metrika yandex
  • $42.38
  • 49.15
  • GA40280
Düşünce

Ukrayna Rusya savaşı Bağlamında Uluslararası Sistem Tartışmaları ve İnsan Hakları…

ABDULAZİZ TANTİK
05.06.2022

Rusya savaşı bağlamında yeni uluslararası sistemde eski soğuk savaş rüzgârları eser mi, kaygısı dillendirilmeye başlandı. Bu durum, süreci doğru okuyamamakla ilişkili olarak yorumlanabilir. ‘Tarih tekerrür eder’ diye bir deyim olsa da tarihin tekerrür etme ihtimali yoktur. O zaman değişim gerçekleşemezdi ki bu gerçekliğin kendisine aykırıdır. Benzer noktalar üzerinden bu tekerrürü konuşmak mümkün olmakla birlikte bir günü diğer güne benzememeyi ilke olarak müminlerine söyleyen bir dinin müntesibi olarak tarihin tekrar ederek kendini tekrara düşmesini kabullenmek mümkün değil!

Bu tekrarın mümkün olmayışının iki temel argümanı var: ilki, nicelik olarak tarihin tekrar etmesi düşünülemez, ikincisi, nitelik olarak da tekrarın vuku bulması düşünülemez! Ayrıca daha temel bir konu olarak da niteliksel ve niceliksel olarak birlikte bir tarihsel anın tekrar edilmesi de düşünülemez olana tekabül eder.

Tarihin şartlarının sürekli bir değişime tabi kılındığını zaten her insan teki kendi şahsi hayatında tecrübe etme imkânını bulur. Kendisinden önceki tarihsel anları da bilebildiği kadarı ile bugün ile mukayese etme imkânı vardır. Buradan da tarihin tekerrür edebileceğine dair bir bakış elde edilemez! Çünkü bu durum, reel gerçeklik dediğimiz şeyin kendisi ile çatışır. O zaman Ukrayna Rusya savaşının sonucu olarak oluşacak olan soğuk diplomasi veya siyaset geçmişte var olan soğuk savaş durumuna gönderme yapılarak anlaşılamaz! Örneğin; soğuk savaş döneminin ABD’si ile bugünün ABD’si aynı değil, Avrupa’sı aynı Avrupa değil, Rusya’sı aynı Rusya değil! Peki, nasıl bir soğuk savaş dönemine geçiş olacak ki? Buna psikolojide anımsama deriz, korkularımız, benzer bir durum ile karşılaştığı zaman eski korkular depreşir. Bugün de durum buna benzer…

Bu yeni uluslararası sistemi doğru anlamayı post modern kültür ve felsefenin izdüşümünün politik tutum olarak varlık kazanması üzerine düşünerek sağlanabilir. Modern dönem monist/tekçi dönem; sistem teklik üzerine kurulu, ikili yapının oluşturduğu tekliği biliyoruz. Anlaşmalı gerilimler vesaire… POST MODERN dönem ise çoklu ve çoğul bir karakter taşır. Bunun siyasete yansıması ise; çoklu güçler dengesi olarak betimlenir. Dolayısıyla mevcut yeni sistemin çoklu bir güç dengesi üzerine kurulu olacağı uzun zamandır tartışılmaktadır. Meseleye bu açıdan bakıldığı zaman; Ukrayna ve Rusya savaşının ki buna savaş demek için bayağı bir zorlanmaya gerek var: başlaması, sürmesi ve bitirilmesi de yeni sistemin kodlarını gösterecektir. Dikkat ederseniz, bu çatışma zemininde karşılıklı hamleler yapılmaktadır. Yani ABD ve Avrupa bir adım attığında karşılığında Rusya da bir adım atmaktadır. Artık alınan kararlara kader deyip gönüllü boyun eğme dönemi geride kaldı. İran ambargosunu da bu düzlem üzerinde okumak anlamlı olacaktır. Hatta son beş yıldır Türkiye ve ABD ile Avrupa arasındaki gerilim noktalarında Türkiye’nin geri adım atmamasını da bu bağlam içinde bir yere konumlandırmak daha doğru olur.

Bu savaşın ortaya çıkaracağı yeni siyasetin kodlarını belirlemek zor olmasa gerek! ABD bu sonuca göre doların egemenliğini kaybedebilir. Yeni para birimleri uluslararası kabule mazhar olabilir. Rusya’nın rublesini bir tehdit olarak gündeme taşıması ve dolar yerine alışverişi artık ruble olarak kabul edeceğini beyan etmesi, sonun başlangıç adımıdır. Uluslararası para biriminin dolaşımını tartışmaya açmak ve ona alternatif bir sistem arayışı, buna yönelik Rusya ve Çin’in ortak çalışmaları da bu sonu çabuklaştıracak bir eyleme işaret eder. Çoklu güçler demek, zaten birbiri üzerine iktidar sultası kuramamak demektir. Bunun nasıl bir uluslararası hukuka ve nasıl bir değerler skalasına sahip olacağı ise uzun zamandır tartışılmaktadır. Modern düşünce etik olarak insanlığın geldiği bu yeni durumu karşılayamamaktadır. Bu noktada insan hakları konusunun gündemleştiği bir zeminde bu hak mevzuunu da ele almakta yarar var.

Bu noktaya girmeden okuyuculara şunu hatırlatmakta yarar var: Suriye meselesi gündeme geldiğinde ve bu çatışmada göçmen konumuna gelen Suriyelilere yönelik geliştirilen tepkiyi düşünelim ve insan haklarının farklı yüzlerini gözler önüne serelim… Şimdi ise Avrupalının Ukraynalı göçmenlere yönelik gösterdiği yakınlığı bu düzlemde yeniden okuyalım…

İnsan hakları kavramı başlangıcından itibaren ikiyüzlü bir anlama sahiptir. Batılı insanlar için bu şart olan bir ilke iken, batı dışı toplumlarda ise bu ilke sadece batılı güçlerin çıkarlarını kollamak ve korumak adına yerli işbirlikçileri elde tutmanın bir aracı olarak işlevselleştirilmiştir.

Bu düşünme biçiminin kaynağı ise modern düşüncenin kendisini konumlandırma biçiminde saklıdır. Modern düşünce kendisini öteki üzerine kurmuştur. Bu kuruluş, kendisi dışındaki her şeyi kendisine bir tehdit olarak gördüğü için haklar mevzuunun dışında bırakmayı da öncelikli bir ilke olarak belirlemiştir. Bunun örneklerini görmek her zaman mümkündür. Batı dışı ülkelerde ‘her ırk kendi ulus devletini kurma hakkına sahiptir.’ Ancak bu durum batı ülkelerinde geçerlilik kazanamamaktadır. İngiltere’den İspanya’ya kadar her batılı ülke için bu durum kabul edilemez olandır. Hatta batı ülkelerindeki ulusçuluk, zaten ırklar üstü bir yapıya sahiptir. Ve ırkçılık yapmak ise faşizm olarak tanımlanır. Bunun acı tecrübelerine de sahiptirler. Bu temel gerçekliği görmeden insan haklarının neye tekabül edeceğini tartışmak beyhude olacaktır.

Modern döneme ait monist sistem, batı dışı toplumlar ve iktidarlar için sorunlu bir yapı idi… Yeni Post Modern düşünceye dayalı çoğul güçler dengesi sistemi ise batı dışı toplumların kendilerini ifade edebilecekleri ve kendi kültürlerini yaşamaya sahip olabilecekleri bir vasatı işaret eder görünmektedir. Ancak burada da bir hilenin farkına varılmalıdır. Dünya zaten tek bir kültürün hegemonyasına dayalı olarak varlık kazanmaktadır. Yani batı dışı kültürlerin yaşama alanları işgale uğramış ve buna uygun bir zeminin izi dahi bırakılmamaktadır. Çin, Hint, Hıristiyan ve Yahudi kültürleri asimile edildiği gibi İslam düşüncesi de çok güçlü bir şekilde baskı altına alınmıştır. Bu konuda gösterilen çabalar ise parmak ısırtacak cinsten çabalardır. Bu durumu olumlamak için kurmadım bu cümleyi, bilakis, durumun vahametini göstermek içindir.

Felsefi olarak da hak mevzuu sorunlu ve sıkıntılı bir olguyu taşımaktadır. Katolik Kilisesinin egemenliği altında kendi özgürlük alanlarını oluşturma çabalarına yönelik geliştirilmiş diskura dayalı bir bakışı içermektedir, insan hakları kavramı ve bakışı…

Fakat modernleşme hiçbir şekilde kendi dışında bir iktidar alanın oluşumuna imkân tanımamak için elinden gelen her gücü devreye koyarak çabasını ortaya koymaktadır. Bu da insan hakları mefhumunun sınırlı bir zeminde sınırlı bir kesimde geçerliliğini işaret etmektedir. Ayrıca felsefi olarak da hak mefhumunu bir Müslüman olarak ele aldığımızda bu yetkenin sahibinin Yaratıcı Kudret Sahibi Allah olduğunu teslim ederek mevzuya girebiliriz.

Çünkü mülkün yegâne sahibi olan Allah’tır. Bu yüzden de kendi mülkünde kimin hangi hakka sahip olduğunu da ancak O belirler. Bu belirleme ise ancak ‘gönderilmiş bilgi olan vahiy’ ile anlam kazanır. Böylece kimin hangi hakka sahip olacağı bizatihi Allah tarafından gönderilmiş bilginin Elçiler aracılığı ile duyurusu yapılır. Böylece her kim hangi hakka sahip ise o açık bir şekilde belirtilmiştir. Bu işin temelidir. Çatışma ve kaotik zeminler ise imtihan olmanın cilveleri olarak sürekli insanı meşgul etmektedir. Bu noktada da atılacak adımlar ve gösterilecek tepkiler yine vahiy tarafından Elçiler aracılığı ile bildirilmiş ve uygulamaya geçirilmiştir.

Müslüman şahsa verilen sorumluluk, selam yurdunu kurmaktır. İşte selam yurdu demek barışın her varlığın kendi uhdesinde bulunması gereken bir ölçüsü olduğuna yapılan vurgudur. İnsan ise bu sorumluluğu üstlenerek, çatışma ve kaos yerine barış ve düzeni ikame ile sorumlu tutulmaktadır. Bu konuda göstereceği çaba ve gayreti de boş bırakılmamaktadır.

İşte uluslararası sistemin üzerine bina edileceği asıl düşünce insana yüklenmiş bir sorumluluk olarak varlık kazanan ‘Selam Yurdu’dur. Bu selam yurdunda her varlık kendi otantik doğasının gereği olanı yerine getirerek bu barışa katkı sunmaya davet edilmektedir. Hayvan, bitki, zaafa uğratılmış insan nesilleri de bu barışın içinde kendi haklarına razı edilecek bir pozisyonu elde edeceklerdir. İktidar bu imkânı sağlamakla yükümlüdür. Ama bu arayışın öne çıkmasını engellemek için yeni düşünüş biçimleri öne çıkarılmakta ve bu durum göz ardı edilerek modernliğin uzantısı olacak ve modernliğin geldiği sonuç ve yaşadığı süreçte meydana gelen çatışmaya yönelik bir hamle kurmaya azmedilmektedir. Bu hem batıyı hem batı dışı toplumları ve bütünüyle varlığı ciddi olarak tehdit altına almaktadır.

Ama maalesef bu durum batıda nispeten görülebilmekte iken batı dışı toplumlarda bu durumun anlaşılamaması için her türlü tedbir ele alınmaktadır. Ülkemizde de bu tartışmaları izleyebilir ve sonuçlarını gözlemleyebiliriz. Bu yüzden hak mefhumunu doğru konumlandırmakta yarar var.

Yeni uluslararası sistemde ise soğuk savaş rüzgârları yerine güç dengeleri oturdukça anlaşmaya ve çıkarı karşılıklı görmeye dayalı yeni bir sisteme geçit verilecek gibi görünmektedir. Eğer, alternatif bir güç bütün dengeleri bozmaya güç yetiremezse bu gerçekleşir. Ama yeni güç inisiyatifi ele geçirirse o zaman daha sert bir gücün hakları verme, dünya vatandaşlığı dağıtma karşılığında yeni köleler sınıfının oluşumuna tanık kılabilir. Bu güç, yapay zekâ üzerinden insanlığın sonunu getirme konusunda geri adım atmaya niyeti olmayan bir güçtür. Daha şimdiden insan sonrası diye yeni betimlemeler, tanımlamalar, bilgiden hukuk sistemine kadar etik kavramından yaşam merkezli bir eşitlik algısına kadar tartışmalar yürütülmektedir.

Sonuç itibarı ile Ukrayna Rusya savaşı yeni başlangıçların ilk adımlarının tasarımlanarak atılmasına tekabül eder. Bu adımlar ilk adımlar değil, son on yılın içinde başka adımlar da atılmıştır. Bu adımlar ise sistemin kurucu unsurlarını daha güçlü bir şekilde kurmaya matuf adımlar olarak tarihe geçecektir. Farklılıkların korunduğu bir dünya olmasını sağlamaya matuf çalışmalara destek vermekte yarar var. Tektiplilik yerine çoğul ve sözleşmeye dayalı bir birlik önemli ve olumlu katkı sunacaktır. Müslümanların ise kendi geleceklerine dair sorumluluk üstlenmeleri elzemdir. İçinde yaşadıkları ülkelerde bu sorumluluğu iktidara da yüklemenin yollarını ve yöntemlerini bulmakla da…

Sorumluluktan kaçmak, kendi intiharını da içinde taşıyacaktır.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş