Bu haftaki yazımı tamamen geçen gün katıldığım 12. İslam İktisadı ve Finansı Zirvesine ayırmayı düşünüyordum. Zirvenin tam ortasında hüzünlü bir haber düştü medyaya. Haber medyaya düşmüştü ama gerçekte bir kor ateş düşmüştü Ümmetin yüreğine. Hamas’ın yeni lideri, mücahitlerin yiğidi Komutan Yahya Sinvar terörist İsrail’le cephede çarpışırken şehit düşmüştü. İsmail Haniye’yi daha geçenlerde 31 Ağustos’ta şehit vermiştik. Yüreğimiz kor ateşle dağlandı yeniden.
O yüzden gündem farklılaşmış, bu haftaki yazımı Şehit komutan Yahya Sinvar’ı da içine alacak şekilde yazmaya karar vermiştim. Ancak gündem öyle hızlı değişiyordu ki ben yazımı yazmadan Deccalın ölüm haberi bir anda gündeme yeni bir umut olarak düştü. Umut diyorum çünkü bu temizlik güçlü Türkiye’nin ayak seslerine işaretti. Batının topyekûn hayalleri bu deccalın ölümü ile bitiyordu. Güçlerinin yettiği her türlü oyunu kurmuşlar, her defasında başarısızlığa uğramak zorunda kalmışlardı.
Zamanın deccalı olarak bilinen Fetullah Gülen Terör Örgütü’nün (FETÖ) başının nihayet onursuz bir şekilde öldüğü haberi gündemi kapladı. Artık yazılması gereken çok şey vardı. Gündem çeşitlenmişti. Bir yanda şehit komutan, diğer yanda asrın deccalı vardı.
Deccalın ölüm haberi beni en yakın 15 Temmuz darbe girişimine götürdü. O günlerde yazdığım günlüklerime bir bakma ihtiyacı hissettim. Farklı zamanlarda yazdıklarımı hesap etmezsem sadece o günlerle ilgili olarak bir kitap olacak kadar günlük yazmış olduğumu fark ettim. Bu tam tamına 333 sayfalık günlüklerden oluşan bir kitaptı. Hızlıca bir gözden geçirdim. Neler vardı neler. O günlüklerimi yayımlama düşüncem yeniden canlandı bu vesileyle. Heyecanlandım şimdi. Kim bilir Rabbim bir fırsat verirse o da olur inşallah.
Ümmetin bütün değerlerinin içini boşaltan, anlamsızlaştıran, laçka, şahsiyetsiz varlıklar üreten, her türlü ahlaksızlığı, haksızlığı, ihaneti sapkın inançları için mübah gören, genç dimağları melun fikirleri ile uyuşturup hipnotize eden haşhaşilerin modern yüzü deccal öldü.
Ancak deccalların bitmeyeceğini hatırlamamız gerekir. Çünkü gerçek “Mesihi Deccal” gelinceye kadar yer yüzüne bir rivayete göre 39, bir başka rivayete göre 40 müzeyyef deccal gelecektir. İnsanlığı doğru inançlarından koparabilmek için her türlü şeytani hilelerini ortaya koyacaklardır.
Ancak vatan haini, insanlığın yüz karası bu deccalların varlığı hakiki müminlerin çalışmalarını, Müslümanların birlik ve beraberliğini, Türkiye’nin onurlu ilerleyişini durduramayacaktır. Bu asil milletin ilerleyişini durdurmak isteyen nice farklı kisvelerde hainler geldi geçti. Şimdi hiçbirinin esamesi bile okunmuyor. En son bu deccalın FETÖ’sü vardı. O da aynı şekilde yok olup gidecek. Esameleri bile okunmaz hale gelecek. Ama kıyamete kadar sürecek onurlu ilerleyiş devam edecek, nice zaferler, nice fetihler gelecektir. Romanın fethine doğru yaklaştığımızın da bir işareti olduğu bilinmelidir. Çünkü Batı ellerindeki en sinsi ve en güçlü oyunu kaybetti, kendi kurdukları tuzağın içine doğru çekilmekteler…
Gelelim şimdi öncelikle 16 Ekim Çarşamba sabahına. Olacaklardan habersiz bir şekilde heyecanla 12. İslam İktisadı ve Finansı Zirvesi’ne doğru yola çıktım.
