metrika yandex
  • $38.49
  • 43.69
  • GA28450
İtidal

SURİYE GEZİSİ ARDINDAN!

SÜLEYMAN ARSLANTAŞ
21.02.2025

Lenin diyor ki; ‘Onlarca yıl geçer de bir şey olmaz. Öyle bir hafta gelir ki onlarca yıl içerisine sığar.’

Evet, öyle de oldu. Onlarca yıl geçti Suriye’de kayda değer bir şey olmadı. Ama bir hafta on gün içerisinde (27 Kasım-8 Aralık) 61 yıllık Baas rejimi ve devamı olan 53 yıllık Esed yönetimi yıkıldı. Elbette bu rejim durup dururken yıkılmadı. Kurucusu, fikir babası Hristiyan Ortodoks Mişel Eflak olan (1910-1989) rejim Irak’ta ve Suriye’de yarım yüzyılı aşan bir süre iktidar oldu. Her iki ülkede de halka ve halkın değerlerine karşı olan rejim aslında yıkıcısı olmadığı için ayaktaydı. Her ne kadar 1982 Hama olaylarında İhvan orjinli bir harekât başlatıldı ise de, o akıl, yeterince stratejik boyut sergileyemediği için başarı elde edemedi, bilakis 30 ila 40 bin Müslüman’ın yok olmasına neden oldu. Bilmiyorum Hama direnişini başlatan Suriye İhvanının gözde şahsiyetleri Said Havva, Adnan Saadeddin ve Beyanuni sonraları pişmanlık duyarak bir tahlil yaptılar mı?

Suriye’de 27 Kasım-8 Aralık 2024 tarihleri arasında gerçekleşen Devrim elbette tesadüfen gerçekleşmedi. Bu devrimin önemli bir geçmişi var. Yakın geçmişten başlayarak Devrimi tahlil ettiğimizde en genelde Devrimin gerçekleşmesinde stratejik ve analitik bir aklın varlığını görmekteyiz. Bilindiği gibi 17 Aralık 2010’da Tunus’ta ‘Yasemin Devrimi’ adı verilen hareket 2011’in Ocak ayından itibaren başta Mısır, Libya olmak üzere birçok Yakındoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde ‘Arap Baharı’ adı altında varlığını duyurmaya başladı. Zeynel Abidin, Mübarek, Kaddafi gitti. Sözde Arap Baharı Mart 2011’e doğru Suriye’ye sirayet etti. Deraa’da birkaç gencin başlattığı Esed rejimi karşıtı gösteri ve duvar yazılarına Esed rejimi çok sert tepki verdi. Sonrasında belki de tarihte eşi görülmedik bir saldırı,soykırım,yıkım ve katliam Esed rejimi ve bileşenleri (Rusya,İran,Hizbullah) tarafından Suriye halkına reva görüldü. Bu durum yaklaşık 14 yıla yakın bir süre devam etti. Ve bu yıldırma, yok etme zulmü 8 Aralık 2024’te Beşşar Esed’ın ülkeyi terk etmesiyle son buldu.

DEVRİMİN ARKAPLANI

Önce Ukrayna-Rusya Savaşı, ardından Gazze-İsrail Savaşı Yakındoğu’yu her zamankinden daha çok etkilemeye başladı. Her iki savaşın da tetikçisi başta ABD olmak üzere Hristiyan ve Yahudi Siyonistler ile onların dayandıkları küreselciler idi. Ukrayna-Rusya Savaşı devam ederken Rusya bir taraftan da yüzyıllarca yıl özlemini çektiği sıcak denize inme projesinin bir devamı olarak Suriye iç savaşını da bahane ederek Suriye’ye girdi. Tartus ve Humeymim’de üsler oluşturdu. Bu üsler ve sıcak deniz nedeniyle Esed yönetimine olağanüstü destek verdi. İdlib başta olmak üzere, rejim muhaliflerine ve Suriye halkına karşı neredeyse varil bombalarından,kimyasal silahlara kadar her türlü silahı kullandı. Ancak Ukrayna Savaşı Rusya’yı oldukça güç durumda bırakınca, Rusya’nın Esed rejimine desteği azaldı.

