Küresel Deli Dumrul Düzeni: Para İmparatorluğu-1
Banknottan Sanal Paraya Emeğin ve Üretimin Ölümü
Mehmet Yaşar Soyalan
Giriş: “Para”nın Bir Bütün Olarak Mülkü Değersizleştirmesi
Bir mamul madde olarak kâğıt olma işlevi dışında bir özelliğe sahip olmayan ve bu çerçevede bir değere ve takas imkânına bulunan banknotu diğer diğer kağıtlardan farklı kılan şey onu üretenin ona farklı bir anlam ve misyon yüklemesi ile ilgilidir. Banknotun bir uzantısı olarak “değerli kâğıt” tanımlaması da yeni mübadele araçları oluşturma gayretlerinin bir devamı niteliğindedir. Tüm bu tanımlama ve isimlendirmeler sömürünün küresel bir hal alması ve yeni bir değerler hiyerarşisi inşa etme arzusu ile yakından ilgilidir. Doğası gereği kendisine özgü bir işlevi ve değeri olan her çeşidi ile her bir mal ve emtianın, yani bir bütün olarak mülkün (mal-emek -üretim vs.) ederinin, maddi değerinin, bir kâğıt parçası ve bu kâğıt parçasının üzerindeki rakamlarla karşılanması zaten en başında mülkü değersizleştirmekte veya en azından değerini aşındırmaktadır. Örneğin bir kamyon hububatın veya bir o kadar mamul maddenin üreticisinin/ satıcısının eline bunların karşılığı olarak üzerinde bol sıfırlı rakamların yazıldığı bir kâğıt parçası tutuşturmak ve o kişiyi bu kağıt parçasına ikna etmek, hatta o kişinin sevincinde bu kağıt parçasını öpüp başına koyması eşi görülmemiş bir illüzyon olsa gerektir.
Benim banknot paraların sıradan bir kâğıttan hiçbir farkı olmadığını aynelyakin olarak kavramam 1990 yılının Ağustos ayının son günlerine denk gelir. Ağustos ayının sonuna doğru yaz talimi geçirmek için memleketim olan Antakya’ya gitmiştim. Alışık olmadığım bir şekilde Kuveyt Dinarlarının Antakya sokaklarında saçılı olduğunu gördüm. Önceleri bu paraların oyuncak/çakma paralar olduğunu sandım. O günlerde çiklet ve şekerlemeler içinden bu tür çakma paralar çıkardı; bunları da o kâğıtlardan bazılarıdır diye düşündüm. Ama çok geçmeden işin aslını öğrendim: Bunlar gerçek Kuveyt paralarıymış ve birileri tarafından sokaklara saçılmışlar ve kimse de merak edip onları toplamamış. Çünkü sokaklara saçıldığı zaman bu paraların, para olarak bir değeri bulunmuyormuş.
Bu paralar çalışmak için Kuveyt’e giden ancak işgal başlayınca zorunlu dönüş yapmak durumunda kalan kişiler tarafından sokaklara saçılmışlar. Antakya sokaklarında şahit olduğum bir manzara ile net bir şekilde öğrendim ki, adına para deseler de kâğıt, kâğıttır. Aynı şekilde altın altındır. Buğday buğdaydır, petrol petroldür. O görüntüler zihnimde hala çakılı olarak duruyor: Dünyanın en değerli paralarından biri kabul edilen Kuveyt dinarının kullanılmış kâğıt peçeteler gibi sokaklarda insanların ayakları altında oradan oraya savruluyor olması, üstelik de insanların bu paralarla ilgilenmeyerek ona kullanılmış kâğıt peçete muamelesi yapması “banknot” ve “mübadele” konusunu yeniden düşünmeme neden oldu.
Bilindiği gibi Saddam Hüseyin, 2 Ağustos 1990 günü Kuveyt’i işgal ederek cari alan para birimini (Kuveyt Dinarı) tedavülden kaldırmış, insanların elindeki paraların herhangi bir geçerliliğinin ve karşılığının olmadığını ilan etmişti. Böylece Kuveyt, Irak devletinin bir ili haline gelmiş ve bu “il”de de Irak para birimi (Irak Dinarı) kullanılmaya başlanmıştı. Antakya, Alevi’siyle, Sünni’siyle neredeyse nüfusunun yüzde yetmişi Arapça konuşan bir ilimizdi. Şehrin bu özelliği dolayısıyla her iki kesimden de çok sayıda insan çalışmak için Kuveyt’e giderdi. Şimdi savaş nedeniyle hepsi memleketlerine dönmüşlerdi. İşgalden önce paralarını ellerinden çıkaranlar şanslıydı, çıkaramayanlar artık ceplerinde sıradan bir kâğıt taşıyorlardı. Kuveyt Dinarının tedavülden kaldırılmasıyla ceplerindeki paralar açık bir şekilde çöpe dönüşmüştü. Çünkü resmi kurumlar dâhil hiçbir yerde bu paraları başka bir paraya çevirmeleri veya onunla herhangi bir şey satın almaları imkânsız hale gelmişti. Yaşadıkları şok onları ilginç tepkiler vermeye itmişti. Bu tepkilerden biri de ceplerinde sıradan bir kâğıda, bir çöpe dönüşen bu paraları sokaklara saçmak olmuştu.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği şu günlerde de “para”nın bir mübadele aracı olarak, işlevsiz hale geldiği, emeği değerini/ederini karşılamadığı, üretimi buharlaştırdığı, toplumları fakirleştirip infiale yol açtığı bir kez daha ayan beyan ortaya çıktı. Bu süreçte akaryakıt fiyatlarından tahıl fiyatlarına kadar ilgili ilgisiz her bir emtia akıl almaz bir şekilde yükseldi ve özellikle de Türkiye gibi savaştan doğrudan etkilenen pek çok ülkenin paraları pula dönüştü. İlgili ilgisiz malların bu kadar pahalanması, yerel paralardaki bu değer kaybını bazı malları elde etmedeki zorluklarla izah etmek mümkün değildir. Özellikle hububat ve gıda cenneti olan Türkiye için bu gerekçenin hiçbir maddi karşılığı bulunmamaktadır. Bu durum doğrudan doğruya psikolojik algı operasyonları toplumsal manipülasyonlarla doğrudan ilgilidir. Bu bir manipülasyon ve algı operasyonu olsa, yöneticilerin beceriksizliği de bu işe tuz biber ekse de sonuçta başta göç olmak üzere toplum olarak (özellikle de toplumun fakir kesimi olarak) pek çok bireysel ve toplumsal travmalarla da karşı karşıya kaldık. “Para imparatorluğunun bu uyuşturucu ve çürütücü egemenliği, insanoğlunun fırsatçı yanını tetikleyerek, sanırım onu “biraz da ben öleyim” noktasına getirdi. İçindeki kazanma hırsı, bu yolun gerçekten insanlığı ölüme, tükenişe ve yok oluşa götürdüğünü görmesini engelledi. Gelinen noktada bu egemenlik altında “para”nın araçları durumundaki bazı sektörler (paranın taşeronluğunu yapan bankacılık, ticaret sektörü ve uluslararası tröstler gibi) dışındaki emek ve üretim özellikli her kesimi uyuşturup kısırlaştırdı. Kripto paralar ise bu savrulma, çürüme ve değersizleştirmeyi yeni bir evreye taşıdılar.
Zaten Amerika kıtasının altın ve gümüşüne el koyan Avrupa’nın kabaran iştahı, Osmanlı’nın toplum olarak çözülmesinin ve çöküşünün en belirgin sebeplerinden biriydi. Bu Aydınlanmış Batı iştahı, Osmanlı içindeki gayrimüslim kesimi taşeron olarak kullanıp (onları hem uluslararası tacirler hem de distribütörler ve bir ölçüde de ekonomik ajanlar olarak örgütleyerek) Osmanlının bereketli topraklarını Avrupa’nın gıda ve sanayi hammaddesi ambarı haline getirdiler. Böylece yüz yıllık bir süreçte hem Osmanlı köylüsünün tarım alışkanlığını, kazanma ve harcama kültürünü bozdular, ürün yelpazesini değiştirdiler hem de bir süreç içerisinde Müslüman tebayı (özellikle geçimini tarım yaparak sağlayanları) gayrimüslim tacirlere, onların altın ve paralarına, yani Avrupa’nın iştahına ve insafına bağımlı hale getirdiler. Yaşadıkları süreç bir madde bağımlısının yaşadığından çok da farklı değildi. Bu durum aynı zamanda Osmanlı köylüsü ile Babiali’nin arasının açılmasına, dolayısıyla toplumun devlete olan güveninin sarsılmasına da neden oldu; çünkü devlet onları Batılı tacirlere ve onların yerli işbirlikçilerine karşı koruyamamıştı.
Devam Edecek..
Not: Bu makale Yetkin Düşümce Dergisinin 18. Sayısında (Nisan Mayıs Haziran 2022) yayınlanmıştır.
Faruk Sevim'le Derkenar..
19.09.2023
Fatma Akdokur'la Derkenar...
14.09.2023
Ayhan Bilgen'le Derkenar..
06.09.2023
Mehmet Yavuz Ay ile Derkenar..
26.08.2023
Muharrem Balcı ile Derkenar...
09.09.2023
Ufuk Uras'la Derkenar..
01.09.2023
6-7 Eylül / Mülteciler | Recep Karagöz
07.09.2023
IRAK NOTLARI (VII) / Harun AYKAÇ
25.09.2020
Bir 12 Eylül Okuması YUSUF YAVUZYILMAZ 16.09.2023
Zamların Anatomisi - IV. Bölüm MUHSİN GANİOĞLU 16.09.2023
Varoluşsal İdrake Yabancılaşmak ATASOY MÜFTÜOĞLU 17.09.2023
Zamların Anatomisi - I.Bölüm MUHSİN GANİOĞLU 25.08.2023
Bir 12 Eylül Okuması YUSUF YAVUZYILMAZ 16.09.2023
Muhafazakârlık ve Başkaldırı TALİP ÖZÇELİK 05.09.2023