toprağa düşen çekirdeğin yaşam mücadelesini bilirsiniz.
içindeki hareket
önce kabuğunu çatlatır sonra filizlenir, toprağın içine kök sallarken,
anbean yukarıya doğru yükselir .
günler sonra toprak üzerinde ilk taze gövdesini görürüz.
dikkat ettiniz mi dost,?
o ara her şeyin bir zamanı olur.
beklemek gerek işte. zamanı gelince olacak olan olacaktır.
sizin bu işi dışarıdan hızlandıralım müdahalesi çok zaman zarar verir.
kurutursunuz bitkiyi.. yani bitki içerden kendi gücüyle kırmalı kabuğunu
inanın insan eğitimi ve dindarlaşma dediğimiz değişim ve dönüşüm de
toprağa düşen tohum gibidir.
sözün ve davranışın güzelini ortaya koyunca
nasibi olan alacaktır alacağını.
toprağa düşen tohumun yağmurdan ve güneşten nasibi neyse, benzeri işte, o'kadar..
çabuk olsun, kaliteli olsun , sayıca çok olsun telaşı bilesin ki:
sanki 'rabbani' bir istek değil gibi..
hiç bir zaman çok olmayacağız bunu bilelim.
diğer yandan insanın kalbindeki etkileşim ve değişim
hızlı olan işlerden değil zaman alıyor işte.
adamın kalitesine gelince;
tohum misali nüvesinde saklıdır. o ayrı bi hikaye!
ilgilendiğimiz yakın, uzak insanda ki değişimin uzun sürmesi ve birde kaliteli olmayınca ,
telaşa veriyor ve kurtarıcılığa soyunuyoruz, böylesi bir görevi üstlenince
din allah'ın dini iken
kendimizi dinin sahibi zan ediyor ve hırçınlaşıyoruz.!
bakın hele şu adamlara;
dillerinde ayet ve hadis varken ‘’salladıkları parmaklar’’ varya!
herhalde anlatıyor ne demek istediğimi,
çok azı müstesna inanmadı işte,
'bir avuç' adamdılar! , bilmez misiniz? nehirden geçerken "kana kana su" içmeyen …
öyledir bu ...Allahın "yasası" desek olur.
yani, aza razı olacağını söylüyor Allah.!
Allah öyle diyor; ne denir ki..
"çok azı müstesna…"
öyleyken hızlandırmak veya sayısını çoğaltmak veya
insan kalitesi elimizde olduğunu zannetmek
sanki tanrıcılık oyununa çeviriyoruz işimizi..
insana ulaşmak
ve ‘anlaşılır olma’ derdiyle değil,
‘terbiye’ etmekle meşgul oluyoruz.
onun içinde hiç eksik olmuyor elimizde kırbacımız ve pamuklu şekerimiz..!
kurtaracağız ya.!
halbuki aziz olan resule ilk uyarılardan biriydi:
"sen sadece bir uyarıcısın’’
zor konu biliyorum dost !sabır anca beceriyorum..
" dinin" muhatabı olmuş her bir kişi
yaşı kaç olursa olsun toprağın içinde ki çekirdek misalidir.
varsa içinde bir hikayesi birgün kırıp kabuğunu çıkacaktır, o an bilinmez ki…
o ara bize düşen sözün ve davranışın en güzelini yapmaya devam etmektir,
muhabbetle ve sabırla …
çekirdeğini kendinin kırmasına müsade etmekten bahsediyorum..
elimizde bir levyele
kafasına kafasına vurarak kabuğunu kırmaya çalışmak değil .
dost dışardan kırılan kabuk filizlenmez, toprağa kök salmaz, kurur valla onu derim!
sonra
çocuklara bakın lütfen.
ebeveynlerin elinde kabuğu kırılmış çekirdek misali duruyorlar.
müsade etmiyoruz işte zamanı gelince
kendileri bir gün kendi kabuklarını kırsınlar ve filizlenip boy atsınlar..
çocuklarımız iyi ve dindar olsun,okusun ve başarılı olsun diye
şekeri ve kırbacı elimizde tutarken bitmeyen müdahaleler ediyoruz.
habire kol burkuyoruz ki kabuğunu bir an önce kırsın .
o ara içinde ki olana ne zararlar verdiğimizi ah bir bilsek!
onun içindir belki, kimbilir;
dinin en temel değerleri olan namaza ve tesettüre mesafeli duran!
‘’babamı sevmiyorum’’ diyen gençler var ortalıkta.
sahi, sevilmeyince baba olan
söyleyin Allah aşkına !
gencin
babanın tuttuğu takıma(!) dahi mesafe koyacağını bilmiyor muyuz?
ah dilim dönse de anlatabilsem..!
hadi mustafa tuna'yı hatırlayalım bir daha :
"biz iyi anneler ve iyi babalar!
o tüm tanrısal sezgilerle kurarız geleceği.
tiksinç bir tuzak kurmak için tanrıyla karşı karşıya geliriz.
şimdi çocuğumu ve karımı ya da kocamı planlıyorum ey tanrı!
biraz sevgi ve yoktan sezgilerim yeterli."
meczup söylendi:
….
ama
ne dediğini
duyan çok azdı!
sahi ne dedi meczup?
duyan var mı?