metrika yandex
  • $32.5
  • 34.84
  • GA18240

Sömürgecinin Portresi & Sömürgeleştirilenin Portresi

TALİP ÖZÇELİK
11.01.2023

“Bir topluluk kendilerini değiştirip başkalaşmadıkça Allah o toplumun bulunduğu durumu değiştirmez.”Rad.11

Bu ayeti kerimenin ifade ettiği anlamlar deryası, toplumsal değişimin; yükselmenin ve düşmenin ilerlemenin veya gerilemenin, izzet ya da zillet içinde olmanın en temel ve genel kuralını hakiki olarak belirler.

Bir toplumun ekonomik, sosyal, siyasi ya da kültürel değişimlerden geçmesi şüphesiz kısa vadeli ecellerde-sürelerde olmaz. Değişim ve dönüşüm önceki yüzyılda bir-iki, belki de üç nesilde gerçekleşse de, yaşadığımız yüzyılda değişim süresi sanki çok daha kısalmış gibi görünüyor. Yaşama hakim olan hız değişime de hakim oluyor galiba...

Zamanı sadece anın dar vaktine sıkıştırıp, geçmiş ve geleceğin bağından koparınca çok daha çabuk akıyor. Yaşadığımız bu zaman diliminde her türlü değişim ve dönüşüm çok hızlı seyrediyor. Bu hız başımızı döndürüyor, bizleri sersemletiyor.

Malik b. Nebi tarafından kavramsal çerçevesi çizilip tanımlanan ;”sömürülmeye uygun olmak” tabiri aslında yukarıda zikrettiğim ayeti kerimenin güzel bir tefsiridir. “Sömürülmeye elverişli olmak” tanımı yaşadığımız bu olumsuz durumda önce kendimizi gözden geçirmemiz gerektiğini anlatır. Dilimizde bulunan bir atasözü bu hali çok fasih bir ifadeyle açıklar. “Sen eşek olursan semer vuran çok olur.”

Bu yaptığımız giriş fazla uzun görülebilir. Yazıda konu edeceğim kitap Albert Memmi’nin “Sömürgecinin Portresi, Sömürgeleştirilen Portresi” isimli kitap. Telemak Yayınevinden çıkmış. Bu kitap aslında daha uzun bir giriş yapmayı hak ediyor. Kitabın hacminin yaklaşık üçte biri giriş yazılarına ve önsözlere ayrılmış. Beğenerek okuduğum ve çok önemli bulduğum bir kitap. A.Memmi, Tunuslu bir yazar ve filozof. Fransız sömürgeciliğini, iliklerine kadar yaşamış ve sömürgeleşen insanın psikolojisini de bizzat yaşayarak hissetmiş. Olayları dışarıdan gözlemlemiyor. Kitapta anlatılanlar için bir nevi Ayn-el yakin ve Hak-kel yakin bilgi denilebilir. Konuya ilişkin yazar şöyle diyor: ”Bu metindeki hiçbir şey uydurulmamış, varsayılmamıştır, hatta tesadüfi bir şekilde genelleştirilmiş de değildir. Her cümlenin ardında eşgüdümlü ve stilize edilmiş gerçek deneyim yatıyor.”sh.39

Sömürgecinin Portresi & Sömürgeleştirilenin PortresiKitap 1957’de ilk yayınlandığında sömürgecilik karşıtı hareketlerin başucu kitabı haline gelmiş, sömürgeciliğe karşı aktif mücadele eden örgütlerin ise ders kitabı olmuş. Kitap,bol ön sözlü bir kitap. Yayıncının yazmış olduğu önsözde işaret ettikleri ise oldukça önemli.

“Birçok fakültede ve siyah üniversitede okutulup yorumlanan kitap için Senegal’in şair cumhurbaşkanı şöyle diyor; ”Albert Memmi’nin kitabı sömürgecilik tarihçilerinin başvurmak zorunda kalacakları bir belge olacaktır.”

Afrika Kültür Cemiyeti Başkanı ise kitap için şöyle diyecektir: “Bu portreyi sömürgeci psikolojisi üzerine bilinen eserlerin en iyisi kabul ediyoruz”.

Bu kitabı değerli kılan şüphesiz kitabın içeriği ve Memmi’nin verdiği bilgilerdir. Ancak kitaba değer katan bir başka unsur J.P. Sartre’ın kitaba yazdığın önsözdür. Ülkesinin, sömürgeci milli politikalarına karşı çıkan az sayıda entellektüelden biri olan Sartre kitap için şöyle diyor: “Bu kitapta her şey söylendi.”

Kitabın 1961 baskısına yayımcının yazmış olduğu “yayımcının notu”  bölümünde bir cümle oldukça dikkat çekici... Çünkü bu cümle aynı zamanda zülüm ve sömürüye karşı çıkarken yapılan eylemlerin yanı sıra, hareketin düşünsel bir arka planın niçin olması gerektiğine, eylemin kültürel derinliğinin hayati önemine de işaret etmekte.

Paris’te yayınlanan büyük bir haftalık gazete korkuyla şunu yazmıştı: “sömürgeleştirilen halkların liderleri filozof değil eylem adamı olduğu için şanslıyız.”

Fransız Gazetesindeki bu cümle; zulme ve sömürüye karşı çıkan hareketlerin başarıları  ya da başarısızlıklarında önemli bir etkene dikkat çekmekte. Düşünce adamları ve entellektüeller ile , eylem adamlarının birlikte hareket edebilmesi…

Yaşadığımız ülkede de görüleceği gibi gösteri ve eylem adamları , ilim ve düşünce adamlarını “ işin edebiyatını yapmakla” suçlarlar. Düşünce adamları ise gösteri ve eylem adamlarını genellikle cahillik ve köylülükle suçlar ve bu suçlamalar karşılıklı devam edip gider.

Bizim cenahta yazar-çizer, edebiyatçı, kanaat önderi ağabeyleri hiçbir etkinlikte, gösteride, protestoda göremeyiz. Ancak bu durum sol cenahta tamamen farklıdır. Yürüyüş kortejinin başında meşhur yazar, şair, edebiyatçı ya da sinema sanatçısını bizzat görebilirsiniz.

Yıllar önce okuduğum Naomi Klein‘ın “Şok Doktrini” isimli kitabında emperyalist işgalin; savaş ve işkenceyle işgal bölgesindeki halkı “ insanlıktan çıkarmasından” söz eder. İnsanlıktan çıkarılan halkın ise her türlü etkiye maruz hale gediğini anlatır. Afganistan, Irak, Libya, ve Suriye’de yapılanlar Ebu Garip hapishanesinde yapılan işkenceleri burada hatırlamak gerekiyor. Bir bölge insanını insanlıktan çıkarmak ne demektir? Ne yapılırsa o bölge insanı insanlıktan çıkartılır? Benzeri bir yorumu Sartre yazdığı ön sözde, Memmi ise kitabında vurgular.

“Ezenler kötülükleri zor yoluyla üretir ve korur. Bu kötülükler de onların gözünde, ezilenleri kaderlerine layık olmak için benzemeleri gereken hale gittikçe daha çok benzetir. Sömürgeci, sömürgeleştirilenin insanlıktan çıkarılması çabasını sistematik olarak sürdürür.”sh.49.

“Terör ve sömürü insanlıktan çıkarır ve sömürücü, sömürüsünü daha ileri götürmek için bu insanlıktan çıkarma yolunu seçer.”

 Burada ilginç bir nokta daha var. Hem sömürgecinin hem de sömürgeleştirilenlerin arasından seçilen temsilcinin muhafazakar olmasına dikkat edilmesidir. Çünkü Muhafazakar zihin sorgulamaz, sadece emirlere itaat eder.

“Yöneticiler muhafazakarlardan seçilir vasatlıklarının farkında olan bu gaspçı seçkinler ayrıcalıklarını nasıl sağlar? Yalnızca bir şekilde: kendilerini yüceltmek için sömürgeleştirileni alçaltmak, yerlilerden insanlık  ünvanını esirgemek ve onları yalnızca yoksun olarak tanımlamak.”sh.48

“Her sömürgeci ulus, faşist eğilim tohumunu bünyesinde taşır.”

