“Çevresinin çocuğu” olarakta tanımlanan insan, aynı zamanda yaratılmışlar içinde ”En çabuk etkilenen”, “Gücün etkisinde kalan/kalabilen”, “Toplumsal baskıya direnemeyen” ve yaradılışı itibariyle de “Aciz/zayıf mizaçlı” ama aynı zamanda “Naif” bir varlıktır.
İnsanın doğal olarak tek başına yaşaması son derece sıkıntılı olduğundan, bedenen ve ruhen başkasına muhtaç olarak dizayn edilmiştir.Bireysel olarak aldığı kararların arka planında dahi yakın çevresinden esen fısıltılar ile, doğruluğu ve yanlışlığı araştırılmadan toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmiş düşünceler etkin rol oynarlar.Hatta ”Kendi görüşlerim” diye öne sürdüğü çoğu düşünceleri, aslında başkalarından duydukları, ilim yoluyla elde ettiği bilgiler sonucu “Terkip edilmiş görüşler” olduğunu bilmez, farkında bile olmaz…
Kimi zaman hakikatın önünde duvar, gerçeği görmede de perde olabilen egosundan dolayı “Benim düşüncelerimde de yanılma payı olabilir.” ihtimalini hiç kimse kendine yakıştırmaz.Sözlü ifadelerinde ”Hata ve yanlışı bende yapabilirim.” demesine rağmen fiiliyatta kendini hep muaf tutar.Oysa, yaşı ilerledikçe geçmişe dönük olarak çok defalar yanıldığını da itiraf etmek zorunda kalır.
Peki neden her insanın yanlış yapma ihtimali hep vardır?
Çünkü, yaratılışı itibariyle biyolojik ve ruhsal yapısından kaynaklı olarak zaman zaman her insanda yanılgılar olabileceği gerçeğidir ki, bu da herkesin kabul ettiği bir durumdur.İkinci olarak da içinde yaşadığımız çevresel faktörlerin etkisinde kalınarak yapılan, ancak kahir ekseriyet insanımız tarafından fark edilmediği için kabul etmede zorlanılan, aile, çevre ve okulu tarafından empoze edilerek kişiye yaptırılan hata ve yanlışlardır.Yani bazen yapımızdan kaynaklı olarak, bazen de toplumun etkisinde kalarak hata ve yanlış yapabiliyoruz.Zira masum olma insan için imkansızdır.(Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.Müslim.İbn-i Mace)
Mesela, çoğu zaman elimizden aniden sıçrayan bir cismin düştüğü yeri kesin olarak gördüğümüz halde, arama sonunda başka mahalde bulduğumuz olmuştur.Demek ki gördüğümüzden emin olduğumuz halde yanılabiliyoruz.Keza Tren rayları mesafe uzadıkça ileride sanki daralmış ve birleşmişler gibi görünürler.Halbuki gerçek hiçte öyle değil.Öyletse kabul edelim ki bakarken bile yanılabiliyoruz.Trafikte duran aracınızın yanındaki araç hareket ettiği zaman bir anlık siz hareket etmişsiniz gibi olursunuz.Meğer, durduğumuz yerde anlıkta olsa yanılgıya düşebiliyoruz.Şunu da bilelimki beynimiz bile kimi zaman bedenin ritmik hareketleri hakkında aldığı kararlarda ve verdiği komutlarda yanılgıya düşebiliyor.
Burdan da anlıyoruz ki her insan kimsenin dahli olmadığı halde, tabii yapısından kaynaklı dahili ve harici sebeplerden ötürü yanılma ve hata yapma olasılığı her zaman mümkün olur/olabilir.Hiç kimsenin alınganlık yapmadan bu gerçeği göz ardı etmemesi ve bu durumu kabul etme erdemini göstermesi gerekir.
Mesela; Kırmızı ışıkta beklerken, daha yeşil yanmadan bekleyenlerden karşıya geçenler olunca, diğerleri de bir anlık refleksle kalabalığa uyarak onlarda karşıya geçmeye başlarlar.Oysa yeşil daha yanmamştır.Burda toplumun bile bile size bir yanlışı nasıl yaptırabildiğini, iradenize nasıl etki edebileceğinin tipik bir örneğini görmüş oluyoruz.Yani çoğunluğun bireye yaptığı psikolojik baskı bireyi nasıl yanıltabildiğini göstermesi açısından manidardır.Oysa çoğunluk her zaman doğru karar vermeyebilir.
Keza, aynı sayıda basamakları olan, aynı mesafede uzunluğa sahip, aynı zamanda yürünebilinen yanyana yapılmış iki yaya geçidinden biri alt geçit olsun, biri de üst geçit olsun.İnsanların çoğunlukla alt geçidi daha fazla tercih ettiklerini görürsünüz.Neden? Çünkü alt geçit aşağıya doğru inişle başlar, aşağı doğru inmekte insana kolay gelir, psikolojik olarak insanda kolay olanı tercih eder.Halbuki inişin sonunda çıkışta da aynı mesafeyi tırmanmak vardır.Ama o akla gelmez.Üst geçitte de ilk etapta yukarı doğru çıkan basamaklar göründüğü için insana zor gelir ve tercih edilmez.Burda da algımızı etkileyen, zihnimizi teslim olmaya zorlayan insanın doğası gereği “Kolay olanı tercih etme” duygusudur.Halbuki mesafe, basamak sayısı, sarf edilen efor ve zaman aynı olmasına rağmen yine de tercih her zaman alt geçide yapılır.Kolaydan başlamanın daha karlı olacağı zannı algımızı sabitlediğinden, sorgulamadan ve tahlil yapma gereği bile duymadan “Doğrusu zaten budur” diyerek tereddütsüz aynı işlemi yapmaya devam eder insan.
Demek istediğimiz şudur; “Çoğunluğa uyma”, “Kolaycılık algısı” hayatımız boyunca düşüncelerimize etki yapar.Bizi baskı altında tutar.Bu nedenle aynı düşünceyi paylaşan insanların oluşturdukları dernek, vakıf, parti, sivil toplum örğütü v.s.gibi kuruluşlarda da çoğu zaman yaşanan fahiş hatalar işte bu “Çoğunluğa uyma” algısı ile yapılan yanılgılardır.Bu kuruluş mensubu kişiler kendilerinde südur eden/etmiş hataları görmezden gelmeleri veya görememeleri genellikle işte bu oluşan grup psikolojisi, mahalle baskısı ve toplumsal etkilenmeden kaynaklı olduğu unutulmamalıdır.Ancak mensupları tarafından yapılan yanlışlar pek fark bile edilmezler.Hatta kimi zaman vicdanen huzursuz oldukları halde “Mahallemize aitse demek ki bir hikmeti verdır.” denilerek o yanlışları doğrular olarak görmeye ve savunmaya devam ederler.
“Bu kadar insan da yanılır mı?” felsefesi “Mutlak doğru” gibi mihenk olarak kabul de görünce, artık kendi içinde eleştiri ve tenkitte rafa kalkar.Eğer karşı taraf yanlışlarınızı görür ve dile getirirse şayet takınılacak tavırda bellidir.Evvela “Meşru müdafaa” yapıyoruz diye savunma yapılır, daha sonra da “En iyi müdafaa, taarruzdur.” diye saldırılara dönüşerek devam eder, süre uzayınca ve sonuç alma da gecikince bu sefer hırs ve nefret devreye girer ki, Allah muhafaza bu defa da kamplaşma başlar “Ben yanacağıma o yansın”, “Ben öleceğime o ölsün”e kadar varabilir.Yapılan mücadelenin adı da her gurubun kendi yazdıkları İlm-i Hallerde adı kimine göre “Dava” olur, kimine göre “Ülkü” olur, kimine göre de “Emperyalizme karşı savaş” olur.
Verilen mücadele artık mensuplarca “Meşruiyet”te kazanmış olduğundan, ötekiler tarafından yapılan her şey yanlış olarak görülür.
Sonuçta, ne kendi rahat eder, ne de içinde yaşadığı toplum.”Barış ve huzur” söylemleri de adeta atmofer boşluğuna bırakılmış sahipsiz mal gibi atmosferde yankılanır dururlar.İşiten de olmaz.Sevgi, şefkat ve hava gibi varlığına ve gerekliliğine herkes inanr ama kimse bir türlü göremez….
Kapalıçarşı'da "para aklama" operasyonu
11.11.2025
MSB'ye ait kargo uçağı Gürcistan'da düştü
11.11.2025
İyi bir İNSAN: Aliya|Mehmet Doğan
19.10.2025
Challenge diyen bir Tarihçiye / Fuad Durgun
23.10.2025
Bir cami, bir imam ve cemaat OSMAN KAYAER 28.10.2025
Dindarların Trajedisi YUSUF YAVUZYILMAZ 25.10.2025
Sünnet Üzerine YUSUF YAVUZYILMAZ 19.10.2025
gazze mahkemesi ay’ı RESUL UZAR 21.10.2025