metrika yandex
  • $32.74
  • 34.87
  • GA19020

İnsan Din İlişkisi (Samimi Olma gereği)

MUSTAFA YILDIZ
02.02.2021

İslam dinini kabül eden/etmiş kişi, kişiler;mensubu olduğu dinin yazılı metinlerini de kabül etmiş olurlar.Zira din, dinler mensuplarına bazı ahlaki kurallar ile değişmez bazı normları da öğütlerler.Yani, bir dine mensup olmak demek;”Ben kural çiğneyen, kafasına göre takılan, kendi kurallarını kendi belirleyen başıboş bırakılmış biri değilim”, “Beni de terbiye eden, biyolojik ve ruhsal yapıma (Fıtrat) en uygun bir sistemi öğütleyen aşkın değerlerim var.” demek ister.Bir yönüyle kişi;bana emanet verilen tüm varlığımı, bana gönderilen kullanma klavuzuna uygun davranışlarda kullanacağıma dair Rab’biyle zımmen süresiz bir akitleşme/ahitleşme yapar.
 
Bu ahitleşme Kelime-i Şehadet’le yani “La İlâhe İllallâh” ile başlar.Arapça bir tabir olduğu için, mealini bilenler bu girişe başlangıç yapmak için tercih yapacakları zaman, iyice düşünür, araştırır ve verdiği sözde bulunabileceklerine inandıktan sonra kararlarını verirler.Çünkü:La:Yoktur.İlâhe:İlâh.İllallâh:Allâh’tan başka.Demektir. (İlâh:Kural koyan, rızıklandıran, tapınılan, kulluk edilen, gönülden bağlanılıp kendisine sığınılan yüce varlık) anlamlarına gelmektedir ki, O’da Allah’tır.Diyerek söz verdiklerini ikrar ve ifşa ederler.Dolayısıyla kelime-i şehadeti getiren kişi, “Ben Allâh’tan başka İlâh tanımam/tanımıyorum.” diye Râb’bine söz vermiş olurlar.
 
Daha sade ve anlaşılır bir lisanla söylemek gerekirse şayet;”İslâm dinine mensubum” diyen kişi farkında olmasa bile, aslında zımmen “Benim sosyal hayatımı dizayn eden, düzenleyen, davranış biçimlerimi yönlendiren, ahlaki kurallarımı belirleyen, özetle;özgürlüğümün sınırlarını çizen/tanzim eden bir dinin mensubuyum” demiş olur ki, “Artık bu saatten sonra aklıma geleni yaparım, istediğimi söylerim, kural tanımam çiğnerim gibi keyfi davranışlarda bulunmam/bulunamam, bulunmamalıyım diye hem kendime ve hem de Râb’bime söz verdim.” demiş olur.
 
Zira, İslâm dini önerdiği bütün kurallarda ya bireysel ya da toplumsal yararlar gözetir.Mesela;Gıybet yapma der.(Gıybet:Kişinin arkasından duyunca hoşlanmadığı şeyler) Buna dikkat edilmesini kim istemez ki.Yalan söyleme der.Herkesin şikayet ettiği toplumsal bir yara değil mi? kendisine karşı dürüst olunmasını kim istemez ki? Haksızlık yapmayın, fakiri koruyun, yetimi/kimsesizi kollayın, anne-babayı üzmeyin, adaletli olun, yalan söylemeyin vs. gibi tavsiyelerin hangisi insanlık için yanlış veya luzumsuz ki.İşte;İslâm dinini kabül ediyorum diyen kişi, bütün bunlara riayet edeceğime dair söz verdim/veriyorum demiş olur.
 
İşte bu güzellikler müslüman topluluklarda hep birlikte işlendiğinde/yerine getirildiğinde güzelliği daha iyi görülmüş olur.Yoksa konuşunca bu ilkeleri karşınızdakinden ister/talep eder de kendinizi muaf tutarsanız şayet, elbette bu davranışlar hiç şüphesiz onaylanmaz ve kabül edilir de bulunmazlar.Zira,”Kendin için istediğini kardeşin için istemedikçe kâmil manada mü’min olunmaz” diyen peygamber,(a.s.) toplumun topyekün aynı duygularla toplumsal fayda ve yarar üzerine bina edilmiş davranışlar sergilemeleri gerektiğini önerirken, kişinin inandıklarında samimi olması gerektiğini de hassaten belirtir. Yoksa,”Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı” durumu söz konusu olur ki, bu da kendi içinde tutarlı olmadığı gibi, aksine insanlar bu samimiyetsizlikler karşısında çok da duyarlıdırlar.Zaten bu tür tavır ve davranış sergilemenin kimseye bir yararı zaten olmuyor, olmaz da.
 
“Din nasihattır” diye bir deyim vardır.Türkçe karşılığı da;”Din nasihattır.” diye tercüme edilir.Oysa, din kelimesi de nasihat kelimesi de zaten arapça kökenlidir.Din:”Allâh’ın peygamberleri (Eiçileri) vasıtasıyla akıl sahiplerine gönderdiği, dünya ve ahiretin saadet yollarını gösteren ilâhi kanunlardır.” Nasihat ise:”Samimiyet” demektir.Yani, Din nasihattır demek! ”İnandığında (Dinde) samimi olmak” demektir.Samimiyetin ölçüsü de, inandığı aşkın değerleri hayatına uygulaması ve bunun göstergeleri olan bir takım ibadet ve ritüelleri üzerinde göstermesi/gösterebilmesi şeklinde olur.Çünkü, din sadece anlatılarak ifa edilmez, bilakis yaşayarak örneklik sunularak çevreye de bir nevi sergilenerek gösterilir.Böyle olmazsa şayet, bu sefer din sadece konuşmakdan ibaret kalmış olur.Yani, din;insan nezdinde ete kemiğe bürünen somut birşey değil de, atmosferde dalgalanan soyut bir kavram olarak kalır.
 
Müslümanlar inandıkları dini yaşayarak görünür kılmadıkları/kılamadıkları için, son yıllarda adeta ideoloji şekline dönüşen, kendilerince de bazı veriler ileri sürerek kimilerinin de ikna olduğu/olabildiği bazı yeni düşünceler fazlaca mensubu olmadığı halde sürekli gündeme gelmiş/getirilmiştir.Özellikle din hakkındaki merdiven altı, yanlış ve eksik bilgilerin de dolaşıma sokulmasıyla özellikle gençler arasında yaygınlaşan, maalesef yanlış bazı fikirlerin oluşmaya başladığını söyleyebiliriz.Moda haline gelen/gelmiş bu düşünceler özellikle gençler tarafından benimsenmeye, kabül görmeye başladı.”Allâh var kabül, ama Allâh işimize karışmasın.” şeklinde formüle ettiğimiz bu görüşler kimi yetkililer arasında bile alenen bir tehlike olarak görülerek konuşulur hale geltir.
 
Anadolu insanının manevi değerlere karşı gösterdikleri hassasiyet ve önem bazı siyasiler tarafından bilindiğinden, bu camiadan da tepki almamak ve onlara sevimli görünmek adına “Allâh var, ama işimize karışmasın” şeklinde sloganlaştırılan bu dinsel anlayışı körükleyerek, bu ortamın gençler arasında yaygınlaşmasına bilinçli olarak zemin hazırlıyorlar.Bu durum toplum içinde, İslâm dinini yaşantı olarak ancak biz temsil ederiz/ediyoruz diyen/diyebilen, samimiyetsiz, ikiyüzlü ve kişilik/şahsiyet olarak güven vermeyen tipler üremeye başladı.
 
Birileri tarafından bilinçli olarak pompalanan, insan nefsinin de kolayına geldiği için taraftar bulan/bulabilen, şüphe üzerine bina edilmiş olan bu düşünce yapısı, üzülerek söylemeliyiz ki gençler arasında varlığını sürdürmeyi devam ettiriyor.Toplumsal barışı tesis etme, nesiller arası düşünsel mesafenin açılmaması adına yetkililerin bu tür zararlı oluşumlara karşı önlem alması adına, sağlıklı bilgi ve doğru düzlemde verilmiş/verilecek eğitimle zamanı geçmeden önlemini bir an önce almalıdırlar.
 
Yarınların mirasçıları, toplumun da sosyal ve siyasal yapı taşlarını oluşturmada yegane malzemeler olan/olacak bu gençler, kendinden öncekilere beddua eden nesiller olarak değil, dua eden nesiller olmaları için yetiştirilmelidir.Yıllarca süren, binbir emekle yetiştirilen gençliğin bu hale gelmesi, en azından toplum içinde onlara bu gözle ve kuşkuyla bakılması şüphesiz oldukça düşündürücüdür.Kanaatimizce bir gencin yetişmesinde iktidarlara tanınan/tanınmış fısatları kullanırken kendilerine verilen/verilmiş süreler de pek tabii az bir zaman da değil.İnşaallâh ihmal edilmiş bir neslin müsebbibi bizler olmayız.
 
Mustafa YILDIZ/ANKARA

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş