İnsanoğlu; yaş, cinsiyet, sağlık vb. özellikler gereği farklılıklar gösterse de fiziksel özellikleri açısından belirli bir kapasiteye sahiptir. Bir çocukla yetişkin arasında büyük bir fark olacağı gibi, örneğin bir halterci kaslarını geliştirerek ağırlık kaldırma kapasitesini sıradan bir insana göre ciddi olarak artırabilir. Bununla birlikte ortalama değerlere sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Mesela gözlerimiz belli bir uzaklığa kadar net olarak görebilir, kulaklarımız belli frekanslar arasındaki sesleri duyabilir, açlığa ve susuzluğa karşı belli bir dayanma gücümüz vardır. Ancak mesele şu ki ne kadar geliştirilirse geliştirilsin fiziksel özelliklerimiz her zaman sınırlı kalacaktır.
Zihinsel ve ruhsal yanımız ise gelişim açısından çok daha esnektir. Örneğin insan hafızasına bir son sınır çizilmemiştir, doldukça gelişen ve genişleyen bir özelliğe sahip olduğu kabul edilir. İnsanın sınırsız diyebileceğimiz ilerlemeye açık yanı; düşünsel, ahlaki ve manevi potansiyelidir, duygusal gelişimi, insanın kendisiyle, diğer insanlarla, tabiatla ve Yaratıcıyla ilişkisindeki uyumdur. Bu yazının konusu olan ufuk kavramı da bu potansiyele yöneliktir.
Çünkü ufuk, önümüzde herhangi bir engelin bulunmadığı açık bir alanda, gözümüzün görebildiği, yeryüzü ile gökyüzünün birleşmiş bir şekilde göründüğü son noktadır. Dünyanın neresinde durup bakarsak bakalım, bir ufuk var olacaktır. Bu açıdan ufkun kendisi ulaşılmazdır. Ama belli bir yerden baktığımızda gördüğümüz ufuk da nihayetinde bir yerdir ve yer olmaklığı açısından ulaşılabilirdir. Burası artık ufuk olmaktan çıkmıştır, ama oradan bakılınca görünen başka bir ufka işaret etmektedir.
Tıpkı bunun gibi; insan hiçbir zaman tam olarak hakikatin künhüne varamaz, bir duyguyu her veçhesiyle algılayamaz, ahlakî olarak zirveye eremez. Bunlar sürekli yürünecek bir yolun üzerindedirler. Yürümekle varılamayan, geride bırakılamayan, sadece şahit olunan ve tadılan bir çağrıdır ufuk. Mükemmeli arayış, yetinmemek, tamamlanarak ilerlemek ama sürekli eksikliğini fark etmektir. Bu yolculukta insan her adımda eksikliğine şahit olur. Olduğu yer olmadığı yerler yanında daima bir noktadır. İnsan adeta sonsuz paydalı bir kesirde payını büyütmeye çalışır.
Tolstoy’un “İnsana ne kadar toprak lazım?” diye sorduğu hikâyesinde, maddi ve dünyevi olana yönelik hırsın büyüklüğü ve günün sonunda bu hırsın bir o kadar büyük hüsranı anlatılır. Dünya hayatımızı sürdürmek için ihtiyaçlarımız vardır, ama ihtiraslarımız ancak yük ve yorgunluktur. Taşları yemek de bu yüzden yasaktır. Taşın toprağın ağırlığını bir yana koyunca, doğru soru, “İnsana ne kadar olmak lazım” olsa gerek… Bu sorunun cevabının hüsran olmadığını ise Asr’dan biliriz…
Peki ufka arkasını dönebilir mi insan? Hayır, çünkü ne yana dönse ufukla, aslında gelişim imkânıyla çevrilidir. Ufuktan tek kaçış hareketsizliktir. Bu dini literatürde hüsrana karşılık gelir ve salih amelin yokluğu demektir. Psikolojideki anlam ve hedef yoksunluğu ya da matematikteki bölünmeyle benzeştirilebilir. Yekpare bir hakikatle bütünleşme gayreti yerine ondan uzaklaşmak, bütünden kopmak ve nihayetinde kişiliğini tanımlayamamakla sonuçlanır.
Allah’ın insana bahşettiği kıymetin ve imkânın sonsuzluğuna şahit olmak gerçekten büyüleyici... Çünkü bu, insan samimiyetle talip olduğu ve gayret ettiği takdirde, ilgi ve bilgi paylaşımın bir sınırı olmadığının, kulunun kendisine yaklaşması konusundaki cömertliğinin bir ifadesidir. İlgisi kulunu asla karşılıksız bırakmaması ve dostluk demek iken (“Allah, iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır…” Bakara-257), verdiği bilgi de sıradan ve kuru bir bilgi değil, irfan ve hikmettir. Nitekim ufuk bilinciyle hareket eden kişinin en bariz özelliği eksikliğinin farkında olması, bununla birlikte de kibirden uzak, tevazu sahibi oluşuyla, ahlaki bir duruşa dönüşmüş olmasıdır. Ve “…kime hikmet verilmişse muhakkak ki ona çokça hayır verilmiştir…” (Bakara/269)
Hicri ilk asırlardan beri, aralarında İmam Şafii, Zemahşeri, Nesefi, İbn-i Kesir, Taberi gibi isimlerin de bulunduğu birçok İslam âlimine göre hikmet sünnet demektir. Hz. Peygamberi “ufuk insan gaye peygamber” olarak nitelendiren Üstad Necip Fazıl Kısakürek de onun diğer insanlar için ulaşılamazlığına işaret ediyor olsa gerek. İnsan olmak hasebiyle elbette peygamberin de ulaşamayacağı bir ufku vardır. Ama peygamber olması hasebiyle de bir ulaşılmazlığı söz konusudur. Bir insan diğer insanlara göre ufuk olsa bile, insani bir ufuktan ötesine geçemez; Tanrı olamaz. Burası Tanrı ile ontolojik ayrımımızın devreye girdiği yer. Ancak şükür ki O’nun takdiri sayesinde, kendi sonluluğumuz ve sınırlılığımız içinde böyle bir sonsuzluk tecrübesine sahibiz.
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
HTŞ’ye Humus yolu açıldı
06.12.2024
Hocam Şeyho Duman|Talip Özçelik
09.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Taassup | Ümit Aktaş
12.11.2024
Yemen’den İsrailli kimya devine büyük darbe
15.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024
Suriye'de Neler Oluyor? YUSUF YAVUZYILMAZ 08.12.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
ÇAĞDAŞ HAÇLI SAVAŞLARININ YÖNTEMLERİ AYTEN DURMUŞ 13.11.2024
KUR’AN’A GÖRE HZ. PEYGAMBER YUSUF YAVUZYILMAZ 17.11.2024