metrika yandex
  • $34.34
  • 37.69
  • GA21310

Özeleştiri Tercih Değil Zorunluluktur

YUSUF YAVUZYILMAZ
29.09.2024

 

İslam toplumlarının her şeyden önce yapmaları gereken, din, tarih, ekonomi, kelam, fıkıh, felsefe, ilim ve siyasal anlayışları hakkında sağlıklı bir özeleştiri yapmaktır. Özeleştiri yapılmayan yerde fanatizm ve yobazlığın yeşermesi için uygun bir zemin ortaya çıkmış olur. Garaudy’nin deyimiyle, “Yobazlık, yüzyılımızın bütün siyasi ve dini hareketleri­ni sarmış bir hastalıktır.”(Garaudy, Yobazlıklar, Türk Edebiyatı Vakfı, s: 48)

Yobazlığı engelleyecek en önemli faktör eleştiridir. Ancak eleştiri yaparken bazı ilkelere uymak gerekmektedir. Eleştiride sadece muhalife odaklanmak zamanla iç zaafların gözden kaçmasına neden olur. Böylece, eksikliklerini görme, kendini yenileme ve değiştirme imkanı ortadan kalkar.

Eleştirinin en değerli olan türü ise özeleştiridir. Özeleştiri, öncelikle özneyi eleştiri konusu yapar. Özeleştiri de öncelikle kişinin kendi yetersizlikleri ve zaafları eleştirinin konusudur.

İslamcılığın en önemli özelliği aynı zamanda bir özeleştiri faaliyeti olmasıdır. İslamcılık bize şunu söyler: Dünyada etkisiz ve geri kalmamızın nedeni dış faktörler değil, kendi zaaflarımızdır. Bu anlamda İslamcılık, siyasal, sosyal ve tarihsel olayları analiz ederken dış faktörleri ihmal etmez; ancak asıl nedenleri ihtiva eden iç faktörlere yönelir. İdeal İslam ve Tarihsel İslâm ayırımı yapar ve ideal İslam'ı temel alarak bir tarihsel İslam eleştirisi yapar. Bu eleştiri aynı zamanda kendi zaafları ile yüzleşmesini sağlar.

Son tahlilde iç eleştiri içermeyen eleştiri faaliyeti, asıl faktörlere karşı bir ideolojik körlük yaratır. Ne yazık ki, salt Batı eleştirileriyle yetinmek İslam dünyasında ideolojik körlük yaratmıştır.

Özeleştirinin en önemli özelliği doğru bilgiye dayanmasıdır. Doğru bilgiye dayanmayan özeleştiri, kendini yenilemek şöyle dursun, tam tersine kendini aşağılamaya varır. İslam dünyasının laik, Batıcı ve modernist aydınları böyle bir zaaf içindedir. Laik, Batıcı ve modernist aydınlar ile halk arasındaki mesafenin en önemli nedenlerinden biri budur.

Eleştiri ve özeleştiri, toplumsal değişimin en önemli dinamiğidir. İslam’ın temel kaynağın olan Kur'an " Cahiliye" kavramı üzerinden kapsamlı bir özeleştiri yapar. Toplumun içine düştüğü zaafların nedenini kendinde arar. "Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez." (Rad/11) ikazı buna işaret eder.

Türkiye siyasetinin en önemli sorunlarından biri özeleştirinin ihmal edilmesi, dahası bir zaaf olarak görülmesidir. Bundan dolayı siyasal partiler arasında kendini değiştirip dönüştürme çabası oldukça sınırlıdır. Tarihten gelen önyargılar ve ideolojik kalıplar özeleştiri yapmayı çok büyük ölçüde engeller. Eleştiri ve özeleştirinin olmadığı yerde kısır polemik, çatışma ve çekişmeler öne çıkar.

Özeleştiri, insan olarak bizim zaaflarımıza odaklandığından tarihteki ideolojik ezberlerden ve önyargılardan da kurtulmamızı da sağlar. Çünkü ideolojik ezber, bizi gerçekle yüzleşmekten uzaklaştıran ve bir kalıbın içine sokan yanlış bilinçtir. İnsanın hakikatle yüzleşmesinin önündeki en önemli nedenlerden biri de budur. Hakikatle yüzleşme cesaretini gösteremeyen toplum, ideolojilerin esaretine girmiştir. Cemil Meriç bu durumu şöyle analiz ediyor: "Toplum zıvanadan çıkmış. Cinayet cinayeti kovalıyor. Akıl susmuş ve mefhumlar cehennemi bir raks içinde tepinip duruyor. Sloganlar yönetiyor insanları. İdeolojiler yol gösteren birer harita değil, idrake giydirilen deli gömlekleri. Aydın dilini yutmuş, namlular konuşuyor. Bir kıyametin arifesinde miyiz acaba? Dünyayı şeytan mı yönetiyor? Düzeni büyücüler mi bozdu? Bu kördüğümü çözecek İskender nerede?"(Kırk Ambar 2 / Lehçe-t-ül Hakayık, Cemil Meriç, İletişim Yayınları)

