metrika yandex
  • $32.45
  • 34.8
  • GA18240

Sisteme Yaslanıp Sisteme Sövmek

FEYZULLAH AKDAĞ
12.12.2022

 

Mehmet Amca 50 yıldır kahvaltı salonu işletiyor…

Ayşe Teyze 60 yıldır simit pişiriyor…

Ali Dayı 1950 den beri bu işi yapıyor...

Sosyal medyanın tüketim söz konusu olduğunda özellikle de mide söz konusu olduğunda köklülük vurgusu yaptığına çok şahit oluyoruz. Köklü geçmişe vurgunun temel nedeninin de güven olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. İnsanlar, tüketim çağının en önemli faktörü olan midesini köklü geçmişe sahip olan ustalara emanet etmekte bir beis görmüyor. “Bunca yıldır iflas etmemişse gerçekten kalitelidir-lezzetlidir” diye düşünülüyor haliyle. Yani güvenebilmek için onlarca yıldır işini bir rutin haline getiren tecrübeli insanları ararız. Zira onlar bize güven ve kalite vadediyor iç dünyamızda. Bu gayet makul bir düşüncedir bana göre de.

Göç etmek isteyen gençlerimizin göçmek istediği ülkelere baktığımızda yine aynı durum karşımıza çıkıyor. Uzun yıllardır sistemi oturmuş, belli bir standardı olan, hükümetler değişse de politikaları hep aynı kalan ülkelere gitmek isteniyor. Sosyal Demokrasi Vakfı’nın (SODEV) 2020 yılında 15-25 yaş aralığındaki gençler üzerinde yaptığı Türkiye’nin Gençliği Araştırması verilerini göz önüne aldığımızda bunu net olarak görebiliyoruz. Araştırmada sorulan sorulardan birisi ve alınan cevap tam olarak şöyle: Gençlere “hayatınızın kalan kısmının tamamını Suudi Arabistan’da aylık 10.000 dolar kazanarak veya İsviçre’de aylık 5.000 dolar kazanarak geçirme imkânları olsaydı hangisini tercih edeceklerini sorduğumuzda, katılımcıların %72,2’nin İsviçre’yi tercih ettiğini görüyoruz. Bu arada araştırmaya katılan gençlerin %62,5’i imkânı olsa yurt dışına yerleşmek istediğini ifade ediyor.

Google’ın dünya çapında yaptığı başka bir araştırmada “en çok hangi ülkede yaşamak isterdiniz?” sorusuna verilen cevaplarda Kanada, Japonya, İspanya başta geliyor. Dikkat ederseniz arzulanan ilk üç ülke de monarşiye dayalı bir yönetim şekline sahipler. Yani günümüzde toz kondurulmayan demokrasi ve özgürlükle asla bağdaştırılmayan kraliyet/saltanat sistemiyle yönetilen ülkelerde yaşanmak isteniyor. Demek ki güven konusu tamamen demokrasi, özgürlük, ekonomi ile de açıklanamaz.

Gençlerin demokrasiye ters bile olsa, ifade özgürlüğü konusunda kalın çizgileri dahi olsa gitmeyi arzuladıkları ülkelerin en önemli ortak özelliği tarihten gelen bir karakterle üretmeyi seven ülkeler olmaları. Üretme meziyeti sayesinde standartlaşmış bir refah seviyesine ulaşan ülkeler güven veriyor insanlara. Örneğin Japonya Krallığı’nın İkinci Dünya Savaş’ından sonra bağımsızlığına ve egemenliğine aykırı kısıtlamalara maruz kalıyor olması ya da Kanada’nın binlerce kilometre ötedeki İngiliz Kraliçesi/Kralı tarafından atanan bir sömürge valisi tarafından yönetiliyor olması ülkesinde demokrasinin olmamasından yakınan gençler açısından sorun olmuyor. Tabi bu ülkelerin özellikle sosyal medya ve sinema sektörü aracılığıyla zihinlerde oluşturdukları pozitif imajı da bir yere not edelim.

Yani 60 yıldır simit üreten Ayşe Teyze ve Japonya’nın ortak özelliği üretimi gelenek/rutin haline getirmiş olmaları, ürettiklerinin tükettiklerinden fazla olmaları ve bu sayede belli bir yaşam standardı elde etmeleridir. Hal böyleyken bazı kusurlarını da (kraliyet, bağımsızlık vs) hoş görüyoruz.

Peki, aynayı biraz da kendimize tutalım "bizim rutin haline getirerek uzun süredir yaptığımız kaç işimiz ya da üretime yönelik kaç alışkanlığımız var. Sabah kahve içmeden ayılamamayı, sosyal medyaya girmeden yataktan çıkmamayı, tüketime yönelik tüm faaliyetlerimizin “story”sini atmayı ya da saatlerimizi online oyunlara harcamayı saymıyorum. Zira bunlar üretim değil tüketim alışkanlığıdır. Özelde gençlerimiz genelde ülkemiz insanının bireysel olarak ürettiği ile tükettiği arasındaki denge ne durumdadır sizce?

Vanlı Sevim Teyze’nin memleketlerini bırakıp göç edenlere yönelik ifade ettiği çok kıymetli sözlerini tam da bu noktada ifade etmek gerektiği düşünüyorum: Her çeşit meyvemiz sebzemiz var. Gidenler de buradan bize ceviz gönderin, hadi bize peynir gönderin, yağ gönderin, tarhana gönderin …. Beğenmediniz gittiniz bari orada oturup buradan bir şey istemeyin. İşimiz gücümüz koli göndermek”

İnsanların memleketlerini bırakıp daha iyi yaşam standartları için başka yerlere göç etmesine elbette saygı duyuyorum ve makul buluyorum. Ancak bu yazının tümünde dikkatini çekmek istediğim nokta Sevim Teyze gibi ürettiği tükettiğinden fazla olan insanlara ve devletlere sırtını dayamak isteyip neredeyse sıfır üretimle hep tüketime dayalı yaşadığı halde “çevrem tarafından anlaşılamıyorum, bu ülkede yaşanmaz, kahrolsun sistem” diyen gençlerin düştüğü hatayı gün yüzüne çıkarmaktır.

Tabi Mehmet Amca’nın, Ayşe Teyze’nin, Ali Dayı’nın, Sevim Teyze’nin, Kanada’nın ve Japonya’nın şimdiki seviyelerine gelene kadar yaşadıkları sıkıntıları görmezden gelmek sadece şuan ki üretimlerine tüketici olarak parazit olmaktan başka bir işe yaramaz. Oysa güven duyduğumuz tüm bu insanların ve devletlerin geçmişinde emek, çile, meşakkat, yetkinlik, girişimcilik, çaba, sabır ve sebat var. Katıldığı bir programda “19 yaşında siyaset konuşmak zoruma gidiyor. Benim bu yaşta gezip tozmam lazım” diyen gençlerin görmediği ve ya yüzleşmek istemediği hakikat buradadır. Sisteme yaslanıp sisteme sövmek en kolayı olsa gerek!

Ünlü Sosyolog Richard Sennett’in de dediği gibi “Sürdürülebilir rutinlerin ve alışkanlıkların olmadığı, anlık dürtüler ve kısa süren eylemlerle geçen bir hayat hayal etmek, gerçekten de akıldan yoksun bir hayat hayal etmektir.”

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş