Bazı çevreler İslamcılığın sekülerleşme sürecini hızlandırdığını iddia etmektedir. Bu iddialar kimi zaman yabancı kalemler tarafından dile getirilirken kimi zamansa Müslüman düşünürler hatta bazı İslamcılar tarafından da ifade edilmektedir. İslamcılık ve sekülerleşme kavramları, herkesin üzerinde ittifak ettiği bir zemine sahip olmadığı için yapılan değerlendirmelerin hepsi kendi öznel koşullarında ele alınmak zorundadır.
Gelenekçi kesimin ve kimi yabancı çevrelerin İslamcılığı modern bir hareket olarak ele alıp onu belli bir tarihi döneme hasrederek tekil birtakım örneklerden iddialı sonuçlara varmaları çok tartışmalı bir konudur.
Sekülerleşmeyi modernleşmenin sonucu olarak tanımlayan bu çevreler, batıyla özdeşleşen moderniteyle yüzleşen İslamcıların karşı karşıya kaldıkları büyük meydan okumalara cevap bulma çabalarında kullandıkları yöntem ve araçların bizatihi modernliği beslediği ve bunun doğal sonucu olarak da sekülerleşmenin meydana geldiğini öne sürmektedir.
Batının teknoloji, ekonomi, siyaset ve askeri alanda göstermiş olduğu ilerleme karşısında yenilgiye uğrayan İslam dünyasının çöküşünü engellemek isteyen Müslümanların yeni çözüm arayışlarına girmeleri ve bu bağlamda kimi geleneksel kurum ve anlayışlara eleştiriler yöneltmesi İslamcıları bahsedilen çevrelerin eleştirisine maruz bırakmıştır.
Ortaya çıkan yeni sorunlara İslamcıların Kur’an ve Sünnet’i merkeze alarak, istişare, tecdit-yenilik, içtihat-akıl, cihat ve ümmet eksenli çözüm arayışları aslında tarih boyunca Müslümanların takip ettikleri bir yoldur. Meseleye bu açıdan bakıldığında İslamcıların ana damarının üzerinde ısrarla durduğu üzere İslamcılık modern bir akım olmaktan daha ziyade Müslümanların tarih boyunca vahyi hayata hakim kılma çabalarının adı olarak öne çıkmaktadır. İslamcılık, gösterilen bu çabalar esnasında oluşabilecek korumacı ya da açılımcı eğilimlerin ortaya çıkardığı sapmaları onaylamaz. Bu bakımdan gelenekçilerin geçmişe, modernistlerin ise ileriye dönük zaman algısını aşan bir bilincin adıdır İslamcılık. Bu şuurun kaynağı olan vasat ümmet olma sorumluluğu İslamcılığı geleneksel ve modern hurafelere karşı sahih bir pozisyon almaya yöneltir.
Sekülerleşme kavramı öz olarak, dinin/aşkın inançların birey ve toplum hayatında ki etki gücünün yok olması ya da azalması olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda dini/İslam’ı hayata hakim kılma mücadelesinin adı olan İslamcılıkla sekülerleşmenin yan yana getirilmesi çelişkili bir bakış açısını yansıtsa da bazıları birtakım verileri ve olguları farklı bir okumaya tabi tutarak yukarıdaki iddialarını sürdürmektedir.
Modernleşme ve sekülerleşme süreçlerini açıklayıcı en önemli başlıklardan olan rasyonelleşme, bireyselleşme ve ilerleme gibi kavramlarla İslamcılık arasında kurulan bağlar büyük oranda yüzeyseldir.
Din olgusunu yadsıyan ve Tanrı buyruğuna ihtiyacı olmadığını söyleyip bütün problemlerini akıl yoluyla çözeceğini iddia eden sekülerizmin akılcılığı ile İslamcılığın akla yüklediği anlam birbirinden çok farklıdır. Geçmişten bu yana var olan‘’Rey ehli’’ ve ‘’Ehl-i Hadis’’ ekolü gibi farklı yaklaşımların olması diğer bir bahis olarak ele alınmalıdır. Yakın geçmişte ve günümüzdeki bazı İslamcı düşünürlerin Kur’an’a yaklaşımlarında ki akılcı eğilimleri de konjonktürel boyutları olmakla birlikte bu tarihsel arka planla irtibatlandırmak daha doğrudur. Genel olarak bakıldığında İslamcıların Kur’an’ı rasyonalize etme çabasından ziyade onu akletmeye çalıştıkları gözlemlenmektedir. Mehmet Akif’e ait “…Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı /Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı…” dizeleri de bu şekilde anlaşılmalıdır. Önü arkası belli olan bu dizeleri farklı yerlere çekerek kendi tezlerini doğrulamaya çalışan kesimler aslında İslamcıların haklılığını ispatlamaktan başka bir şey yapmış olmamaktadır. İslamcılık akıl ve vahiy arasında oluşturulmak istenilen gerilimi aşıp ayetlerin hayat bulması için cehdeden çizginin adıdır. Bu yönü ile vahyin, aklın ve hayatın tek kaynağı olan Allah’a yapılan kesintisiz referansla sekülerizme en büyük meydan okumayı gerçekleştirmektedir.
İslamcılık bütün eserlerinde liberalizmin bireyi esas alan ya da sosyalizmin toplumu merkeze alan paradigmasından farklı olarak kendine özgün bir fert ve toplum inancı olduğunu deklare eder. Aileye, kardeşliğe ve dayanışmaya yaptığı vurgularla bireyciliğe geçit vermez. Tarih boyunca ortaya çıkmış kültürel uygulamalardan olan kabilecilik ve aşiretçilik gibi bireyi öğüten ve gayri meşru bir dayanışma formu üreten yapılara da olumlu bakmaz. İslami Hareketlerin kurmuş olduğu onlarca yapılanmalarda sekülerleşmeye yol açan bireyselleşme olgusuna rastlamak oldukça güçtür. Aksine bu hareketlerde hem fert hem de onun içinde bulunduğu cemaat, bağlı bulunduğu inanç değerlerini hayata aktarmak ve bunun önündeki engelleri ortadan kaldırmak için mücadele eder.
İslamcılık ve sekülerleşme arasında bağ kuranlar bahsedilen mücadele yönteminin kimi zaman paradoksal bir şekilde İslamcıların hedefleriyle ters sonuçlar ürettiğini öne sürerler. Bu konuda verilen örneklerden biri kadının konumu ile ilgili yaklaşımlardır. Mesela, Müslüman kadının tesettüre uygun bir şekilde üniversitede eğitim alması için laik düzene karşı verilen mücadele ilk etapta sekülerizmi geriletecek bir eylemlilik olarak gözükse de onlara göre bu süreç kadının geleneksel konumunun aşınmasına yol açacaktır. Zira ilk başta belirli bölümlerde okuyan Müslüman hanımlar daha sonra erkeklerin meslek kolu sayılan fakültelerde de eğitim almak isteyeceklerdir. Zamanla ekonomik bağımsızlığına ulaşan kadınlar, erkek ve kadın rollerinin bulanıklaşmasına yol açacaktır. Ailede başlayan rol karmaşası sonucunda çocuk sayısı, aile içi ilişkileri, akraba ve dost ziyaretleşmeleri gibi çeşitli alanlarda farklılaşma ve ilişkilerde gevşeme baş gösterecektir. Bu süreç farklı tonlarda da olsa bireyselleşme potansiyelini taşıyacaktır. Bu konunun endüstri toplumunun getirdiği sosyoekonomik koşullar ve şehirleşmeyle de yakından ilişkisi bulunmaktadır. Bahsedilen süreç ve koşullar sonucunda Müslüman kadın, erkek ve onların kurmuş olduğu aile yapısının dini referanslar yerine seküler referanslara göre şekilleneceği iddia edilmektedir.
İslami Hareket bu ve benzeri çok sayıda tikel sorunun mevcut sistem içerisinde çözüme kavuşturulmasının zorluğunun farkındadır. Bundan ötürü modern cahiliye düzeninin topyekün bir değişime uğraması ve bütüncül İslam anlayışının hakim kılınması için mücadele etmektedir. İçe kapanarak ve gettolar kurarak bu meselelerin aşılamayacağını bildiği gibi hakim cahili düzene boyun eğip ona eklemlenerek de bir sonuca varılamayacağının bilincindedir. Ayrıca yukarıda örnek olarak verilen, kadınların laik düzende eğitim meselesinin sonuçlarının farklı şekillenebileceğinin de şuurundadır ve tüm insanlığa örnek olacak bir modelin arayışı içindedir. Aslında geçmişte kadının rolü hakkında oluşan kültürel kodların ya da modernizmin yapay bir şekilde Müslüman dünyaya dayattığı fıtrata aykırı pratiklerin de nihai seçenekler olmadığının idrakinde olan İslami Hareketler ilkelere bağlı kalarak hikmetli bir çıkış yolu için çaba gösteren en önemli odak olarak görülmektedir.
İlerleme konusuna gelince, sekülerleşme kelimesinin de ifade ettiği üzere bu anlayış dünyada sürekli bir değişimi içermekte ve lineer bir ilerleme anlayışını kabul etmektedir. İslamcılık ise değişimi Allah’ın kainata koyduğu temel yasalardan biri olarak kabul etmekle birlikte değişmez yasalar olan sünnettullah ve fıtrata göre bir gelişme anlayışını kabul etmektedir. Sekülerizmde bir mite dönüşüp putlaştırılan bilim ve ilerlemecilik fikri ve dünya hazlarından maksimum faydalanma hırsı İslamcılar için kabul edilemez bir sapkınlık olarak değerlendirilir. Allah’ın kevni ayetlerini keşfetme ve imar görevi bu dünyayla makul bir ilişki kurmayı zorunlu kılar. Ancak ahlaki değerleri yok sayan ve ahiret yokmuş gibi hareket eden yaklaşımlar net bir şekilde reddedilir.
Diğer önemli bir konu ise İslamcılıkla sekülerleşmenin önemli bir boyutu olan dünyevileşme arasındaki ilişkidir. İslamcılar tevhit inancının bir gereği olarak bütüncül İslam anlayışına sahiptirler. Bu kavrayış onları toplum, kültür, ekonomi ve siyaset gibi hayatın her alanıyla ilgili düşünmeye, söz söylemeye ve katkı sağlamaya sevk eder. Bazıları bu alanların İslamcıları fazlasıyla dünya işlerine gark ettiğini ileri sürmektedir. Özellikle güncel siyasetin sürekli değişen yapısının, hırs, entrika, yalan ve hile dolu uygulamalarının İslamcıların savundukları ilkelere olan bağlılıklarını yıprattığını ve ahlaki tutarlılıklarını sarstığını iddia etmektedirler. Aynı şekilde kurmuş oldukları ekonomik kurumlar yoluyla dinin insanlık adına vazettiği hedefleri yerine getirmek isterken kapitalist tüketim alışkanlıklarını da kendi camialarında yaygınlaştırdıklarını söylemektedirler.
İslamcıların bahsedilen alanlarda geliştirdikleri pratiklerde elbette zaafa düştükleri alanlar olmuştur. Ancak İslamcılık anlayışı bu hatalardan büyük oranda beridir. Zira yayınladıkları eserlerde para, mevki, statü ve güçle ahlaki bir düzlemde ilişki kurulması gerektiği sarahatle belirtilmiştir. Bu alanlarla ilgili olumsuz sonuçlar ortaya çıkmaması için teşkilatlanma şekli ve kurumsal yapının öz denetimsel bir mekanizmayı içermesi gerektiğinin de altı çizilmiştir.
Aslında kamuoyuna sunulan olumsuz örneklerin çoğunda İslamcı bir arka plan yoktur. Eleştiriye konu olan kişi ve kurumlar büyük oranda İslamcı bir perspektife sahip değildir. Bazı tekil örneklerin dışında zikredilen ve eleştiri konusu olan pek çok tecrübe İslamcı olduğu için değil İslamcılıktan saptığı için bu kötü örnekliğe düçar olmuştur.
İslamcılık modern dünyada Müslüman kalarak ve ahlaki değerlere uygun bir şekilde hayatın her alanında var olma koşullarını henüz istendik bir kıvamda ortaya koyamamış olabilir. Ancak İslam dünyasında bu amacı gerçekleştirebilmeye en yakın damar İslamcılardan başkası da değildir.
Türkiye’de, Mısır’da, Pakistan’da, Filistin’de vb. ülkelerde İslamcılığın güçlendiği dönemler, öncesi ve sonrasıyla ele alındığında sekülerleşme, dünyevileşme ve İslamcılık arasındaki ilişki daha da kolay anlaşılacaktır. Mesela cumhuriyetin ilk on yıllarında esamesi okunmayan İslamcılık, ellili altmışlı yıllardan sonra neşvünema bulmaya başladıktan sonra Türkiye yatay ve dikey olarak sekülerleşmiş midir yoksa dinin toplumsallığı artmış mıdır? Mısır’da Müslüman Kardeşler gibi İslami Hareketlerin güçlendiği dönemlerde İslami görünürlük ve dinin toplumdaki yeri nasıl bir seyir izlemiştir? Filistin’de El Fetih örgütü hakimken mi toplum daha sekülerdi yoksa Hamas etkiliğini artırdıktan sonra mı? Gibi pratik sorularla belki ele aldığımız mesele daha gerçekçi bir şekilde ortaya konacaktır. Emperyalizm ve onların işbirlikçilerine karşı ortaya konan destansı Rabia Direnişi, 15 Temmuz Halk Direnişi ve olağanüstü Aksa Tufanı-Gazze Direnişi, İslamcılık, sekülerleşme ve dünyevileşme arasındaki ters orantılı ilişkiyi açıklayan en önemli yaşanmışlıklar olarak tarihe kaydolunmuştur.
Konu yalnızca İslamcı aktörlerle sınırlı değil ne yazık ki, günümüzde toplumları kuşatıp onları yönlendiren bambaşka gelişmelerle karşı karşıyayız. Yaşadığımız küreselleşme olgusu tarihin hiçbir döneminde bu kadar güçlü olmamıştır. Dijitalizmin estirdiği sekülerleşme dalgası diğer bütün faktörleri etkisiz bırakacak kadar kuvvetli gelmektedir. Yalnızca Müslümanları değil tüm insanlığı içine çeken bu girdapdan selim bir şekilde çıkmanın yolunu bulmak tüm inananların elbirliğiyle başarabilecekleri bir meseledir.
HOCAM ŞEYHO DUMAN-CELAL SANCAR
06.12.2024
Halep Savaşı başladı
02.12.2024
ALİYA’DA HUKUK VE DÜZEN / Muharrem BALCI
11.11.2024
Gazze'de Öldürülenler Kadın ve Çocuk
09.11.2024
Hamza ER'le Derkenar..
11.11.2024
Ecel ve Ölüm SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 05.12.2024
CUMAYA GİTTİM GELECEĞİM ESRA DURU 06.12.2024