“Sömürge insanına en saçma suçlamalar yöneltilir…”

Bir doktor sömürge insanın nasıl nefes alacağını bilmediğini söyler. Bilgiç bir havayla ;”buradaki insanlar nasıl yürüyeceklerini bile bilmiyorlar...” der.

“Sömürgeleştirilenin değersizleştirilmesi, onunla ilgili olan her şeye yayılır.”sh.101.

“Kiliseyle (Katolik ya da Protestan)sömürgecilik arasındaki ilişkiler solcuların sandığından daha karmaşıktır. Kilise girişimleri destekleyerek,(sömürgecinin)vicdanına yardımcı olarak sömürgeleştirmenin-sömürgeleştirilen tarafından-kabul edilmesine katkıda bulunarak kolanyaliste çok yardımcı olmuştur, kuşkusuz… Ama bu kilise için yalnızca karlı ve tesadüfi bir ittifaktı... Sömürgecilik kiliseyi nasıl kullandıysa kilise de sömürgeciyi öyle kullandı”.sh.105

“Irkçılık önemsiz bir ayrıntı değil sömürgeciliğin özden gelen bir parçasıdır.”

Sömürgeciliğin zihni arka planında üstünlük duygusu olduğu ve bu üstünlüğün onlara kazandırdığı misyon birinci bölümde özellikle vurgulanır. Bu misyon, uygarlaştırma misyonudur. Geri kalmış toplumlara uygarlık götürmek...

Sömürgeci portrenin sömürü gerekçesi hala aynıdır. Günümüzde gerekçe,demokrasi götürmek, insan hakları, kadın hakları ve sair kelimeleri kullanmaya  evrilmiştir. Afganistan, Irak, Libya, Suriye’yi darmadağın ederek demokrasi ve uygarlık götürüyorlar.

Bu uygarlaştırma misyonu güya ezilenin yanında olan solda bile böyledir. Marx da geri-feodal toplumların tepeden inme uygarlaştırılmasını savunur.

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren emperyalistlerin yerli işbirlikçileri eliyle bu ülkede yaptıkları uygulamalar da aynıdır.

İngilizler kimi sömürgelerde İngiliz askeri valilerini görevlendirirken; kimi gizli sömürgelerde o milletin içinden çıkan yerli askeri valileri görevlendirmişlerdir. Tabi büyük kahraman ilan ederek…

Sol cenah da cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllardan itibaren zorla uygarlaştırma misyonunda Kemalizme destek vermiştir. 1930’lu yıllarda illegal TKP toplantılarında halkı zorla uygarlaştırma konusunda Kemalizm ile iş birliği yapmanın gerektiğini üyelerin çoğunluğu onaylamıştır. Merak eden Vedat Türkali’nin “Güven” isimli kitabına bakabilir. O günden bu yana sol cenah Kemalizm’den yakasını kurtaramamıştır. Solun bu iş birliği aslında uygarlaştırma misyonu konusunda düşüncelerinin ne olduğunu ortaya koymaktadır.

Baskı ve zorla, işkence ve insanlıktan çıkarmayla sömürge insanına yeni bir kimlik kazandırılır. Sömürülenin ne olduğu, kim olduğunu artık sömürgeci belirler. Sömürgeleştirilenin mitsel portresi çizilir.

-Tembeldirler, tembellik kurumsallaştırılır.

-Cahildirler.

-Tarihleri bile yoktur,( çünkü tarihleri yok edilir )ona öğretilen tarih artık kendi tarihi değildir.

-Kişiliksizleştirilirler, bir çoğunluk-genelleme  işaretiyle “onlar böyledir”, “onların hepsi aynıdır”, “hepsi tembeldir” denir.

ABD’nin Irak işgalinde bir tarihi şehri yerinden söküp götürmesi ve ilk önce müze ve kütüphaneleri yağmalaması günümüzün acı örneklerindendir. Bunlar tarihi, tarihsel hafızayı ve bilinci yok etmeye dönüktür.

Yazar ikinci bölümde sömürge insanın portresini çizer.

