaferler, başarılar için de geçerli. Geçmiş zamana şu an'ın gözüyle bakıldığında, onların da aslında o denli büyük olmadıkları görünüyor ve geçmişin neşeli gülüşleri yine hüzünle karışık bir tebessüm şeklinde dudağımızın kenarına kıvrılıyor. Zamanın ilaç olmasından kasıt da bu olmalı: Derin acıların ve dahi büyük sevinçlerin ilacı. Yaş almışların birçok fiziksel hastalığı olsa da bu anlamda şifa bulmuş oldukları söylenebilir. "İhtiyarlar" kapılmamayı öğütlerler ki onlar ‘ihtiyâr'larını nasıl kullanacaklarını, bir ömrü bedel ederek öğrenmişlerdir... Ancak maalesef bazen "artık çok geç olmuştur"
Peki o zaman şunu soralım: Bu dengeyi, bir ömrü harcadıktan sonra değil, hadiseleri henüz yaşıyor iken yakalamak mümkün mü? Allah'ın adıyla yaşanan bir hayatın ilk sözüne inanarak söyleyelim: Elbette... Hamd, şükür, af, fanilik bilinci, tevazu... Yıllar geçmeyi beklemeden bize bu dengeyi verebilen erdemler. Tüm güzelliklerin kaynağının sahibini tanımak, acıları ve sevinçleri kat be kat irileştiren o büyüteci de nefsimizi okşayan dev aynasını da alıyor elimizden. Ne şımarmaya ne kahrolmaya mahal bırakıyor. Olanı olduğu gibi gösteriyor; ne eksik ne fazla, ne daha ağır ne daha hafif, ne az ne çok... Hikmet ve adalet de böyle bir şey olsa gerek değil mi zaten?
Yukarıda, yıllar sonra geçmişe bakıp kendini yabancı gibi seyretmekten bahsederken, tam da bunu kastetmiştik. Zira bu bir zamansal ayrım değil, bir kendine yabancılaşma hikâyesi ki insanın çoğu kez an'da kendine yabancılaştığı bir gerçek. Ve bu da Rabbine yabancılaşmaktan kaynaklanıyor. Yaradana yabancılaşmak, adalet ve hikmet dengesi sağlanamadığı için, hayata ve onun cilvelerine anlam vermeyi zorlaştırıyor. Duygusal olarak hüzün ve neşe dengesi de sağlanamıyor o zaman. Kederlerin de sevinçlerin de ayarı kaçıyor. Maalesef birincisi bunalıma, ikincisi böbürlenmeye evriliyor genellikle... Hikâyenin devamında ise hayal ve kalp kırıklıkları, keşkeler birikiyor. Gururun ve karamsarlığın olduğu bir süreç sonunda keşke dememek pek de mümkün olmasa gerek... Oysa Hz. Peygamber'in "Keşke demeyin, keşke şeytanın kapısını açar" manasındaki hadisi şerifiyle uyarılmış bir ümmetiz. Geçmişe bakarken sürekli hayıflanmak; adeta geçmişe dönük bir hırs, bir kibir, mükemmeli elde edememiş olmanın kahrının, yani cenneti dünyaya indirememiş olmanın cehennemî ateşinin göstergesi olabiliyor çoğunlukla: Nasıl (daha çok) kazanamadım? Nasıl başaramadım? Nasıl yenildim? Nasıl harcandım? vb. Hüznün yanına tebessümü bir türlü getiremeyip, geçmişi bir hapishane haline getiren bir ruh hali bu... Zaten keşke’yi hapishaneye benzetebiliriz, şimdinin ve geleceğin mahkûm edildiği bir hapishaneye...
Sonuç olarak diyebiliriz ki kendini ve Rabbini bilmek, kendine ve Rabbine yabancılaşmamak, insana kişilik ve ruhsal olarak bir olgunluk sağlar. Bu olgunluk, hakikati fark etmek için yılların geçmesine mahal bırakmaz. Sabır ve şükre dayalı, gerçekçi bir bakış kazandırır. Hırstan, gururdan, karamsarlıktan korur. Bu da imanın, sadece ahirette değil, dünyada da selamet olduğunun örneklerinden yalnızca biridir...
Ebu Ubeyde: Nasrallah'ın yasını tutuyoruz
28.09.2024
HİZBULLAH'IN FİLİSTİN SINAVI | HAZIM KORAL
28.09.2024
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024