metrika yandex
  • $32.84
  • 35.41
  • GA17940

İslam Coğrafyasının Değişmeyen Kaderi

MUSTAFA YILDIZ
16.05.2021

İslam Coğrafyasının Değişmeyen Kaderi, Müslümanların da bitmeyen Kederi
(Özelde de Ortadoğu Labirenti)

Amerika ve Rusya’nın ezeli bir düşman olduklarını herkes bilir.Peki savaştıklarını bilen, duyan var mı? Yok. Ama, halkı müslüman olan ülkelerin yoğunluklu yaşadığı bölge olan Ortadoğu’da bulunan istisnalar hariç hemen hemen her ülke bir şekilde savaşı yaşamıştır.Bir türlü bitmeyen bu sürtüşmelerin yaşandığı bu bölgeye çözüme dair doğru ve isabetli teşhisler bilindiği halde ortaya konulmamış, barışa dair derde deva sağlıklı öneriler de sunulmayarak savaşın devamı sağlanmış, bu bölgenin adeta bir silah pazarı olarak görülmesine neden olmuştur. Bu fiili durum müslümanlar adına hem utanç verici ve hem de gerçekten son derece acı vericidir.

Ortadoğu genelini ilgilendiren, özelde de Filistin ile İsrail arasında süren bir sorunmuş gibi görünen bu savaşlardan, harap ve bitap düşen Ortadoğu halkında süreç uzadıkça savaş normalleşerek sıradan bir hal almıştır.Yani, her gün yaşanan bu dramı artık komşu ülkeler de duymazdan, görmezden gelmeye ve ilgisiz kalarakta sağır, kör ve dilsiz olmaya başladılar. Adeta bilinçli olarak sorun Filistin-İsrail sorunu olmaya evrildi.

Oturdukları yerden sorun çözen kimi tuzu kuru yorumcularımız da bu kaotik ortamın ortaya çıkma nedenini, salt ekonomik çıkar ve menfaatlerin çakışması/çatışması olarak yorumlarken, kimi yorumcular da bunun aslında açıkça adı konmamış olsa da gerçekte bir medeniyet yani Haç ile Hilal’in kavgası olduğunu söylemektedirler.

Sorunu inanç temelli gören ve halkın çoğunluğu tarafından da kabül gören bu görüştekiler, kanıt olarak ABD tarafından 1991’de Irak’a karşı savaş kararı alınırken, Amerika Başkanı Bush’un savaşı “Kutsal savaş” olarak tanımlaması, hristiyan dünyasından dua talep etmesi, Haç ve Hilal’in savaşını başlattığını ilan etmesi bu görüşü savunanlar tarafından haklı olarak böyle yorumlanmasına sebep olmuştur. 

Aynı yıllarda (1991) dağılan Sovyet Blokundan (Varşova Paktı) sonra Birleşmiş Milletler de (Fikir babası Margaret Thatcher) askeri tatbikatlarda düşman tarafının rengini “Kırmızı”dan “Yeşil”e döndürmesi, fiilen yeni bir dünya düzenine geçildiğini dünya kamuoyuna deklare etmişlerdi.Alınan kararla aynı zamanda yeni düşman kuvvetlerinin İslâm ve müslümanlar olduğu da açıkça dünyaya ilan edilmişti.

Bu fiili durum aslında bütün dünyaya verilmiş bir mesajdı.Gerçekte de İslâm alemini adres gösteren bu mesaj, halk tarafından pek anlaşılmadığından gündem dahi edilmeyerek halk nezdinde de fazla karşılıkta bulmadı.Ama politik siyasi bakışların İslâm Ülkelerine yani Ortadoğu coğrafyasına yönelmesini sağladı. O tarihe kadar dünya kamuoyu tarafından pekte ilgi görmeyen Ortadoğu coğrafyası o tarihten sonra daha yakından takibe ve göz hapsine alındı.11 Eylül senaryosu da devreye sokularak tüm dünyaya o tarihten sonra islâm coğrafyasını ve müslümanları alenen düşman olarak göstererek, İslâm’a karşı bir korku ve nefreti (İslâmi Fobi) pompalayarak müslümanları adeta dünyadan tecrit etmeye başladılar.

İnsan haklarına aykırı buldukları kimi görüntüleri de mesela; yalnız dolaşan kadınları dövme, zina etmiş kadını taşlamalar, Allah için boğazları kesilen insan görüntüleri gibi istisnai olayları dünyaya servis ettiler.Hedeflerine ulaşma adına bazı bilgisiz/bilinçsiz islâm(cı) grupları (Daeş, Hizbullah, Hizb-u Tahrir? gibi gurupları da destekleyip devreye sokarak yapılan gayri islam’i ve gayri insani zulümleri de koz olarak kullanan emperyalist ülkeler, işlenen bu cinayetleri müslümanlara dolayısıyla İslâm dinine ihale ederek, dünya kamuoyuna İslâm dinine mensup müslümanların yaşadığı bu bölgeyi adeta terörist yetiştiren topraklar olarak göstererek, bu coğrafyayı ve müslümanları tecrit ederek psikolojik baskı altına aldılar.