Diğer yandan Esed rejiminin önemli bileşenlerinden olan İran ise; Gazze –İsrail Savaşı nedeniyle istemese de İsrail ile karşı karşıya geldi.Bir çok askerini kaybetti.Aralarında İranlı generallerin de olduğu altı bin militanı Suriye’de ,Suriye halkına karşı çarpışırken öldü. Hizbullah, İran adına vekâlet savaşı sürdüren bir yapı. Bu yapı Gazze-İsrail Savaşı başladığında her ne kadar kendisini bu savaşın dışında tutmaya çalışsa da olmadı, savaşa fiilen dâhil oldu.Onlar da başta Nasrallah olmak üzere bir çok önemli şahsiyetlerini kaybettiler. Keza İran, Suriye’deki varlığını devam ettirmek için her ne kadar savaşın uzağında durmak istese de İsrail’in gerek Lübnan’da, gerekse Suriye ve İran’da ortaya koyduğu suikast ve saldırılar karşısında etkisiz kaldı ve güç kaybetti. Esed rejiminin bu iki ve hatta üç bileşeninin güç kaybetmesi Esed karşıtı güçlerin harekete geçme stratejisini güçlendirdi.

61 yıllık Baas ideolojisi ve onun 53 yıllık yönetiminde olan Esed rejimi, hiçbir şekilde halkın desteğini alamadığı için rejiminin bileşenleri olan Rusya, İran ve Hizbullah üçlüsünün güçsüzlüğüne bir de halkın muhalifler cenahında yer alması ile muhalif kanadın eli güçlendi. İran dini lideri Hamaney’in devrimin hemen ardından: ‘Suriye’deki gençler Suriye’yi işgal eden Amerika ve İsrail’i çekilmek zorunda bırakacaklar.’dese de, Suriye’deki Esed rejimine karşı olanların Amerika, İsrail ve komşu bir ülke olduğunu telaffuz  etse de ki aslında komşu ülke derken direkt olarak Türkiye’yi hedef almaktaydı.Diğer yandan bir başkası 27 Aralık 2024’de Keyhan gazetesine verdiği bir beyanatta;’Biz Esed rejimini 13 yıl ayakta tuttuk,o kadar emek sarfettik,o ise bize bir haftada arkasını döndü.’ Hamaney’in Türkiye’yi hedef alması kendileri açısından doğru. Zira İranlı milletvekili Menan Reisi’nin İran meclisinde yaptığı konuşmada 13 yıldan bu yana İran’ın Suriye’de 6.000 şehit verdiğini ve milyarlarca dolar harcadığını ve buna rağmen birilerinin bir hafta içerisinde Suriye’deki rejimi yıktığını ifade ediyordu. Oysa o birileri, Suriye’ye ve Suriye halkına istilacı, ideolojik ve yeniden imparatorluk arzusu ile girmiyordu. Hedefinin uzun zamandan beri tam olarak; Suriye’nin toprak bütünlüğü, sınır güvenliği ve terörün bitirilmesi olduğunu ifade ediyordu.

İran rehberiyet makamını ihraz eden Hamaney, yer yer Suriye’deki Esed yanlısı Nusayri gençlere ve kamu görevlilerine çağrıda bulunarak direnmelerini istiyor ve direnmeleri halinde de devrimci kadroların devrileceğini ima ediyordu. İran’ın yeni Dışişleri Bakanı Erakci ise :   ‘Göreceksiniz, Suriye’de çok büyük hadiseler olacak’ diyordu. Ey Hamaney! Suriye’de bugüne kadar olan hadiselere hangi insanlık anlayışınızla hangi İslâm anlayışınızla sessiz kaldınız,altı bin şehidi(!),milyarlarca doları zalim Esed yönetminin devamı için mi yaptınız? Yoksa siz Nusayrileri Şiiliğin bir devamı olarak mı görüyorsunuz? Hayır, ben de siz de biliyorsunuz ki Suriye’deki Nusayriler ile Şiiliğin hiçbir benzer yanı yok. Keza Anadolu Aleviliği diye bilinen Türkiye’deki alevi inanç ve ibadet şekliyle de bir benzerlik yok. Ama siz-sizler sanıyorum eski hükümdarınız Büyük Darius’dan (MÖ.549) bu yana Pers imparatorluğu hayalinden vaz geçmediniz. Sakın bu Şiilik anlayışınız da hayalini kurduğunuz Pers İmparatorluğu’nun bir aparatı olmasın!

Merhum Humeyni İran İslam Devrimi’ni gerçekleştirirken mezhepler üstü bir anlayış ortaya koymuştu. Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşında şayet Irak’ı bombalayacaklarsa sivil halka duyuruda bulunuyorlardı. Humeyni o savaşta düşmanı olan Saddam’a benzemedi. Savaşın ahlaki ve İslâmi kurallarına riayet etti. Oysa Ali Hamaney’in destek verdiği, yıkılmasından büyük üzüntü duyduğu ve dahası halkının katili Beşşar Esed ile devrimden çok kısa bir süre önce kabulünde adeta bir baba-oğul gibi sarmaş-dolaş olduklarını gördük.Bu zalim yönetime verdiğiniz destek yetmedi,şimdi de Nuseyri gençleri direnişe çağırırken hiç mi vicdanınız sızlamıyor. Ve şimdi Baas ya da Esed rejiminin yaptıklarından bazı hatırlatmalar yapalım,belki bir faydası olur.

Çoğunluğu Filistinli olan bir kısmı da Hamas mensubu olan Yermuk Kampı’nı gezdim. Şam’ın varoşlarındaki bu kampta 500 bin Filistinli yaşıyordu. İçlerinde Hamas üyelerinin de olduğu kamp sakinleri muhaliflerin direnişlerinde Esed rejimine destek vermedikleri için kamp yerle bir edildi. Aralarında 100 kadar Hamas üyesinin de bulunduğu binlerce Filistinli enkaz altında can verdi. Geri kalanları da Suriye’nin Kuzey’ine çadırlara, barakalara, briket evlere sığınmak mecburiyetinde kaldılar. Dahası mezarları bile paramparça edildi, mezarlığın içerisi kafatası ve insan kemikleri ile dolu. Ne var ki İslam tarihinde 5. Halife olarak adlandırılan adil Halife Ömer b. Abdulaziz’in İdlib Maar’ed Numan kasabasında bulunan mezarını yakanlardan (Ocak 2020) ne beklenirdi ki? Zira Ömer b. Abdulaziz adil de olsa değil mi ki O, Hz. Ömer’in kız torunu Ümmü Asım’ın oğlu ya, bu suç yetmez mi???

Evet, İran ve onun dini lideri Hamaney Devrim sonrası Nusayrileri ve Esed rejimi asker ve kamu görevlilerini kışkırtmaya devam ediyor. Nitekim 24-30 Aralık arası Lazkiye’de, Tartus’da, Humus’ta bu kışkırtmalar sonucu bazı hareketlenmeler oldu. Zira hareketlenmeler öncesi Hamaney Devrim karşıtı gençlere seslenerek: ‘Artık kaybedecek bir şeyiniz yok; direnin, başkaldırın, başınıza geçmeye çalışan yeni yöneticileri devirin.’ demişti.

Ve bir hatırlatma;

Suriye’deki iç savaş boyunca arkasında durduğunuz, yıkılmasından karalar bağladığınız Esed rejimi kendi halkına 262 kez kimyasal silah kullandı. Bu saldırılarda toplam 3425 insan hayatını kaybetti. Yine kendi halkının üzerine 82 bin ton varil bombası attı. Hama, Halep, Humus, Şam, İdlib kırsalları ve yer yer de şehir merkezleri bu bombalarla harap edildi. Bu bombalamalar sonrası 1821’i çocuk olmak üzere 11 bin’den fazla insan hayatını kaybetti. Şam’ın meşhur SEDNEYA cezaevi son beş yılda 1,5 milyon Suriyeliyi ağırladı(!) Bunlardan 300 bini sistematik bir biçimde katledildi. 200 bin kişinin akıbeti bilinmiyor. Gezdiğim, gördüğüm bu cezaevindeki hücreler, işkence aletleri ve özellikle insanların preslendiği Pres aleti, preslenen insanların yakıldığı KREMATORYUM, asit kuyuları ve daha neler neler. Evet, bunlar anlatmakla bitmez. İşte Esad rejiminden gördüğüm birkaç örnek.Bu rejime destek verirken hiç mi vicdanınız sızlamadı?

DEVRİMDE TÜRKİYE FAKTÖRÜ

Hamaney bir yerde doğru söylüyor; ‘rejimin devrilmesine katkıda bulunan komşu bir ülke.’ derken. Evet, rejimin devrilmesinde Türkiye’nin rolü büyük. Bunu gerek HTŞ’nin önde gelenleri ile ve gerekse ÖSO ya da SMO’nun önde gelenleri ile yaptığımız konuşmalarda net bir şekilde gördük. Hatta devrimin oluşum öznesi Türkiye dersek bu abartılı olmaz sanırım. Açalım biraz. Muhaliflerin lideri konumunda olan Ahmet el-Şara 2003 Irak işgali sonrası Suriye’den Irak’a geçmiştir. Eymen Zevahiri’nin öncülüğündeki el-Kaide saflarında işgalcilere karşı savaşmış ve bunun sonucu olarak da Amerika’nın kontrolünde olan Irak hapishanesinde 5 yıl hapis yatmıştır. 2013’te yeniden Suriye’ye dönen el-Şara önce Nusra Cephesi’ni kurdu. 2016’da da Nusra’dan ayrılarak ya da lağvederek HTŞ’yi kurdu. 2021 yılından itibaren de Esad yönetimine yönelik olarak başlatacağı harekâtın planlarını yapmaya başladı. Bu arada içerisinde bulunduğu İdlib şehri ve civarı Türkiye’nin önemli katkıları ile adeta model bir şehir oldu. Türkiye’nin telkinleri ile de gerek öncesinde ve gerek sonrasında ‘Arap Baharı’ sürecinde hiçbir fevri harekete izin verilmedi. Türkiye, Devrim sürecinde asırların getirdiği devlet tecrübesi ile stratejik bir akıl ve diplomatik bir zekâ ortaya koyarak ‘sıfır anı’ bekledi. Çeşitli diplomatik girişimlerde bulundu. ASTANA süreci bunun başında gelmekte, son noktada Beşşar Esed’a elini uzattı. Tüm bunlar gelmekte olan harekâtın meşruiyet zeminini oluşturdu. Esed rejiminin bileşenlerinin zayıflaması, halkın desteği, halkın desteği derken halkın ortak paydası; ‘Esed rejimi sonrası neyin geleceği değil, Esed rejiminin gitmesi’ idi. Sonuçta tüm bunlar Esed rejiminin yıkılmasını temin etti. Bu arada Ahmed el-Şara ve kurmayları da tam bir gizlilik, disiplin ve stratejik kararlar doğrultusunda sabırla, metanetle süreci yönettiler. Bilmiyorum Suriye’deki rejim karşıtı gruplar eğer kendi başlarına kalsa idiler bu sonuca ulaşabilirler miydi?  Ankara’nın; diplomatik, stratejik ve lojistik tüm tedbirleri dikkatle takip ederek  desteklediği muhalif grupların en az zayiatla en önemli başarıyı elde etmeleri için titiz bir çaba ortaya koyduğu muhakkak gözüküyor.

SURİYE GEZİSİNDEN NOTLAR

24-28 Aralık tarihleri arasında Fetih Vakfı ve Özgür-Der koordinesinde saygın bir grupla Suriye gezisi gerçekleştirdik. Gezi boyunca bu iki sivil toplum örgütü ve İHH’nın katkıları ile sorunsuz bir gezi gerçekleşti. Emeği geçenlerden Allah razı olsun. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Reyhanlı’da İHH misafirhanesinde başlayan gezi programımız Suriye’de Bab el-Hava’dan İdlib’e, oradan Halep, Hama, Humus, Şam ve Afrin bölgesine kadar devam etti. Özellikle Şam temasları, general ya da HTŞ’nin önde gelen mücahitlerinden komutan el-Muhtar, Şer’i işlerden sorumlu Tıp Doktoru, aynı zamanda İmam Gazali üzerine doktora yapmış olan Dr.Mazhar vd. ile yaptığımız konuşmalarda adeta devrimin röntgenini gördük. El-Muhtar’ın; Askeri yön ve eğitim yönünün birlikte ele alınması, topluma yeniden hayatını düzenleyecek kavram birlikteliğinin telkini gibi açıklamaları hayati idi.Yine el-Muhtar konuşmalarında;”Kudüs’ün yolu Şam’dan geçer,fetihten sonra en zor olanı fetih sonrasıdır.Fetihle kırk yıllık şii yayılmacılığını yıktık.” Ve yine vakıada erime, vakıayı içselleştirme vurgusu da kayda değerdi. Bu arada Afrin’de bulunan ÖSO yada SMO karargahına yaptığımız ziyaret ve SMO’yu teşkil eden birliklerin komutanı ile yaptığımız konuşmalar da kayda değerdi. Özellikle Fırat’ın doğusundaki YPG-PKK konusunda çarpıcı açıklamalarda bulundu. Tel-Rıfat, Münbiç operasyonlarının içeriğini paylaştı. Zorluklarının olduğundan bahsetti. Ama kesinlikle YPG-PKK’nın bitirileceğini ve bu konuda Türkiye’nin emrini beklediklerinin altını çizdi. HTŞ ve yeni Şam yönetimine ilişkin olarak da merkezi otoriteye bağlı kalacaklarını belirtti.

ŞAM EMEVİ CAMİİ’NDE CUMA NAMAZI

Şam’a Perşembe günü girdik. Perşembeyi Şam’da çeşitli ziyaretlerle geçirdik. Cuma sabahı Kasiyun Dağı’na çıktık. Şam’ı Kasiyun Dağından temaşa ettik. Sonrasında SEDNEYA hapishanesine geçtik. O hapishane gezisi tüm arkadaşlarımın ve benim adeta psikolojimizi, kimyamızı alt-üst etti. Başta Almanya’dan gelen bir Sivil Toplum Örgütü temsilcisi Murat Bey’in riyasetinde Fetih Vakfı ve Özgür-Der gözetiminde Yermuk kampında çeşitli gıda ve ihtiyaç malzemeleri dağıtıldı. Keza bu ve benzeri hizmetler hemen her gittiğimiz yerlerde ve kamplarda icra edildi. Allah, emeği ve katkısı olanlardan razı olsun.

Cuma günü, namazdan bir saat önce Emevi Camii’ne vardık. Camii ve Meydan adeta bir bayram yeri gibi idi. Neredeyse dünyanın her tarafından Müslümanlar oradaydı. Yaşları yetmişin üzerinde olan ellerinde keleşler olan iki delikanlı dikkatimi çekti. Nereden geldiklerini sorduğumda ‘Tacikistan’ dediler. Ve tabi Özbekler de çoğunluktaydı.

CUMA HUTBESİ

Yeni yönetim kısa bir süre önce Esed dönemi Cami imamlarından 20 binini görevden almış, yerlerine yeni imamlar atamış. Emevi Cami imamı da bu yeni atananlardandı. İmam hutbeye Resulullah’ın(as); ‘Selam’ı yayınız’  hadisi ile başladı. Selamın önemini, toplumsal katkısını, toplum katmanları arasındaki sevgi ve muhabbetin artmasına neden olacağını vurguladı. Suriye Devrimi’nin asıl amacının ‘İlayı Kelimetullah’ olduğunun altını çizdi. Aceleci olunmamasını, tedrici bir sürecin öncelenmesini vurguladı.

Yeni yönetim ve komitelere yardımcı olunması gerektiğini ifade etti. İhtiyaç sahiplerinin ki çok olduğunu, bu konuda herkes elinden geleni yapmalıdır dedi. Toplumları ayakta tutan en önemli hususlardan birisinin de hayatın vazgeçilmez gerekliliği olan kavram birlikteliğinin sağlanmasını vurguladı. İntikam ve ceza vermede aceleci davranılmaması gerekliliği vurgulandı. Ve Şam’ın fethedilmesindeki stratejinin tamamen Hz. Resul (as)’ın Mekke’ye girişinin bir devamı gibi olduğunu, nasıl ki Hz. Resul (as) suların dağıtımından, Kâbe’nin anahtarlarını etnik ve inanç ayırımı yapmaksızın ehline verdi ise ve yine Mekke’de bulunanların taltif edilerek kazasız bir şekilde Mekke’nin Fethi’nin gerçekleştiğine dikkat çekti. Namaz sonrasında ise Emevi Camii avlusu yine bir bayram havasına büründü.

Bizler namaz sonrası Selehaddin Eyyubi, ilk Türk Hava şehitleri müzesi başta olmak üzere Hz. Hüseyin’in kızı Zeynep validemizin makamını ziyaret ettik. Ardından yine Şam’ın muhtelif yerlerini ziyaret ettik, akşama da İdlib’e geçtik. Hâsılı dolu dolu bir dört günümüzü Suriye’de geçirdik. Tekraren tertip heyetine, katkıda bulunan Sivil Toplum Örgütü’ne, yol arkadaşlarına, Fetih Vakfı kampı, Özgür-Der çalışanları ve İHH emektarlarına gönül dolusu selamlar.

Ve iki not:”Suriyeliler Türkiye’den gitsin.”diyenlere sakın kulak asmayınız.Zira Suriyeliler gitseler bile inanın oturacakları,yatacakları,barınacakları hiçbir yer yok.Oturulacak durumda olan konut ve yerler neredeyse tamamen Nuseyri ve Hristiyanlara ait.İkincisi; Suriye’ye gitmek isteyen beyler, hanımlarını da götürsünler.Ki,onlar,Suriye’de kadın olmak,anne olmak nasılmış bir görsünler.

5 Ocak 2025

Bu makale Haksöz Dergisi Ocak 2025 özel sayısında yayınlanmıştır.

Yorum Ekle
Yorumlar (5)
Sait Türkaslan. | 16.03.2025 23:02
Allah vahyi ile birleşmeyi nasip etsin.
Abdullah öztürk | 05.03.2025 21:46
Bu güzel ve değerli gözlemleriniz için çok teşekkür ederim.
Dalkılıç | 26.02.2025 23:10
Asgari ücretin 22 bin, kiranın 15 bin olduğu bir ülkede, çoğu kere biri üniversite biri lise biri ortaokulda 3 çocuğu nasıl ve hangi kerametle okutabildiğine, nasıl geçinebildiğine akıl sır erdiremediğimiz OLDUKÇA RAHAT HAYAT SÜREN ama hallerine şükretmeyen nankör KADINLARDAN söz ettiğinizi anlamamışım, idraksizliğşmi bağışlayın lütfen. Ama herkesi kendi şartlarında yaşıyor sanmak, idraksizlikten daha büyük bir hastalıktır. Bilmem siz anlayabildiniz mi
Süleyman ARSLANTAŞ | 26.02.2025 12:11
İdraksizlik bir hastalıktır.İfadeyi bağlamından koparmak ise iyi niyetle izah edilemez.Suriyeli hanımlara gönderme yapmam bugün için Türkiye şartlarında oldukca rahat bir hayat süren hanımların Suriye'deki çile çeken kadınlara bakarak ibret almaları ve hallerine şükretmeleri içindi.Bilmem anlayabildiniz mi?
A. Dalkılıç | 23.02.2025 23:30
Sayın Yazar! Suriye'nin İspanyollara bile vize karşılığı 25 dolar belirlemesine rağmen milyonlarca Suriyeliye kapısını sorgusuz sualsiz ve karşılıksız açan, senelerdir barındıran Türkiye'nin vatandaşlarına 5000 lira/150 dolar vize ücreti belirlemesi karşısında ne diyeceksiniz acaba? Bu bir. İKİNCİSİ: Dehşet içinde okuduğum 'Suriye’ye gitmek isteyen beyler, hanımlarını da götürsünler. Ki, onlar, Suriye’de kadın olmak, anne olmak nasılmış bir görsünler.' cümleniz. Sayın Yazar! Türk Milletinin kadınlarının 'kadın ve anne' olmayı öğrenmek için Suriyeli kadınlara bakmasını önermeniz korkunç bir anlayış ve Türk Milletinin dünyaya erdemi öğretmiş kadınlarına hakarettir. Tersine: Bu ülkeye gelen Suriyeliler, Türk kadınlarına bakarak 'merhamet, yardımseverlik, iyilik, milyonlarca YABANCIyı bağrına basıp barındırmak nedir öğrenip DÖNMELERİ gerekir. İnşallah dönerlerse... Dilerim dönerler. Bu cümleniz beni çok ama çok üzdü...