“Sömürge toplumu, iç dinamiklerin artık yeni yapılar yaratmayı başaramadığı hastalıklı bir toplum dur.”sh.125.

“Kuşak çatışmalarını çözemez.”

“Kaderinin efendisi olamayan, kendi yasalarını kendi yapamayan...”

“Sömürge toplumu artık kurumlarını derin ihtiyaçlarına uyarlayamaz.”

“Derin bir yoksunluk hissi.”sh.125.

“Sömürgeleştirilenin portresi çizilirken iki vurgu oldukça dikkat çekicidir. Bunlardan ilki , “kimi zaman bardak taşınca ani öfke nöbetlerine tutulmalarıdır. Kağıttan zincirlerini kırarlar ve politikacıların küçük hesaplarını altüst ederler. Bu dönemsel ve adil fırtınaları halk belleyip gururla hatırlar.”

Bu satırları okurken sistemin izni ve bilgisi ile kurulan Demokrat Partinin halkın öfke patlamasıyla iktidara gelmesi ve günümüzde hala gururla hatırlanması aklıma geldi.

İkincisi ise sığınak değerler başlığı altında incelenmiş: Bu başlıkta yazar geleneksel değerlere dönüşü anlatır. Ailenin, kollektif ve süreli bayramların hem birey hem de topluluk için sığınak değer olduğuna dikkat çeker. “Yalnızca bir yanını dini formalitenin oluşturduğu biçimsellik, sömürge toplumunun kendisini içine kapattığı ve sertleştirdiği bir kisttir.”

“Sömürge toplumunda ulusal yapılar olmadığı bulunmadığı ve kendisi için tarihsel bir gelecek düşünmediği için şimdiki zamanın edilgen yavaşlığıyla yetinmesi gerekir. Geçmişle irtibatı kesilen sömürge insanın geleceği planlaması da, inşa etmesi de yasaklanmıştır.”

Sömürgeleştirilenin kurumlarının yok edildiğini özellikle vurgular yazar. “Belleğini adım adım yitirir.”

Kitabın sonlarında yazar, sömürgeci uygulamalarla bir toplumun nasıl değişip sömürgecinin istediği hale geldiğini şu cümleleri anlatır.

“Sömürge insanın sömürgeciyi  taklit etmek için yaptığı her şey; (geriliğinin, zayıflığının, başkalarının hak ettiğini sonunda kabul ettiği) küçümsemeyi aşmak için gösterdiği inatçı çaba, hayranlıkla dolu itaat, sömürgeci ile uyum içinde olmak, onun gibi giyinme, onun gibi konuşma, tiklerine, kur yapma tarzına varana dek onun gibi davranma yönündeki ustalıklı kaygısı, sömürgeci efendilerin ikinci bir küçümsemesi ile karşılanır: alaya alınma...”sh.143.

Sömürgeleştirilen “Vücudu ve ruhu sakatlanmış bir halk…”haline getirilmiştir.

Sömürgeleştirilenin reddi ancak mutlak olabilir, yani yalnızca isyan değil isyanın da aşılmasıdır, yani devrimdir.”

Kitabı okurken neredeyse her sayfada kendi ülkemizi ve Müslüman halkımızı uygunlaştırabilmek için yapılanları, Cumhuriyet tarihini hatırladım. Irkçı, faşist uygulamalar, modernleştirmek için yapılan devrimler, tarihin çarpıtılarak yeniden yazılması, köksüzleştirme, kurumları ortadan kaldırma, batılı eğitim, resmi tarih anlayışı ve saire.

Önemli bir kitap, Memmi’nin kitabı…

“Bu kitapta her şey söylendi.”

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Muhammed | 15.01.2023 10:19
Allah razı olsun bilgi bilincimizi şuurumuzu bileyen bir çalışma olmuş böylesi tebliğ niteliğindeki çalışmalara ne kadarda ihtiyacımız var Allah düşünce ve eylem de önder şahsiyetlerimize yar ve yardımcı olsun Kasas 5 ve 6. Ayetleride beraber mütaala edilebilir herhalde Selamlar.