Özeleştiriyi engelleyen en önemli nedenlerden biri de "kader“ inancıdır. Yaygın kader inancı insanın özgürlüğünü ve sorumluluğunu ortadan kaldırır. Buna göre insan, önceden yazılan senaryonun etkisiz oyuncudur. Dolayısıyla olayların gidişatına bir etkisi olamaz. İnsanı edilginleştiren bu noktada yeni bir kelami bakışa ihtiyacımız olduğu açıktır. Eğer insan özgür bir özne değil ise tarihsel koşulların veya daha üst otoritenin oyuncağı durumundadır. Oysa Allah insana kendini inkar etme özgürlüğünü bile tanımıştır. Dolayısıyla insan, özgür yaratılmıştır ve bu insanı insan yapan en önemli özelliktir. Olumsuzluk ve kötülüğün kaynağı insanın eylemleridir. Kötülüğü Allah'a izafe eden anlayış, insan özgürlüğünü ortadan kaldırdığı gibi, sorumluluk bilincini de ortadan kaldırır. Meşai geleneğin temsilcilerinden biri olan büyük İslam düşünürü Farabi, "Kötülük ancak seçme ve iradenin ürünüdür." (Medinetu'l Fadıla / İdeal Devlet, Farabi) görüşünü savunur. Bundan dolayı insan yaptığı kötü eylemlerinden dolayı sorumludur.

Kader kavramı en çok siyasi alanda istismar edilmiştir. "Kaderin" bu siyasi kullanımının en yakın çarpıcı örne­ği şudur: 1990 Haziranında Mekke'de, insanların geceyi geçirmek için doluştukları tüneldeki bir panik sırasında bin beş yüz kişinin boğularak veya ayaklar altında kalarak öl­mesinin ardından Kral Fahd buyurdular: ''Allah'ın takdiri buymuş!" Bu katliamdan kendisinin dört dörtlük sorum­luluğunu milyonlarca müslümanın gözünden bu sözle ört­bas etmeyi umdu! Hac organizasyonu için gerekli araç ve gereçlere yatırım yapmak yerine yüz milyarlarca doların Ba­tı'ya yatırılmasına ve onca servetin utanç verici bir şekilde çarçur edilmesine izin veren Suudi Devletinin ihmali yü­zünden her sene hacda yüzlerce insan hayatını kaybediyor." (Yobazlıklar, R. Garaudy, Türk Edebiyatı Vakfı, s:116) Tüm bu olayların sorumluluğu Suudi yönetimine değil, kader inancına bağlanarak açıklanmaya çalışılmıştır.

İslamcı nesil, İslam dünyasının içinde bulunduğu durumun sorumluluğunu öncelikle müslümanların yanlışları üzerinden açıklar. Mehmet Akif, “Safahat” adlı eserinde, sorunun nereden kaynaklandığının farkında olarak özeleştiri yapmaktadır:

 

"Sofusun farz edelim, şimdi de boy boy tesbih...

Dalkavuklar bütün insan kesilir, la-teşbih!

Taylasan, cübbe, sarık, hırka, hep esbabı riya,

Dış yüzünden Ömer'in devri muhitin güya.

Kimi saim, kimi kaim, o tavanlar, yerler,

"Kul hüva'llahu ehad" zemzemesinden inler.

Sen bu coşkunluğa istersen inan, hepsi yalan,

"Hüve"nin merci'i artık ne "ehad"dir, ne filan.

Çünkü madem yürüyen sade senin saltanatın,

Şimdilik heykeli sensin tapılan menfaatın.

Kanma, hey kukla kıyafetli adam, hey sersem,

Herifin ağzı "samed", midesi yüzlerce "sanem! …"

 

            Emeviler, Selçuklular, Osmanlılar ve diğer tüm İslam devletlerini kendi çağdaşlarıyla karşılaştırmak, anakronizme düşmemek gerekir. Bu açıdan onlar bütün kusurlarına karşın çağdaşlarından çok daha iyi seviyededir. Ancak bu onların eleştirilmeyeceğiz anlamına gelmiyor. Geçmişi eleştiri kelam, fıkıh, hadis, felsefe ve bilim alanındaki külliyatı görmezden gelmeyi gerektirmiyor. Kaldı ki, bizzat Kur'an müslümanların zaaflarına işaret eder. İfk olayını dile getirmek, Uhud Savaşı’nda yapılan hataları ortaya koymak ve eleştirmek zaaf değildir. Bu oryantalist değil, Kur’an’i bir yaklaşımdır. Bütün kusurlarına karşın tarihi tümüyle sahiplenmek, tarihsel bir eleştiri yapmaktan uzak durmak doğru bir yaklaşım değildir. Yaşadığımız günler, işlerin yolunda gitmediğini, bunun tarihsel birikimin sonucu olduğunu görmek gerekir. Elbette sorun İslam’da değil, müslümanların İslami algılama tarzındadır. Hiç kuşkusuz yeni bir kelam, fıkıh ve sünnet anlayışına ihtiyaç var. Bu geleneği tümüyle inkar değildir.

Öte yandan İslam dünyasında ortaya çıkan her yeni yaklaşımı oryantalizm diye yaftalamak öncelikle kul hakkına girer. Herkesi susturmak yerine, serbestçe konuşabileceği bir ortam oluşturmak gerekir. Ali Şeriati üstadın dediği gibi. "Mürekkebin damlamadığı yerden kan damlar". İslam dünyası yüzyıllardır kanla boğuşuyor; enerjisini iç çatışmalarla tüketiyor. Kendi sorunlarını çözecek entelektüel ve ahlaki birikime sahip çıkmadığı, onu güncelleyemediği için yabancı güçlerin müdahalesine açık hale geliyor. Buradan çıkış sağlıklı bir tarihsel eleştiri yapmakla mümkün olacaktır. Bu ne tarihi tümüyle sahiplenmek, ne de tümüyle reddetmek anlamına gelmemektedir. Garaudy'nin dediği gibi geçmişin külüne değil, ateşine sahip çıkmak gerekir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş