Kader mevzuu üzerinde tartışmanın olduğu bir zemini işaret eder. Tartışmanın en önemli nedenleri ise kalkış noktasının farklılığından neşet etmesidir. Özgürlük üzerinden ele alınan kader meselesi doğal olarak ontolojik olarak ele alınan kader meselesinden farklılık arz edecektir. Meseleyi doğru anlamak için kader mevzuunu da çok katmanlı ve çok anlamlı bir zemin üzerinden değerlendirmeye almak ve ona göre anlamaya çabalamak elzem hale gelmiştir.
Hayatın çok katmanlı yapısı ile anlamın çok katmanlı yapısı her zaman bir sorun alanı olarak düşüncenin önünde durmaktadır. Ama bu çok katmanlılığı anlamadan meselelere doğru bir yaklaşım geliştirmekte mümkün görünmemektedir. Ayrıca çok katmanlı yapı beraberinde hiyerarşik bir yapıyı işaret eder. Burada çok katmanlı olmak bir anlam karmaşasına neden olacak düzlemi işaret etmez! Bilakis, çok katmanlı hayatın anlamını doğru kavramak adına çok katmanlı bir anlam ve hiyerarşik yapı doğru okumayı sağlamak adına önemli bir ayrıcalık sunar. Mutlak eşitlik üzerinden bir anlam ve doğru inşa etmek neredeyse imkânsızdır. Çünkü o zaman anlamın birbirini bütünleyen boyutunu devre dışı tutarak her anlamı eşit zemin üzerinde anlamlandırdığınızda eşit anlamların anlamsızlığı meydana gelir.
Kader meselesini de bu çok katmanlı bir yapı ve çok katmanlı bir anlam ile hiyerarşik yapısı içinde anlamaya yönelmek geçmişte oluşan tartışma alanlarının da dışına çıkmaya zemin oluşturabilir.
Sözlükte ‘gücü yetmek; planlamak, ölçü ile yapmak, bir şeyin şeklini ve niteliğini belirlemek, kıymetini bilmek; rızkını daraltmak (ya da genişletmek)’ gibi manalara gelen kader, ‘Allah’ın bütün nesne ve olayları ezeli ilmiyle bilip belirlemesi’ diye tarif edilir. Hükmetmek; muhkem ve sağlam yapmak; emretmek, yerine getirmek’ anlamlarındaki kaza ise ‘ Allah’ın nesne ve olaylara ilişkin ezeli planını gerçekleştirmesi’ şeklinde tanımlanır. ( İslam Ansiklopedisi/kader maddesi)
Kader meselesini ontolojik zemini içinde tanımlamak için yukarıda verdiğimiz anlam katmanları açıklayıcı bir zemini işaret eder. Yaratılış, süreci, oluş ve olma hali ile varlığın idamesini de içinde bütün aşamalardaki ‘ilahi faaliyeti’ görmek kaderin neliği konusunda bize önemli bir anlam katmanı sunacaktır. Bu noktada kader ulûhiyetin varlık ile kuşatıcı bir ilişkisinin dışa vurumu olarak insan tarafından idrak edilmesine yönelik bir belirginliği işaret eder. İlim ve İrade sıfatı yanında Kudret sıfatının da ulûhiyet bağlamında kader ile bağını ayrıca düşündüğümüzde kaderin tekabül ettiği alanı idrak etmek daha da kolaylaşacaktır. ‘Bir yaprağın bile O’nun izni olmadan düşmemesi’ olgusunu bu zemin üzerinden anlamlandırabiliriz. Yani varlıkta olup biten her şeyin tam bir kuşatıcılıkla gerçekleşmesinin tek bir faili vardır anlamının kader olarak öne çıktığı zemindir. Kadir olan Allah kudreti ile Kaderi takdir eder ve uygular. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız zemin kader kavramının ontolojik zemini ile ilgilidir.
Ontoloji ile epistemoloji ayrımını ve bunun düşünce mekaniğine yönelik etkisini kavramadan yukarıda izah edilen meselenin özgürlük ile bağını tartışmanın bir karşılığı olmayacaktır. Kader kavramının alt anlam katmanları içinde farklı anlam katmanları olacaktır. Örneğin, vahyin ifade ettiği varlığın koşulsuz yönelimi ile insanın iradi yönelimi arasındaki anlam farkını kavramak elzemdir. Epistemik zeminde ise kavram anlam katmanlarına göre bir değişim gösterir. İşte yaratılmış varlıkların bütünü açısından kader ile varlığın her katmanı açısından farkı da kader mevzuunu doğru anlamak adına önemli bir açılım sağlar.
Ontoloji, varlık alanı ile ilgili olduğu için kendi iç bünyesinde kesinliği işaret eder. Varlık, var olmaklığı bakımından kesinlik ifade eden bir bakışı keskinleştirir. Var olmanın bütün biçimleri, var olmaklığı bakımından kesindir. Bu köpek dediğimizde bir kesinliği işaret ediyoruz. Bu var olma biçimlerinin bütünü açısından doğru bir bakıştır.
Epistemoloji ise, bilgi ile ilişkili ve bilginin farklı formlarına göre sürekli bir değişim içinde olduğu içindir ki bilgi, belirli bir zemin için ancak bir kesinlik gösterir. Farklı zemin ve zamanlarda farklılıklar göstereceği için bilgi kesinlik parametresi içinde tanımlamak mümkün görünmemektedir. Varlık, sabitliği, bilgi ise değişimi işaret eder.
İnsanın sorumluluğu bağlamında kader ise insanın yapıp ettiklerinin karşılığını alacağı zemin olarak işaret edilir. Kişiye kazandığından başkası yoktur. Buradaki kazanma ise kişinin iradi olarak yaptığı iyilikler ve kötülüklerin toplamı üzerinden elde edeceği gelecektir. Hayvanların kaderi, yaşadıkları sürece kendilerine verili olan yaratılışlarının gereğini yerine getirmeleridir. Yaptıklarının karşılığında ise sadece bu dünyada bir karşılık bulacaklardır. Ama insan, yaptıkları yüzünden hem bu dünyada ve hem de öbür dünyada/ahirette bir karşılık alacaktır.
Hiçbir zerrenin ilahi iradeden ve kudretten bağımsız var olma imtiyazının olmaması, ontolojik zeminde mutlak bir doğruyu işaret eder. Allah yeri ve göğü kuşatmıştır, ilkesi bunu açık bir şekilde gösterir. Allah’ın yerin, göğün ve içindekilerinin nuru olduğunu beyan eden vahiy, her iş, oluş ve olayın ilahi takdir üzere gerçekleştiğini açıkça beyan eder. O’ndan bağımsız bir alan ve birim olmadığı için her şeyi bilen, belirleyen ve takdir eden de O’dur. İnsana bir özgürlük alanı verilmesi, insanın kendi iktidar alanını oluşturması, irade beyanında bulunması, takdir gücü elde etmesi, bilgisi ile tasarım yapabilmesi de bu takdir üzere oluşu da kaderidir…
Takdir; bir şeyin mahiyet ve niteliklerinin yanı sıra var oluş zamanı ve mekânını belirlemektir. Takdir bu anlamı ile kader ile eş anlamlı olup onun yerine kullanıla biliniyor.
Allah, her şeyi amacına uygun bir şekilde yaratmış, tabiatını belirleyip hedefine doğru yöneltmiştir. ( A’la Suresi: 87/2- 3) Allah’ın aya ve güneşe menziller koyması, insanların yaratılışını, rızıklarını, yaşayacakları zaman dilimini, ölüm vakitlerini tayin etmiştir. Birçok surede benzer ayetler geçmektedir. (örnek Vakıa 56/60) Varlığın üzerine bina edildiği her yasanın sahibi de Allah’tır. Vahiy bize bolca örnekler üzerinden konuyu aktarır…
Kader mevzuunun en temel tartışma alanı, her şeyi bilen ve yapan Allah ise mutlak anlamda o zaman insan niye sorumlu tutulmaktadır. Bu yaklaşım biçimi ontoloji ile epistemoloji arasındaki ayrımı kavramamaktan kaynaklanmaktadır. İnsana irade bahşedilmesi, onun iradi tavır sergilemesi zaten onu sorumlu kılmaktadır. Elbette ki bu iradi tavrı ontolojik zeminde kendine ait bir güce istinat edilemez, bilakis, ilahi kudretin kendisine sağladığı bir zeminden hareketle bunu gerçekleştirir. Meseleyi özetle belirginleştirecek olan ise; insanın sorumlu bir varlık olarak imtihan edilmesi de onun kaderidir. Bu kader ona irade verilmesini, gücünü ve aklını kullanarak bilgi ile eyleme geçmesine zemin oluşturmaktadır. Bu yüzden hesaba çekilecektir.
Mukadder kavramının takdir ve kader ile ilişkisi bütünlük ilişkisi bağlamında ele alınmalıdır. İnsan ile Allah arasındaki irtibatın temellendirilmesi bağlamında vahiy bazen ontolojik zemini dikkate alır. Ve her şeyi Allah’a nispet ederek açıklar. Bazen de epistemik unsuru dikkate alır. Ve kişinin başına gelenin yaptığı şey yüzünden olduğu vurgulanır. Bu noktada da Allah insan ilişkisinde de çok katmanlı bir ilişki ve anlam dünyası vardır. Örneğin; iyilik yaptığınız her zeminde Allah yaptı demenin önerildiği, insanın mütevazı kişiliğine yapılan vurguda belirginleşir. Ancak kötülük yapıldığında ise bunu insana has kılarak onun yaptığı vurgulanır ve sonucun kendi yaptıklarının bir bedeli olduğu belirtilir.
Kader, takdir ve mukadder olanın yegâne belirleyicisi olan Allah, insana sorumluluk sahibi olacağı bir alan tayin ederek onun davranışlarının kendi sorumluluğunda olduğunu beyan eder. Bu çerçeve içinde insanın Allah ile ilişkisini ona samimi bir yönelme ve kendisini imtihana tabi kıldığında ise namaz ve sabır üzere oluş ile iyiye doğru yönelimini garanti altına alma/mukadder kılma arayışını sürdürmelidir. Her iyiliğin Allah’tan olduğuna yönelik vurgu ile her kötülüğün insana mahsus oluşuna yapılan vurgu, Allah’ın kötülüğe asla değer vermediğini, insana tanınan özelliği sayesinde insan müdahalesi sonucu oluşan bir durum olduğunu işaret eder.
Tabii ki iyi ve kötü kavramlarının ancak insan söz konusu olduğu zaman anlamlı olacağını belirlemek temel bir yaklaşımı içerir. Allah ‘Mahza Hayr’dır denirken kastedilen şeyi doğru anlamak şarttır. Tam bu noktada insan ile ilgisi bağlamında kötülük ve karşılığı adalet kavramının tecellisi açısından ele alınmalıdır. Bu durumun kendisi de insana yapılan bir iyiliğin tezahürüdür. Eğer insan ruhu sonsuz bir karaktere sahipse, yaptığı kötülüklerin tam karşılığını ödemese sürekli bir vicdan yarası olacaktır ve hiçbir zaman tam olarak mutlu olamayacaktır. İnsan çoğu kez yaptığı bir hatanın bedelini ödediğinde rahatlar, sakinleşir. Bu da insan psikolojisinin kurucu özelliğidir. Her kavramın, özlem, sevgi, hasret, acı, merhamet ve benzeri kavramların ulûhiyet ile beşeriyet arasındaki korelâsyonunu doğru anlamadan anlamına vakıf olunamaz!
İnsan, kendi kaderini yazarken, bu yazma esnasında ilahi kaderin bir izdüşümü olarak gerçekleştiğini bilmenin derin idraki ile sürekli bir hamd/şükür üzere oluşunu mukadder kılar. Buradaki takdir, kulun şükür hali üzere sabitkadem oluşunun ödüllendirilmesidir. Yani kader mevzuu bizim/insanın özgürlük alanını ortadan kaldırmaz! Bilakis ona özgürlük alanını bahşeder. Bu yüzden meseleyi doğru anlamak ve ona göre tavır geliştirmek elzem hale gelmiştir.
Modern düşüncenin ürettiği özgürlük kavramının mutlak anlamının yaşamda bir karşılığı yoktur. İnsan, çepeçevre şartlar tarafından kuşatılmıştır. Neredeyse hiçbir şeyi kendisinin belirleyemediği bir gerçeklik düzleminde mutlak bir özgürlüğü savunmak sadece yanıltıcı ve insanı kahredici bir noktaya sürüklemekten öte bir işe yaramayacaktır. İnsana mahsus kılınan özgür alanda tercihlerden dolayı hesaba çekilecek olan insan, karşılaştığı şeylerden değil, karşı karşıya kaldığı durumlara yönelik verdiği tepkiden hesaba çekilecektir. Bu yüzden insan, kendi sorumluluğunu arka plana atarak kendini kurtarma arayışına girmemelidir.
Mukadder olanın bir süreç içinde işlevselleştiğini de dikkate almayı öğrenmeliyiz. İman ve küfür üzere bir hayatı sürdürmek insanın tercihlerinin ardı ardına bir sürekliliği sürdürmesi ile ilişkili ve ilintilidir. Fıtratına uygun, samimiyetini muhafaza eden, hep olumsal olmayı ve iyilik yapmayı önceleyen bir kul iman üzere yaşamını sürdürmeyi mukadder kılarak varlığının anlamını tezahür ettirerek kurtuluşunu garanti altına alır. Ama küçük hataları süreklileştiren, büyük hatalara kapı aralayan, tövbe etmeyi unutan ve büyük günahları da süreklileştirerek kalbini karartan biri de hüsrana uğramayı mukadder kılmıştır. Sonucun ilahi bilgide var olması, kişinin tercihlerini değişime uğratan bir özelliğe sahip değildir. Bu konuda da bilgi ile eylem arasındaki bağ ve etkileşim yeniden düşünülmeyi hak eder.
Meseleleri salt kavramsal düzlemde ele aldığımızda, kader, takdir ve mukadder olanın her varlık zemininde kendine has bir biçimi ile tezahür ettiğini söylemek mümkün olur. İlahi kudretin tecellisi bağlamında ele alınmalı, olup biten her şeyin ilahi kudret üzere gerçekleştiğini bilerek salt Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sığınmalı ve O’na kulluk etmeyi kendine şiar edinmeli ki kurtuluşa ermeyi başaracak bir takdire muhatap olsun…
Tarihte kader konusunda oluşan tartışmaların farklı epistemelerin üretimi olan düşüncelerin İslam düşüncesi ile karşılaştığı zeminde oluşmuştur. Tepkisel bir cevap üretme çabaları, sürekli bir tartışmayı da beraberinde taşımıştır. Kader mevzuu, mevcut bakışı değiştirerek ele alındığında sanıldığının ötesinde rahatlıkla idrak edilebilecek bir zemine sahiptir. İnsan yeter ki öğrenmeye açık bir yapı üzerinden meseleyi ele alabilecek bir basireti kuşansın…
Ebu Ubeyde: Nasrallah'ın yasını tutuyoruz
28.09.2024
HİZBULLAH'IN FİLİSTİN SINAVI | HAZIM KORAL
28.09.2024
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024