Siyasetten spora kadar sorumluluğu dış güçlere atma şeklinde görülen bir açıklama biçimi, toplumu oluşturan tüm kesimler tarafından, yaygın bir argüman olarak kullanılmaktadır. FETÖ ve dış mihraklar açıklamaları bir yere kadar doğru olsa dahi, başarısızlığa mantıki bir kılıf bulma ve başarısızlığı örtme anlamında bir aparata dönüşmüştür.
Kuşku yok ki, her sosyal ve siyasal olayın, oluşum ve gelişimini etkileyen, iç ve dış faktörler vardır. Ancak bu noktada gözden kaçırılmaması gereken, dış faktörlerin etkileyici iç faktörlerin belirleyici olduğu gerçeğidir. Dış faktörler tezi, olayda sorumluluğu bulunan iç faktörleri devre dışı bırakan bir boyuta ulaşmamalıdır. Çünkü dış faktörlerin başarısı iç faktörlerdeki zaafa bağlıdır. Üstelik dış faktörler, çoğu kez, ulaşılamaz, her tarafı sarmış, görünmez ve bu anlamda mücadele edilemez olarak tanımlanarak kozmik / metafizik bir görünüme bürünmektedir.
Sürekli dış faktörü öne çıkarmak, olaylarda sorumluluğu bulunan iç aktörlerin sorumluluğunu da buharlaştırmaktadır. Bireylerin olayların oluşumundaki sorumluluğunu hukuk ve ahlak denetleyecektir. Hukuk ve ahlakın devre dışı kaldığı yerde sorumlu daima bizim dışımızda ve ulaşılmaz bir yerdedir.
Bu yüzden, olayların başarısızlığını kendi dışına, ötesine, üstüne taşıyan her açıklama aslında gerçek sorumluları gizleyen bir işlev üretmektedir.
Olayları sürekli dış faktörler üzerinden açıklama, sorumluluğu dışarıya transfer ettiği için sağlıklı bir özeleştiri yapmanın da önünü tıklamaktır. Özeleştiri ve eleştirinin önünü tıkayan her yaklaşım otoriterliğe içkindir. Otoriterliğin hakim olduğu bir yerde sağlıklı bir tartışma, müzakere ve fikir alışverişi olamayacağından yeni ve çözüm üretecek düşünceler de ortaya çıkmaz. Bu durum yapıları giderek kendi içine kapanan kurumlara dönüştürür. Böyle yapılar sorun çözemediği gibi, sorunun çözülmesinin önündeki en büyük engele dönüşürler.
Öte yandan olayı sürekli dış faktörlere atan bu açıklama biçimi, olayın sorumluluğunu bireyin dışına çıkaran ve bireyi tümüyle pasifleştiren bir kader anlayışına yaslanmaktadır. Ne yaparsak yapalım, olayı sonlandıran ve yürüten süreç bizim çabamızın dışındadır anlayışı, bireysel sorumluluğu temel alan hukuku ortadan kaldırır. Ülkemizde son zamanlarda siyasetten spora kadar yaşananlar bu yaklaşımın örnekleriyle doludur. Olayların sürekli dış faktörlerle açıklandığı ortamlarda, bireyler yaşanan olaylardan kedilerini sorumlu görmedikleri için, en az rastlanan olay istifa etmektir.
Siyasal iktidarlar ve kulüp başkanlarının, sürekli olarak düşmanlar üzerinden olayları açıklamaya yönelmelerinin - ki bunlar doğru da olsa -kendi sorumluluklarını gizlemekten başka ne anlamı olabilir? Çünkü sizin göreviniz zaten karşılaşılan ve bir kısmı dış faktörlerden kaynaklanan sorunları çözmektir.
Dış faktörler her tür başarısızlığı örten bir işlev üretmemelidir.
Bu anlayış muhalefeti ve muhalif düşünceleri de dış faktörlere bağlı olarak olumsuzlamaktadır. Türkiye'nin siyasal tecrübesi, Emeviler ve Orta Asya siyasal geleneğinin alaşımı iktidar merkezlidir. Bu anlayışta muhalefet her halükarda meşru değildir. Çünkü muhalefet, devlet için düşman, yıkıcı ve bölücü olarak kodlanmıştır. Bu anlayış Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nde de baskındır. Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan TCF, SCF gibi partiler vatana ihanetle suçlandılar. Kaldı ki bu iki partinin kurucusu olan Kazım Karabekir ve Rauf Orbay İstiklal Savaşı'nın komutanlarıdır. 27 Mayıs darbesinin ertesinde, Türkiye'de demokrasinin mimari olan DP kurucuları da varana ihanetten yargılandı ve idam edildi. Bugün de muhalefet vatana ihanet, devlet düşmanlarıyla işbirliği ile suçlanıyor.
Bu durum siyasal anlamda köklü bir paradigma değişimi geçirmemiz gerektiğini gösteriyor. Siyasal anlayışın temeline devlet ve hikmeti hükümeti değil, hukuk, adalet ve özgürlükleri yerleştirmek gerekiyor. Devletin yapısı ve işleyişine dönük yeni teklifleri vatan hainliği ya da ihanet kodlamasının dışına taşımak gerekir.
Partilerde itaat edenlerin, eleştirel düşünce üretenlere tercih edilmesi, tasavvuftaki itaat kültürünün toplumsal hafızadaki egemenliği ile ilgilidir. Şeyh, dede, gavs kültürünün ürettiği zihinsel alt yapı, ebedi şef, ulu önder, yanılmaz lider üretiyor.
Anadolu İslam tecrübesi tahkiki değil, taklidi bir anlayışa sahiptir. Bu anlayış içinden eleştirel düşünce üretmek bir hayli zordur.
Parti liderlerinin konumu, İslam'ın Anadolu macerasının ürettiği kişi kültü ile doğrudan ilgilidir. Kişi kültü, cemaatlerden parti liderlerine kadar belirleyici faktördür. Anadolu İslam tecrübesi, kişilerin ilahlaştırılması ve insanüstü konuma taşınmasına son derece elverişlidir. Liderler mehdi kavramı içinde değerlendirilerek konumlandırılıyor. Bu durum her konuda eleştirel düşüncenin önünü tıkıyor.
Devletin istikrarı ve güvenliği ile insanların özgürlüğü konusunda Türkiye devleti anlamlı bir sentez üretemedi. Özgürlük alanının genişlemesini tehdit olarak gören bir anlayış hala siyasal kültüre egemendir. Kutsal olanın devlet değil insan olduğunu savunan paradigma değişimine ihtiyaç vardır. İnsanı devlete kurban eden anlayışı kökten yerleştirmek gerekiyor.
Güvenlik ve istikrarın hukuk ve adaletin önüne konduğu bir gelenekten geliyoruz. Türkiye'nin hukuk tarihi hukuki değil siyasi yargılamalarla doludur. Tek Parti döneminin İstiklal Mahkemeleri kararlarından son dönemlerde kadar sağlıklı bir hukuk sistemi kuramadığımız açıktır.
Türkiye'deki bütün iktidarlar İslam'ın Anadolu tecrübesini temel alır. Asıl sorun bu tecrübeyle hesaplaşarak yeni bir anlayışın temellerini atmaktır. Türkiye toplumunun İslam algısı son derece pragmatiktir. Kitabi İslam ile halk İslam'ı arasında büyük bir boşluk ve farklılığın olması sağlıklı değerlendirme yapmayı engellemektedir.
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
Halep Savaşı başladı
02.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Gazze'de Öldürülenler Kadın ve Çocuk
09.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024