Sempozyum salonuna girdiğimde salon neredeyse tıklım tıklım doluydu. Uygun bir yere oturduktan sonra Zirvenin açılış konuşmaları başladı. İKAM’ın genç direktörü mütevazi ve çalışkan bir araştırmacı olan Dr. Melih Turan açılış konuşmasını yaptı. Arkasından diğer konuşmacılar birer birer söyleyeceklerini söylediler…
Maalesef günümüz kapitalist sistem insanı bile endüstriyel proje olarak görmektedir. Bu yüzden insanı layık olduğu değere yükseltmek için İslam iktisadının yaşamın bir parçası haline getirilmesi önem arz etmektedir. Çok büyük görevlerin olduğu unutulmamalıdır. Bunun gerçekleştirilmesi için de bir ekosistem oluşturulmalıdır. Global krizlere karşı alternatif finans sistemi olan Katılım sisteminin yaygınlaştırılması nasıl olacak? İster istemez herkesin kapitalistleştiği günümüzde sosyal adalet nasıl gerçekleştirilecek? Öncelikle yaratılış gayemizin farkına varılmalıdır. Bu farkındalık bizleri kapitalistleşen zihin yapısından, sekülerleşmiş kalpteki kirlerden arınmamıza yardımcı olacaktır.
Katılım sahasında yapılan çalışmaların son derece mütevazi olması bizi ümitsizliğe düşürmemelidir. Ülkemizde son yıllarda yapılan çalışmaların oldukça kayda değer çalışmalar olduğu bilinmelidir. Bunları göz ardı etmemek gerekir. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Katılım ekonomisi ve finansına verdiği destek bile konunun ehemmiyetinin kavranması için yeterlidir. Konjektürel realitenin varlığı göz ardı edilmeden kurumlarımızı cezbedecek farklı projelere olanaklar verilmesi gerekir. Finansal teknolojiler, beşerî sermayenin (ben buna değerlerin demek istiyorum) önemi ihmal edilmemelidir. Her ne kadar çalışmalar mütevazi olsa da Türkiye’nin bu sahadaki geleceği umut vadetmektedir.
Elbette ki, faizle uğraşmanın kolay olmadığını biliyoruz. Bir bakıma bütün dünyayı karşımıza almak olarak görülmesi gerekir. Çünkü faizle mücadele demek insanlığın varoluşu ile mücadele eden bir uğraşı anlamına gelmektedir. Bu işte kapitalist sistemi karşımıza almak vardır. Bu işte dünya sömürü sistemini karşımıza almak vardır. Bu işte kısacası bütün modern firavunları, zalimleri karşımıza almak vardır.
Ancak bilinmesi gereken bir gerçek vardır ki o da bu sistemin kendi kendini yok edeceği gerçeğidir. Bu hakikatten kaçış yok. O yüzden bizlerin hazırlıklı olması gerekir. Sistem yıkıldığı zaman yerine idame edilebilecek bir sistemin hazırda beklemesi gerekir. Her açıdan alternatif olma fonksiyonumuzu hazır tutmamız gerekir. Sistem kendi içinde tutarsızlıklar içerisinde zaten. Daha fazla bu kapitalist sistemin devam etmesi mümkün görülmüyor. Borçluluk, eşitsizlik, kaynakların belirli zümreye aktarımı, asli fonksiyonundan uzaklaştırılmış olması yeterde artar bile.
Borç esasına dayalı kredi sistemi bir başka olgu. Dolayısı ile bu sistemin daha fazla sürmesi mümkün görünmüyor. Bu gerçek 2008 ve benzeri krizlerle kendini gösterdi. Dünyada iflas eden bu kurumların yükü halkın vergileriyle telafi edilmeye çalışıldı. Bunu da devletler araya girerek yaptı. Batan bankaları, finans kurumlarını devletler kurtardı. Kapitalist seçkin zümreye olan bir şey yok. Olan yine halka, garibana olmaktadır.
Geleceğin adil dünyasını inşa edecek olanlar gençler, ümidimiz yeni nesilde. İşte bu yeni nesil çalışarak insanlığı kurtaracak. Bütün değerlerimizle, kalbimizle, ruhumuzla şeriatın öngördüğüne uyarak (Shariah Compliant) gerçekleştirilebilecek bir durum. Haram olmayacak, haksızlık olmayacak, Allah’ın CC rızası aranacak. Dolayısı ile şeriat uyumlu olmak (Shariah Compliant) öyle kolay bir iş değildir.
Aslolan bu sahada bilgi üretmektir. Faizsiz ve risk paylaşımı esasına dayalı katılım ekonomisini akademide nereye oturtacağımız önem arz etmektedir. Kamuda işi çözüme kavuşturmak kolaydır elbet. Kanun çıkartırsın, emir verirsin, imkanları sunarsın öyle ya da böyle uygulanır. Ancak işin ilmi boyutu önemli, sahiplenmek önemli, meselenin künhüne vakıf olmak önemli. Bu sahada nasıl ve hangi seviyede bilim üretilebiliyor? Üretilen bilim ne kadar akademianın ihtiyacını karşılıyor?
Zirve oldukça verimli geçti. Birbirinden değerli yerel ve uluslararası konuşmaları dinledik. Ödül hak eden arkadaşlarımız ödüllerini aldılar. Hepsini ayrı ayrı tebrik ediyorum. Çoktandır görmediğim arkadaşları görme fırsatım oldu şükürler olsun.
Birçok sorular var elbet sorulması gereken, birçok konu var tartışılması gereken. Gün olur hepsini sorar, her konuyu tartışma imkânımız olur temennisiyle yüreğimizi parçalayan şehidimize gelelim.
Günün üzücü bir haberi düşmüştü sosyal medyaya o gün. Hamas lideri, mücahitlerin temsilcisi Yahya Sinvar terörist İsrail’le çarpışırken şehit düştü. Geçen 31 Ağustos 2024’te bir önceki lider İsmail Haniye şehit edilmiş, yerine Yahya Sinvar seçilmişti. Elbette bu savaş Filistin özgür olana dek sürecek. Şehitlerin ölmeyeceğini Allah’ın ayeti ile biliyoruz: “Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz.”.[i] O yüzden dünyaya geliş amacını bilen, o minvalde yaşayan Allah aşıkları, dünyaya bel bağlamayan, kalben ve aklen verdikleri söze sadık olanlar zaten ölmezler. Ölenler farkındalığını kaybetmiş, kalben ve aklen dünyevileşmiş olanlardır. Oysa hakikatin peşinde olanlar asla ölmezler Yunus Emre’nin dediği gibi “ölen hayvan imiş aşıklar ölmez”.
1962 yılında Gazze Şeridi'nin güneyinde yer alan Han Yunus Mülteci Kampı'nda dünyaya gelen, 22 yıl İsrail hapishanelerinde kalan Yahya Sinvar ömrünü mücadele içinde geçirdi. Şehit olarak ölmek istediğini belirten Yahya Sinvar "Beyaz bayrak kaldırmamızı mı bekliyorlar? Biz savaşacağız. Düşmanın bana en güzel hediyesi beni öldürmek olur. Sıradan bir ölümden ziyade şehit olmak istiyorum" demişti. Sonunda Allah CC isteğini kendisine verdi ve 62 yaşında cephede düşmanla çatışırken şehit düştü.
Şehit komutan Yahya Sinvar’ın vasiyeti hayli düşündürücü olduğu için burada paylaşmak istedim. Birlikte tekrar okuyalım alabildiğimiz kadar ders almaya çalışalım. Dualarımıza Allah CC yolunda şehit olmayı da eklemeyi unutmalalım…
“Ben, gurbeti geçici bir vatana, hayali ise sonsuz bir mücadeleye dönüştüren mülteci çocuğu Yahya. Bu satırları yazarken, hayatımda geçen her anı hatırlıyorum: çocukluğumun dar sokaklarını, uzun hapis yıllarını ve bu topraklarda dökülen her damla kanı düşünüyor; hatırlıyorum.
1962 yılında, Filistin’in yırtık bir hafıza ve siyasetçilerin masalarında unutulmuş haritalardan ibaret olduğu bir dönemde, Han Yunus Mülteci Kampı’nda doğdum. Hayatını ateş ve küller arasında örmüş bir adamım ve işgal altında yaşamanın sadece sürekli bir hapishane anlamına geldiğini erken yaşta fark ettim. Çocukluğumdan beri biliyordum ki, bu topraklarda hayat sıradan değildir. Burada doğan, kalbinde kırılmaz bir silah taşımalı ve özgürlüğe giden yolun uzun olduğunu anlamalı, bilmelidir.
Vasiyetim buradan başlıyor, işgale karşı ilk taşı atan o çocuktan öğrendim ki o taşlar, dünyaya yaralarımız karşısında sessiz kalanlara karşı söylediğimiz ilk sözlerdir. Gazze’nin sokaklarında öğrendim ki insan, yaşıyla değil, vatanı uğruna yaptığı fedakarlıkla ölçülür. Hayatım da böyle geçti: hapishaneler, savaşlar, acı ve umutla dolu bir hayat…
1988 yılında ilk kez hapse girdim ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldım, ancak korku nedir bilmedim. O karanlık hücrelerde, her duvarda uzak bir ufka açılan bir pencere ve her demir parmaklıkta özgürlük yolunu aydınlatan bir ışık gördüm. Hapishanede sabrın sadece bir erdem değil, acımasız bir silah olduğunu öğrendim, denizi damla damla içmek gibi.
Vasiyetim şudur: Hapishanelerden korkmayın, onlar sadece özgürlüğe giden uzun yolumuzun bir parçasıdır. Hapishane bana özgürlüğün sadece çalınmış bir hak olmadığını, acıdan doğan ve sabırla şekillenen bir fikir olduğunu öğretti. 2011’de “Vefa-ül Ahrar” anlaşmasıyla serbest bırakıldığımda, artık eskisi gibi değildim; inancım güçlendi ve yaptığımız şeyin sadece geçici bir mücadele değil, son damlamıza kadar taşıyacağımız bir kader olduğunu anladım.
Vasiyetim şudur ki: Silaha, pazarlık konusu olmayan onurunuza ve ölmeyen hayalinize sımsıkı sarılın. Düşman, bizi direnişi bırakmaya, davamızı sonu gelmeyen bir müzakereye dönüştürmeye zorluyor. Ancak size diyorum ki: Haklarınız üzerinde pazarlık yapmayın. Direniş sadece taşıdığımız bir silah değil, her nefeste Filistin’e olan sevgimizdir; kuşatma ve saldırıya rağmen var olma irademizdir.
Vasiyetim şudur: Şehitlerin kanına sadık kalın, bize bu dikenli yolu bırakanlar, onlar kanlarıyla bize özgürlük yolunu açtılar, siyasetin hesaplarında ve diplomatik oyunlarda bu fedakarlıkları boşa harcamayın. Biz, öncekilerin başlattığını tamamlamak için buradayız ve ne pahasına olursa olsun bu yoldan sapmayacağız. Gazze, her zaman direnişin başkenti ve Filistin’in hiç durmadan atan kalbi olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
2017 yılında Hamas’ın Gazze’deki liderliğini devraldığımda, bu sadece bir iktidar geçişi değil, taşla başlayıp tüfekle devam eden bir direnişin sürekliliğiydi. Her gün halkımın çektiği sıkıntıları hissediyordum ve özgürlüğe doğru attığımız her adımın bir bedeli olduğunu biliyordum. Ancak size şunu söylüyorum: Teslim olmanın bedeli çok daha büyüktür. Bu yüzden toprağınıza, köklerin toprağa sımsıkı sarıldığı gibi sarılın, çünkü yaşamaya karar vermiş bir halkı hiçbir rüzgâr söküp atamaz.
Aksa Tufanı mücadelesinde, bir grup ya da hareketin lideri değildim; özgürleşmeyi hayal eden her Filistinlinin sesi oldum. Direnişin sadece bir tercih değil, bir görev olduğuna inanıyordum. Bu mücadelenin Filistin direnişinin kitabında yeni bir sayfa olmasını, hiziplerin, gurupların birleşmesini ve herkesin düşmana karşı tek bir saf oluşturarak ayakta durmasını istedim. Düşman, hiçbir zaman bir çocukla bir yaşlı arasında ya da bir taşla bir ağaç arasında ayrım yapmadı.
Bıraktığım şey ferdi bir miras değil, özgürlüğü hayal eden her Filistinli için, omzunda şehit çocuğunu taşıyan her anne için, hain bir kurşunla katledilen kızını acıyla yitiren her baba için ortak bir mirastır.
Son vasiyetim şudur: Direnişin boşuna olmadığını, sadece atılan bir kurşun değil, onur ve şerefle yaşadığımız bir hayat olduğunu her zaman hatırlayın. Hapis ve kuşatma bana mücadelenin uzun ve yolun zor olduğunu öğretti. Ama aynı zamanda teslim olmayı reddeden halkların kendi elleriyle mucizeler yarattığını da öğrendim. Dünyadan adalet beklemeyin, çünkü ben nasıl dünyanın acımız karşısında sessiz kaldığına şahit olduysam siz de olacaksınız. Adaleti beklemeyin, adalet siz olun. Filistin hayalini kalbinizde taşıyın ve her yaradan bir silah, her gözyaşından bir umut kaynağı edinin.
Bu benim vasiyetimdir: Silahlarınızı bırakmayın, taşlarınızı atmayın, şehitlerinizi unutmayın ve hakkınız olan hayalden vazgeçmeyin. Biz burada, toprağımızda, kalbimizde ve çocuklarımızın geleceğinde kalacağız.
Size vasiyetim:
Ölümüme kadar aşkla bağlı olduğum Filistin’e, asla eğilmeyen bir dağ gibi omzumda taşıdığım hayale sahip çıkın. Eğer düşersem, benimle düşmeyin; düşürmediğim bayrağı taşıyın ve kanımı bir köprü yaparak, küllerimizden daha güçlü doğacak nesiller için yol açın. Unutmayın ki vatan, anlatılan bir hikâye değil, yaşanan bir gerçektir ve bu topraktan doğan her şehitle birlikte binlerce direnişçi daha doğar.
Eğer tufan döner ve ben aranızda olmazsam, bilin ki özgürlük dalgalarının ilk damlası bendim ve yolunuzu tamamladığınızı görmek için yaşadım. Düşmanınızın boğazında bir diken, asla geri çekilmeyen bir tufan olun ve dünya, hak sahibi olduğumuzu ve haber bültenlerinde sadece birer rakam olmadığımızı kabul edene kadar durmayın.”
Mekânı cennet olsun. Komutan şehit olsa da yerine nice komutanların bu ulvi makama erişebilmek, şehit olabilmek için sırada beklediği bilinmelidir. Her yeni doğan bir Filistinli, her yeni doğan bir Müslüman zaten asker doğar. Ölmek için hazırdır. Yüce Yaratanına verdiği sözü tutmak için beklemektedir.
İnanıyorum ki zafer yakındır. Şehitlerin olması zaferin işaretidir. Türkiye bu zaferin gerçekleşmesinde büyük rol alacaktır. Katil İsrail örgütü rüyasını gördüğü “arzı mev’ud” hayali içinde boğulacak, en büyük tokadı da bizden yiyecek Allah’ın izni ile.
Vesselam,
Prof. Dr. Saim Kayadibi
Marmara Üniversitesi İslam Ekonomisi ve Finansı Enstitüsü (MÜİSEF)
[i] Kur’an, Bakara Suresi: 2:154.
ABD Seçiminin Tarafları | Hamza Er
07.11.2024
DİN VE DEVRİM / Muharrem BALCI
14.10.2024
Direnişin Cesur Lideri Şehid Oldu..
18.10.2024
Tarih böyle alçaklık görmedi
16.10.2024
Söz mü Eylem mi.. Nereye? CAVİT OKUR 20.10.2024