Kendi sattıkları silahlarla kana buladıkları bu bölgeye barış getirme bahanesiyle gelip yerleştiler. Hakları olmadığı halde binlerce kilometreden bu topraklara gelerek silahlarını müslümanlar üzerinde denediler. Askeri manevra ve tatbikatlarını da bu topraklarda yaptılar.

Bu olanların kendileri için bir zül/zillet olduğunu bildikleri halde, müslümanlar fiili bu durumu sineye çekmeye devam ediyorlar. Bu olup bitenlerin şuurunda olmalarına rağmen, kurtuluşu kendi öz kaynaklarında değilde dışarıdan gelecek kurtarıcılara bağladılar. Kısır çekişmeleri bırakıp komplekslerini de yenerek bir araya gelmeyi, güçlerini birleştirmeyi düşünmediler/düşünmüyorlar. Halen de ümit verecek bir emareyi göstermiyor/gösteremiyorlar.

Yukarıda sayılan saikler doğru olmakla beraber, emperyal ülkelerin zihinsel arka planlarında oluşan ve halklarının refahı için verdikleri kavganın nedenini de sadece din/medeniyet çatışmasına bağlamakta galiba eksik olur. Bunların dışında başka korku ve endişelerin de etkili olduğunu da görmek gerek. Mesela, her nedense pek dillendirilmeyen ama bilim adamları tarafından zaman zaman konu edilen yer kürenin artık yaşlandığı iddiaları hakim güçleri ciddi bir telaşa sevk etmiştir. Verimin düştüğü, kaynakların bitme noktasına geldiği bu nedenle de artık mevcut nüfusu beslemenin zor olacağı, yakın tarihte bunun problem teşkil edeceği endişesi ve telaşı da baş göstermiştir. Bu telaştan ötürü farklı kaynak arayışlarına yönelmelerin başladığı izlenmekte ve görülmektedir.Maalesef bu çalışmalar ve arayışlardan çoğu müslümanların haberi dahi olmadığı da bir hakikattir.Yani dünyayı bir “Açlık” korkusu kaplamıştır.Artık kimse kazanımlarını bölüşmek istememektedir.Buna bir de adil paylaşımın olmaması nedeniyle içteki homurdanmaların yaşandığını da eklerseniz, gergin ve saldırgan politikalar izlemenin neden zaruri hal aldığı da pekala anlaşılır sanırım.

Suriye’de yıllardır devam eden savaşın durdurulmaması, savaşa değer kaynakların Suriye’de mevcut olmayışında kaynaklı olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Bunlar herkes tarafından bilinenlerdir. Ama bu savaşın sebebini sadece din ve islam karşıtlığı ile tanımlarsak fotoğrafın bütününü görmemiş oluruz. Bir yönüylede topu da taca atmış oluruz.

Ortadoğu yeraltı kaynakları bakımından dünya rezervinin % 70’ine bu coğrafyanın sahip olduğu tahmin edilmektedir. Bu nedenle Amerika ve Avrupa’nın bazı ülkeleri yıllar öncesinden kaynaklarını harcamayarak stoklar (Özellikle Petrol) yaptıkları bilinmektedir.Kendi kaynaklarını kullanmadan ve yeni kaynaklar buluncaya kadar da sahipsiz, savunmasız ve basiretsiz liderlerin idaresindeki Ortadoğunun topraklarındaki mevcut kaynakların tüketilmesini ve ileride buraları yeraltı kaynaklarından yoksun bırakarak bütün bölgeyi topyekün olarak adeta “Kerbela”ya dönüştürerek kendilerine muhtaç hale getirmeyi düşünmektedirler.Bu korkuyla aynı zamanda yeni enerji kaynaklarına sahip olma ve petrole bağımlı olmaktan kurtulma arayışları da hız kazanmıştır.Güneş enerjisi ile çalışan motorlu taşıtların yapımının hız kazanmasının önemli bir nedeni de petrol’e ihtiyaç duymamak, Ortadoğu’ya muhtaç olmamak içindir.

Ortadoğuyu Amerika ve Avrupa ülkeleri nezdinde önemli kılan bir başka hususta; İsrail devletinin burda oluşudur.Müslümanlara karşı batı ve Amerika hep İsrail’in yanında yer almışlardır.Bu durum hep islâm karşıtlığı üzerinden yorumlanmıştır.Hemen hemen tüm dünyadan tecrit edilmiş ve sürgün muamelesi gören Yahudiler ne oldu da İslâm topraklarına yerleşince sempatik oldular? Bu yorumu da eksik buluyorum. Çünkü; sebep salt din olsaydı, İsrail dünyada “Şeriat” ile yönetilen ender devletlerden biridir. Neden ikaz edilmez acaba? sevdiklerinden mi? hayır! Aslında değişen bir şeyde yok, batı yahudiyi yine sevmiyor ancak; müslümanlardan göreceği baskılardan dolayı kontrolsüz göçlerin yaşanabileceğinden korkarak yeni tehcirlerin yaşanmamsı ve dünyaya yayılacak nufustan dolayı imkanlarını başkaları ile paylaşmak istemedikleri için mevcut topraklarda kalmalarını kendilerince daha yararlı bulmaktadırlar.Sebeb olarak bunu da gözardı etmemek gerek.

Belki de en büyük sebeplerden biri de şudur; bilindiği gibi hristiyan geleceğinde hep bir kurtarıcının geleceği beklentisi vardır. Son gelecek kurtarıcı da Hz.İsa’dır ve gelmesi de yakındır. Ama onun gelmesi için de “Armegedon” un (Büyük İsrail Devleti hayali) kurulması gerekmektedir. Zira Hz.İsa o zaman yeryüzüne inecektir. Bu inançla İsrail’in kurmayı düşündüğü arz-ı mev’ud’un (Vaat edilmiş Fırat ve Dicle arasındaki topraklar) gerçekleşmesi gerekmektedir.Batı ve Amerika’nın israil’e sürekli destek ve arka çıkması aslında yahudileri çok sevdiklerinden değil, bilakis kendi inançlarından kaynaklı bu beklentinin, yani Hz.İsa’nın gelişinin gerçekleşmesini hızlandırmak içindir. İsrail’e destek olmayı bir yönüyle kendilerini mecbur görüyorlar.Bundan dolayı da İsrail’in önündeki olası engelleri kaldırmayı gerekli görüyorlar. İnandıkları hedefin hızlı tahakkuk etmesi için de karşılarına bloklaşmış devlet olsun istemezler. Küçük devletçiklerin olması işlerini daha da kolaylaştıracağı için bu coğrafyanın yeniden dizayn edilmesi, İsrail’in işinin kolaylaştırılması gereğine inanırlar. Güçlü gibi görünen, israil’e engel olabilecek güçte birileri varsa, onları da kolay yutulacak lokma haline getirmenin planlarını hayata geçirmeye çalışıyorlar. D 8’ler kurulurken büyük tepkiler almasının nedenlerinden biri de İsrail’in önüne barajların kurulmasını engel olmak içindi.

İşte, yukarıda sayılan hususların gerçeğe dönüşmesini arzulayan hakim güçler kendilerine en büyük engel olarak bu gün itibariyle Türkiye ve İran’ı görmektedirler. Mısır’da çok önemliydi. Ancak; maalesef Mısır bilindiği gibi son yapılan darbeyle tekrar güdümlü hale getirildi. Şu an en büyük sorumluluk Türkiye ve İran yönetimine ihale edilmiştir. Bu iki Ülke’nin de hamlelerini yaparken çok iyi düşünmeleri, kullandıkları dil’e, usüle ve üsluba çok dikkat etmeleri, halkların kardeşlik duygularını zedeleyecek, onurlarını incitecek söylemlerden hasseten kaçınmaları gerekmektedir.Konjonktür gereği dahi olsa yapılan/yapılacak hamleler iyi hesaplanmalıdır.Düşmanlar değil dostlar edinmenin yolları devreye sokulmalı, güçler birleştirilmeli, kısır çekişmelere tevessül edilmemelidir. Bu coğrafyanın kaderini belirleme zalimlerin insafına terk edilmemeliler. Bu ülkeler tarihi bir sorumluluk yüklendiklerini unutmamaları gerekir.

Türkiye ve İran’ın ortaya koyacakları çözüm önerileri de Arap idarecileri tarafından kolay kolay kabül edileceğini de beklememek gerekir. Çünkü; her iki ülkede Arap idarecileri tarafından güçlü göründüklerinden ve Arap olmadıklarından dolayı hazmedilememektedirler. Çözüm olarak bazı fedekârlıkların  yapılması karşıdan beklenmeden bu ülkeler tarafından yapılmalıdır. Aksi takdirde her seferinde vur-kaç metoduyla etrafını genişleten İsrail’in bu filmini daha çok izleyeceğiz. İnşaallâh “İçimizdeki beyinsizlerden dolayı bizi helâk etme Allah’ım“ duasını yapmak zorunda kalmayız.

Mustafa YILDIZ/ANKARA

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş