metrika yandex
  • $32.65
  • 35.29
  • GA17640

TÜK SİYASAL PARADİGMASINI YÖNLENDİREN BİR DARBE OLARAK 12 EYLÜL

YUSUF YAVUZYILMAZ
18.09.2021

          Üzerinden bunca zaman geçmesine karşın 12 Eylül, Türk siyasal sistemi üzerindeki baskın etkisini hala sürdürüyor. Bunun en büyük nedeni bu darbenin ardından yapılan anayasayı Türk siyasal aklının hala değiştirememiş olmasıdır. Öyle görülüyor ki, Türk siyaseti darbe anayasasını eleştirse bile bunu değiştirecek adımları çeşitli gerekçelerle atamıyor. Bunun en büyük nedeni belki de, 12 Eylül siyaset anlayışının, Türk siyasal aklının genlerine işlemiş yapısıdır.

12 Eylül, senaryosu yurt dışında yazılan, yerli işbirlikçilerin aktör olduğu finalini senaryoyu yazanların kazandığı bir filmdi. Bu filmin hazırlanmasında dış aktörlerin de etkileyici olduğu kesindir. Darbenin ardından Amerika cephesinden yapılan ve “ Bizim çocuklar kazandı” mottosuyla sembolleşen yaklaşım bunu ima ediyordu.

            12 Eylül öncesi köyündeki, mahallesindeki solcu insanları katletmekle sosyalizmin, sağcı gençleri katletmekle faşizmin ülkeyi işgalini önleyebileceğini düşünecek kadar ferasetten yoksun bir kör düğüşünün içine sürüklendi gençler.

            12 Eylül öncesi ülkücülerin lideri olan A. Türkeş’in toplum modeli sosyalistlerin toplum modelinden daha az totaliter değildi. Nitekim sol çevreler ve yüceltilen 6 ilke, Türkeş’te 9 ilke olarak yeniden yorumlanacaktır.

            12 Eylül öncesi İslami gençliği yönlendiren siyasal bir figür olarak Erbakan'ın en büyük başarısı, gençlerin birbirini katlederek, tüketerek kapitalizmi ve sosyalizmi yıkabileceği iddiasının naifliğini sezmiş olması ve kendisini izleyen gençleri bu katliamlardan uzak tutmayı başarabilmesidir.

            Sosyalist ve milliyetçi gençlerin toplum ütopyasının, farklı siyasal parametrelerden hareket etse de, benzer yani totaliter olmalarıdır. İkisinde de lider kültü ve baskınlığı egemendir. Milliyetçilerin lider kültü daha çok tarihten ve esir Türklerden; solcuların ki ise sosyalist ülkelerden öykünme şeklinde idi. Sanılanın aksine milliyetçilik de sosyalizm de bu toprakları kuşatmayı başarabilecek kadar yerli değildi. Sahip oldukları felsefi ve ideolojik formasyon ile Anadolu irfanını kucaklayacak ferasetleri yoktu.

            Solun Amerikan emperyalizmi ve faşizm karşıtlığı, milliyetçilerin komünizm ve Rusya karşıtlığı aslında çatışmayı meşrulaştırmaya dönük söylemlerdi. Bu söylemlerin işlevi çatışmayı derinleştirmekti. İçeride bu tartışmayı Alevi- Sünni çatışması üzerinden yapılan manipülasyonlar derinleştirdi.

            Bugün 12 Eylül, ne kadar aksini iddia ederlerse etsinler, gerçek su ki,  milliyetçi ve sosyalist gruplar ülkeyi askeri bir rejimin eşiğine getirmek için operasyonel olarak kullanıldılar.

            12 Eylülde asıl suçlular gençlerden çok onların eline silah verip sahaya süren siyasal liderlerdir. Bu anlam da sosyalist gençlerin destekçisi olan Ecevit ve ülkücü gençleri sahaya süren Türkeş olayların en büyük sorumlularıdır. Deniz Gezmiş'i de, Mustafa Pehlivanlioğlu'nu da ölüme götürenlerin elleri kanlıdır.

            Deniz Gezmiş, bir sol idol devrimci olarak, askeri çevrelerle yapacağı ortaklıkla bir halk ihtilalının hayalini kuran, şiddet yoluyla toplumu dönüştürmeye çalışan, halkın dini değerlerine yabancı bir figür olarak, ülkücü militanlardan daha az şiddet yanlısı değildi.

            12 Eylül sabahı çatışmaların bıçak gibi kesilmesinin altında, senaryonun başarısı vardır. Sağ - sol çatışmasının naifliği bir düdük sesiyle kesilmiş olmasında aranmalıdır. Sanki her iki tarafın istediği olmuş, herkes susmuştu.

Sonuçta askeri ve militer bir diktatörlük ve oligarşinin sivil siyaseti ezmesi toplum nezlinde meşru bir tutuma dönüştü.

            12 Eylül, milliyetçiler ve sosyalistlerin hedefledikleri ancak başaramadıkları şeyi Kenan Evren ve arkasındaki güçlerin başardığı tarihtir. Milliyetçiler ve sosyalist gençler ne kadar iyi niyetli olursa olsun, onlara kalan kardeş kavgasında katledilen binlerce insanın manevi sorumluluğu ve bir darbeye araç olmaktan öteye ulaşamayan felsefi ve düşünsel yetersizlikleriydi.

            12 Eylül, Cumhuriyetin "Türkiye nedir?” sorusuna verdiği cevabın sosyalistler ve milliyetçileri tatmin etmemesinin bir sonucu olarak da okunabilir. Türkiye henüz "Türkiye nedir?, sorusuna ortak bir cevabın verildiği ülke değildir. Bundan dolayı ideolojik tutumlar diğerini yok edecek bir düşman olarak görürler. 12 Eylül öncesi sosyalist ve milliyetçiler, sosyalist ve ülkücü bir devlet tasarımında tasarımda birbirlerinin hayat hakkı olmadığını biliyorlardı.

            Milliyetçilerin Türkiye tasarımında solcuların, sosyalistlerin devlet tasarımında ise sağcıların yeri yoktu. Çoğulculuktan yoksun böyle bir zihniyetin şiddet üretmemesi ise mümkün değildir.

 

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş