metrika yandex
  • $32.65
  • 35.29
  • GA17640

Kasa Her Zaman Kazanır

CYRANO DE BERGERAC
04.03.2023

            Erdoğan’ın Fazilet Partisinden ayrılması Milli Görüş içinde varolan ama gün yüzüne çıkarılmayan Yenilikçiler-Gelenekçiler ayrışmasının bir neticesiydi.

            Kitle Erbakan’a büyük bir saygı duyuyor ama geleceğin lideri olarak gördüğü Erdoğan’ı da seviyordu.

            Bu ayrışma Türkiye’de son yirmi yılın siyasetine damga vuracak olan AK Partinin kurulmasıyla sonuçlandı.

            Fazilet Partisinin kapatılması ile birlikte Milli Görüş, geleneğini Saadet Partisi ile sürdürdü. Adalet ve Kalkınma Partisi ise Milli Görüş düşüncesini terk ettiğini, muhafazakar demokrat bir çerçevede siyaset yapacağını açıkladı. Bu çizgi başlangıçta, Özal’ın denediği ve başarılı olduğu liberal diyebileceğimiz bir çizgiydi.

            Saadet Partisinde kalan belli bir yaşın üzerindeki Milli Görüşçülerin bile kalbinde hala Erdoğan sevgisi vardı. SP Genel Merkezi ve hatiplerinin AK Parti ve Erdoğan’a yönelik sert üslupları bile bu partililer tarafından kolaylıkla tevil ediliyordu.

            Hala oylarını Saadet Partisine veriyor ancak Erbakan vefat ederse Erdoğan’a oy vereceklerini söylemekten de çekinmiyorlardı.

            Onlara göre Erbakan, Erdoğan’ı Kemalistlere yem etmemek için bu kadar sert bir üslup kullanıyor, Kemalistlerin bile kullanamayacağı ifadelerle ona saldırıyordu.

Nitekim birkaç gün önce Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan da bu minvalde bir açıklama yaptı.

            Bana göre ise böyle bir durum hiç olmadı. Erbakan ihanete uğradığını düşünüyor ve bu ihanet sebebiyle büyük bir öfke ve kızgınlık taşıyordu. Sözlerinin sertliğinin sebebi buydu.

            Erbakan-Erdoğan ayrılığının üzerinden 22 yıldan fazla zaman geçti. Siyaset köprüsünün altından çok sular aktı. Saadet Partisi düşük oy oranına rağmen Başkanlık Sisteminin bir sonucu olarak koalisyon güçleri içinde kritik bir role sahip.

            Erbakan ve Erdoğan arasındaki bu ayrışmayı ve devamında yaşanan süreci hatırlamama sebep olan şey ise Meral Akşener’in altılı masayı dağıtan sözleri oldu.

            Meral Akşener’le Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki gerginlik gizli saklı bir durum değildi elbette. Ama bu şiddette bir kopuş beklenmiyordu. Sonuçta altılı masayı bir araya getiren politik görüş kazan-kazan formülüydü. Pasta dağıtımında anlaşıldığı sürece masa içinde mutlaka bir çözüm bulunacaktı.

            İşin enteresan tarafı bundan birkaç ay önce son seçimlerde Akşener’in partisine oy veren kulağı delik bir arkadaşım, Akşener’in son anda masadan kalkacağını ve Erdoğan’a seçimi kazandıracağını söyledi.

            Ona güldüm ve bu kuyruk-evlat acısıyla bunun mümkün olmadığını söyledim. O da bana güldü ve tepeleri işaret ederek ‘Öyle istiyorlar’ dedi.

            Özellikle kendini ait hissettiği gurubun oy tercihlerine dikkat çekerek, ‘Bizimkiler yanılmaz, çok siyasi oy kullanır’ diye de ekledi.

            Akşener’in kıvraklığıyla ilgili bir problemim yoktu tabi! Defalarca test edilmiş ve onaylanmış bir esneme kabiliyeti vardı Akşener’in! Ama Akşener için bile bu kadarı fazla gibi geliyordu.

            Nihayetinde arkadaşımın dediği gibi oldu ve Akşener masayı dağıttı. En azından söylediklerinin ilk bölümü gerçekleşti. Devamında ne olacağını yaşayarak göreceğiz.

            Ama benim kalbim hala mutmain değil. Şüphelerim giderilmediği gibi giderek arttı.

Kendi tabanı ‘Asena Meral’ sloganlarıyla ülkücü bir kadının nasıl olduğunu Türkiye’ye gösterdiğiyle filan tatmin olmuş olabilir. Böylece belki biraz 28 Şubat’ın ezikliğini de -varsa tabi- atmış olurlar üzerlerinden!

            Benim gibilerse bu çıkışın kimin işine yaradığını, ne anlama geldiğini düşünmekle meşgul.

            Meral Akşener’in bu çıkışıyla beklenildiği gibi altılı masa oy kaybeder mi? Bana kalırsa bu mümkün görünmüyor.

            Altılı masayı ortaya çıkaran ortak irade Erdoğan’a karşı duyulan kimi şahsi kimi ideolojik nefrete dayanıyor. 2019 seçimlerinden önce solcu bir arkadaşım parmağıyla boğazına vurarak ‘Yirmi beş yıldır gırtlağımızdan bir lokma geçmedi!’ demişti. ‘Ortada kocaman bir pasta var ama biz yıllardır parmağımızı bile banamıyoruz.’ Yerel yönetim seçimleri için kurulan bu cümleler merkezi yönetim seçimleri için de hayli hayli geçerli.

            Meselenin bir hak-hukuk-adalet meselesi olduğunu düşünenler yazının bundan sonraki kısmını okuyarak vakit harcamasınlar.

            Soruya yeniden dönelim. Akşener’in bu hamlesi ile altılı masa oy kaybeder mi? Masanın yedinci ortağı olarak masa etrafında dolaşan HDP, İYİ Partinin ayrılmasıyla birlikte doğrudan veya dolaylı olarak masaya dahil oldu.

            İYİ Partiden hazzetmeyen Kürt seçmen artık içlerine sinecek biçimde ortak aday etrafında birleşecek ve oyunu kullanacak.

            Bu haliyle seçimin ikinci tura kalacağı da kesinleşti. Adaylardan birinin Erdoğan olacağı da kesin. İkinci isim ise Türkiye’de alışkın olduğumuz olağanüstü bir durum olmazsa Kılıçdaroğlu olacak.                   

            Aslında hepimiz biliyoruz ki aday Kılıçdaroğlu değil de başka birisi olsa da muhalefet o aday etrafında toplanacak. Birinci turda herkesin kendi adayına oy vermesi meselesi ikinci turda bir ayrışmaya dönüşmeyecek. Paylaşılacak pastanın büyüklüğü yanında seçmenlerin benzerliği bunu kaçınılmaz kılıyor.

            Üstelik HDP ve İYİ Parti cephesinden bakıldığında her iki partide seçmeninin gözünde rakibine posta koymuş durumda. HDP’li seçmen altılı masadaki ülkücülere mesafesini defalarca deklare etti, İYİ Parti seçmeni ise partisinin altılı masada HDP’ye nasıl karşı çıktığını anlatmakla meşgul.

            Kaderin bir cilvesi olarak son kertede aynı kişiye oy veriyor olmak her iki parti seçmeni açısından ötekinin sorunu olarak görülecek. Parti politikasındaki tutarlılık ve ideolojik tatmin tesis edildikten sonra ortak düşmana karşı yürütülecek mücadele daha da tahkim edilmiş olacak.

            Bu açıdan bakıldığında Meral Akşener’in masayı dağıtması altılı masanın oyunu azaltmadığı gibi artıracak. Muhalefetin adayı ikinci tura hem oylarını artırarak hem de seçmenini daha da konsolide ederek girecek.

            CHP ve İYİ Parti arasındaki bu ayrılık partililer arasındaki geçişkenlik dikkate alındığında da sağlıklı görünmüyor.

            Her iki partinin de seçmen kitlesi siyam ikizleri gibi birbirine benziyor. Bu benzerlik o dereceye ulaşıyor ki, bir İYİ Parti İl Başkanını aynı ilin CHP İl Başkanlığına atasanız ne Genel Merkezler düzeyinde ne de İl bazında herhangi bir tepki oluşturmaz. Aynı şekilde CHP İl Başkanını İYİ Parti İl Başkanı yaptığınızda da durum değişmez. İdeolojik anlamda birbirine çok yakın iki kitleden bahsediyoruz.

            Esasen ülkücülüğün Kemalist bir ideoloji olduğunu bildiğinizde bu durum şaşırtıcı da değil! Her iki partide birbiriyle eşdeğer düzeyde milliyetçi ve Kemalist. 12 Eylül gibi istisnai dönemlerde bu kitlelerin birbirlerini öldürmesi onları kan düşmanı değil kan kardeşi yapar sadece!

            Dolayısıyla düşünsel anlamda da ortaklaşmış iki kitlenin küçük bir politik anlaşmazlık sebebiyle kopacağını düşünmek çok gerçekçi görünmüyor.

            Başa dönersek bana göre Akşener’in bu çıkışı seçimi Erdoğan’a kazandırmak için yapılmış bir hamleden çok Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi için yapılmış bir hamle gibi duruyor.

            Seçim sonuçlandığında ise neticeye göre tevil edilebilecek bir hamle Akşener’in çıkışı. Erbakan, Erdoğan’ı Kemalistlere yem etmemek için... diye başlayan eski teviller yerini yeni tevillere bırakacak. Ve bu tevillerin şeklini seçimin sonucu belirleyecek.

            Etrafımdaki AK Partililerin ‘Dağıldılar, bu iş bitti’ yorumlarını ise hayretle izliyorum.

            Kumarda bir söz vardır: ‘Her zaman kasa kazanır’ diye. Siyaset içinde bu söz geçerli.

            Erdoğan mı kazanır, Kılıçdaroğlu mu? Tahmin etmek güç. Ama kim kazanırsa kazansın değişmeyen bir kural olduğunu biliyoruz: Her zaman kasa kazanır.

 

Cyrano de Bergerac

04.03.2023

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş